.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Namaz İçin Giyilen Giysi

Ebu Hamid[1] şöyle der: Mahrem yerlerin örtülmesine gelince; bu bölgelerin örtülmesi vücudun çirkin yerlerinin örtülü kalması ve insanlara görünmemesi içindir. İnsanın dış görüntüsünü diğer insanlar görebilirler. Ancak insanın iç görünümü yalnızca Allah’a açıktır ve insanın iç şeklini yalnızca Allah bilir. Dolayısıyla insan, iç görünümüyle ilgili çirkinlikleri ve kötü görüntüyü gözü önünde canlandırıp bir şekilde bu çirkin görünümün giderilmesi için elinden gelen gayreti göstermelidir. İnsan şunu bilmelidir ki bu görüntüyü hiç kimse Allah’tan gizli tutamaz ve bu görüntünün çirkinliğini ancak pişmanlık, hayâ ve Allah korkusu giderebilir. Bu bilinç kişideki Allah korkusu ve hayâyı uyandırıp kendisini Allah karşısında küçük görmesine ve çekingen bir kalple ona yaklaşmasına vesile olur.

Bunun sonucunda insan, Allah’ın karşısında suçlarından dolayı pişmanlık duyup da utanç içinde Mevla’sına dönen bir kul gibi durur; utanç ve korkunun verdiği hisle başını bile kaldıramaz.

Misbâhu’ş-Şerîa kitabında İmam Cafer-i Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

İnanç Avcıları (I) İnanç Avcıları (I)

Mümin kula en çok yakışan giysi takva giysisidir ve kendisine verilebilecek en güzel nimet de iman imandır.

Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

Takva giysisi en hayırlısıdır.[2]

Dış giysiye gelince, bu giysi, mahrem yerlerini örtsünler diye Allah’ın insanoğluna bahşetmiş olduğu bir nimettir. Bu, Allah’ın diğer mahlûkattan değil de Âdem’in evlatlarına vermiş olduğu bir ayrıcalıktır; müminler için, Allah’ın farzlarını yerine getirebilmeleri için kullandıkları bir araçtır.

En güzel giysi, seni Allah’tan alıkoymayan giysidir. En hayırlı giysi insanı Allah’a şükretmeğe, onu anıp onun yolunda gitmeğe sevk eden giysidir. En iyi giysi seni kendini beğenmek, riya, üstünlük taslamak ve kibir yönüne sevk etmeyen giysidir. Kuşkusuz bu duygular insanın inancını zedeleyen etkenlerdir ve insanın kalbini karartıyor. Giysilerini giydiğinde Allah’ın nasıl da kendi rahmetiyle senin günahlarını diğer insanlara örttüğünü anmalısın.

Dış görünümünü giysilerle örttüğün gibi iç görünümünü de sadakat ile örtmelisin. Ama her zaman için iç görünümün Allah korkusu giysisiyle, dış görünümün ise Allah’a itaat giysisiyle örtülü olmalıdır. Yüce Allah insanlara dış görünümlerini örtebilmeleri için giysi vermiştir ve iç görünümlerini günahlar ve kötü ahlakın vermiş olduğu çirkin görünümünden kurtarabilmeleri için tövbe ve pişmanlık kapısını açmıştır. Bundan kendin için ders çıkarmalısın.

Hiç kimsenin ayıbını diğer insanlara açmamalısın. Zira Allah’ın seninle ilgili örtmüş olduğu çirkinlikler açmak istediğin kusurdan daha büyüktür. Kendi kusurlarına odaklan ve seni ilgilendirmeyen şeyler ve kişilerle uğraşma.

Ömür sermayeni başka insanların yaptıklarıyla uğraşmakla boşa harcama. Bu sermayeyi başkalarıyla uğraşmak yolunda harcayıp kendini felakete sürükleme. Kuşkusuz kendi günahlarından gafil olmak yüce Allah’ın verebileceği en büyük dünyevi ve uhrevi azaplardan biridir. İnsan, kendi kusurlarına odaklanıp inancıyla ilgili kusurları gidermeğe çalıştığı sürece Allah’ın rahmet denizine dalan bir kul misali bu süre boyunca hikmet ve beyan cevherlerinden faydalanacaktır. Ancak kendi günahlarını unutup kusurlarına vakıf olmadığı sürece kendi haline bırakılmış bir insan gibidir ve bu insan hiçbir zaman felaha eremez.

