.
.
Bir radyo düşünün. Radyonun çalışma üslubu, ana merkezden yayınlanan frekansları yakalayıp onu sesli bir şekilde dışarı vermesiyledir. Radyonun düğmesi ister açık olsun ister kapalı bu frekanslar sürekli vardır. Radyonun yapılış amacı bu yayınlanan frekansların uygun kanalda yakalanıp, yayın yapmasını sağlamaktır. Bu durumda radyonun bozuk olması, frekansların olmamasına ya da frekansların arızalı olduğu anlamına gelmez. Binlerce radyodan birkaçı eğer yayını alamıyorsa o yayını alamayan radyolar arızalanmış demektir. Hak ve hakikatte aynı o radyonun ana frekans dağıtıcısı gibidir. Hak her zaman vardır ve her durumda kendini izhar eder. Yani hak frekansları insanlığın başlangıcından hatta varlık âleminin var oluşundan beri yayınını yapmaktadır. İnsanoğlu burada aynı bir radyo gibi o hakkın frekans ve nişanelerini alabilme kabiliyetindedir. Ancak hakkı bulamayan ve hakikatten uzaklaşanlar kendilerine dönüp bakmalıdırlar. İnsanoğlu neyi, nerede yanlış yapıyor?! Burada en önemli konu ‘arayış” konusudur. Çünkü insan herhangi bir konuda ki bu konu ister hakikat konusu olsun ister günlük yaşantısındaki konular olsun, ilk adımı atmazsa bir yere varamayacak ve frekansı yakalayamayacaktır.
Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Bizi arayan bulur, bulan tanır, tanıyan sever, seven âşık olur, âşık olana biz de âşık oluruz.”
Yaşadığımız dünya, sebepler zinciriyle birbirine bağlanmış, bir şeyin ortaya çıkması ve de devam etmesi bu zincir halkalarının yani sebep sonuç ilişkisinin varlığına bağlı kılınmıştır. Bütün şartlar oluşursa yani zincirin halkaları eksiksiz bir araya gelirse sonuca ulaşılacaktır.
İnsanoğlu, dünya yaşantısında sürekli Hakk’a yönlendirilmiş ve batıla sapmaması için de peyderpey peygamberler gönderilmiştir. Peygamberlerden sonra vasiler gönderilmiş ve bunların yanı sıra sürekli Hakkın nişanelerini taşıyanlar, her daim varlığını sürdürmüştür. Elbette tüm bunlar sadece ve sadece insanoğlunun hidayeti içindir. Nişanelere bakıp Hak yoldan uzaklaşılmasın diyedir.
Ortak aklın kabul ettiği nişaneler her konuda yaşantımızın bir parçası olmuştur. Nişaneler hedefe ulaşmada en önemli etkendir ve sürekli hedefin ne olduğu, neresi olduğunun çağrısını yapar. Örneğin eskiden kervanlar uzun yola çıktıklarında yollarda nişan taşları olurdu. Kafile yola çıktığında, gidecekleri menzilin dışına çıkmasın ve de yolu kaybetmesin diye alametler konulurdu. Günümüzde nişan taşları yerine tabelalar kullanılmakta. Doğru güzergâhta olunduğu belli olsun diye hem gidilecek yerin tabelası hem de yönler belli olsun diye işaretler konulmaktadır. Hakikatin de böyle nişaneleri vardır fakat sadece arayış içinde olduğumuzda bu nişaneleri görürüz. Hani derler ya “namaza meyli olmayanın kulağı ezanda olmaz, gönlü namazda olanın kulağı ezanda olur”.
Ancak bütün bunların yanında asıl konu irade ve çaba konusudur. İnsan yeter ki Hakkın arayışında olsun. Hakkın frekansını bulamıyorsa sürekli kendini eleştirsin ki mutlaka yanlış yapılan bir şeyler vardır. İstenilen radyo frekansındaki kanal bulununcaya dek kanal değiştirilir ya işte o şekilde insan kendisinin yanlış yerde olduğunu anlayıp düzeltme yoluna gitmeli.
İrade ve çaba bir bakımdan iki kanat gibidir. İrade olur ve çaba olmazsa ya da diğer yönüyle çaba olur da irade olmazda yön belirlenemez ve o doğrultuda hareket edilemez.
Kayık, bir yere varmak için kullanılan bir vesiledir. İnsan, gideceği yeri belirler ama kürekleri çekmez ise kesinlikle maksada yetişemeyecektir. Ya da kayığa biner gideceği yeri bilmezse kürek çekmesinin yorulmaktan ve maksadın dışına çıkmaktan başka bir getirisi olmayacaktır.
Hak ve hakikatin peşinde olmakta böyledir. Hakikati aramalı ve tanıyabilmek için yani hidayete varmak için hidayet önderlerini iyi tanımalı. Vesileleri de iyi seçmek gerekir. Çünkü bülbül güle, karga çöplüğe götürür. Vesileleri iyi seçtikten sonra da istikrarlı şekilde hareket etmek gerekir. İstikrar için de çaba ve iradeye ihtiyaç vardır.
Çaba ve irade bir arada olunca hedefe varılır. Yani bulmak için aramak gerekir. ‘Başlamak işin yarısıdır’ diye meşhur bir söz vardır. Ve işte çabanın nişanesi de bir işe başlayabilmektir. İrade edilir ve bu doğrultuda da adım atılırsa en önemli adım atılmış olur ve artık insan gitmek istediği güzergâhta ilerlemeye başlar. Böylece hidayet ve marifet merdiveninin basamaklarından yukarıya doğru ilerler. Bildiği şeylerle amel eden ve yola çıkan insan, ilerler. İlerlemenin de ilk merhalesi aramaktır.