Namaz Kılınan Mekân

Şehid-i Sani şöyle der: Namaz kılacağın mekânda dururken kendini sultanların sultanı huzurunda bilmelisin, ona seslenip, ona yalvarıp rahmet gözüyle sana bakması için dua etmelisin. Bu amacın gerçekleşmesi için ise mümkün oldukça Cami ve kutsal mekânlar gibi bu iş için en uygun olan yerleri seçmelisin. Kuşkusuz yüce Allah bu mekânları duaları kabul ettiği, rahmetiyle kucak açtığı, mağfiret ve rızasının bol olduğu yerler olarak kılmıştır. Dolayısıyla bu mekânlara sükûnet ve vakar içinde girmelisin ve kalbinin huşu ve inkisar içinde olmasına dikkat etmelisin. Allah’ın, seni, halis kullarından kılması için ve geçmişteki ihlâslı kullara kavuşturmasını dilemelisin.

Şu anda sırat köprüsünün üzerinden geçiyormuşsun gibi hâl ve hareketlerinde Allah’ı göz önünde bulundurmalısın. Her zaman için korku ve ümit; (huzura) kabul edilme ve (oradan) kovulma (hissi) içinde olmalısın. Bu halde iken kalbin huşu içinde olacaktır, ilahi rahmeti kazanmak yönünde gerekli hazırlığa sahip olacaksın ve Allah’ın lütuf ve inayetini kazanma kabiliyetine sahip olacaksın.

Misbâhu’ş-Şerîa kitabında İmam Cafer-i Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: Cami’nin kapısına geldiğinde, ancak temiz insanların girebildiği bir Sultan’ın dergâhına geldiğini, ancak sıddıkların kendisiyle oturup konuşabileceği bir sultanın yanına vardığını düşünmelisin. Bu sultanın huzurunda gaflete kapılıp yanlış davranışlarda bulunmaktan sakınıp korkmalısın. Şunu bilmelisin ki o sana karşı adaletle yaklaşabileceği gibi fazl ve ihsanıyla da yaklaşabilir. Dilerse sana acıyıp fazl ve rahmetiyle senin kendisine sunduğun az miktardaki ibadetini kabul edip karşılığında sana büyük mükâfatlar verebilir. Dilerse adaletiyle sana yönelip senden gerekli sadakat ve ihlâs talebinde bulunabilir ve yapmış olduğun çok miktardaki ibadetlerini geri çevirebilir.

“Kuşkusuz o dilediğini yapandır”.[3]

Onun karşısındaki yoksulluğunu, kusurlarını ve ezikliğini dile getirmelisin. Ona ibadet etmek için ona yönelmiş ve ona yakınlaşmak için burada durmuşsun. Bütün sırlarını ona açmalısın. Şunu bilmelisin ki hiç kimsenin sırları ona saklı değildir. Onun karşısında durduğunda, en yoksul kulu gibi durmalısın.

Seni Allah’tan alıkoyan her şeyi kalbinden çıkarmalısın. Yüce Allah, ancak en temiz olanları ve en halis olanları kabul eder. İsminin hangi divanda yazıldığına bak. Onunla birlikte olup onunla konuşmaktan haz alıyorsan, onun rahmet ve keramet kadehini yudumluyorsan, onun sana baktığını ve seninle konuştuğunu hissedebiliyorsan giriş izni sana verilmiştir ve güvenle onun huzuruna çıkabilirsin. Aksi takdirde dur ve bütün çareleri tükenmiş, bütün arzularını yitirmiş çaresiz bir kul gibi ona yalvar. Yüce Allah sendeki sadakati gördüğünde rahmet ve şefkat gözüyle sana bakacak ve seni dilediğin mevkie ulaştıracaktır. Kuşkusuz Allah, mutlak cömertlik sahibidir ve rızasını kazanmak için kapısına gelen çaresiz kullarına ikramda bulunmayı sevmektedir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

“(Onlar mı hayırlı) yoksa darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve (başındaki) sıkıntıyı gideren mi?”[4]


[1]     Hüccetül-İslam Tusi olarak bilinen Ebu Hamid Muhammed Bin Muhammed bin Ahmed, 505 hicri yılında vefat eden Şafii mezhebinin büyük âlimlerindendir. “İhyaul-Ulum” adlı kitap bu âlimin geride bıraktığı eserlerden biridir.

[2]     A’raf, 26.

[3]     Buruc, 16.

[4]     Neml, 62.