.
.
Bismillahirrahmanirrahim
İslam düşmanlarının veya cahil kimselerin İslam ve Resulullah (s.a.a) aleyhinde en çok kullandıkları malzemelerden birisi, Benî Kurayza Yahudilerinin olayıdır.
Olayı sağlıklı bir şekilde analize başlamadan önce, iddianın özetini (meşhur olduğu) haliyle nakletmemiz uygun olur.
Benî Kurayza, Medine ve çevresinde yaşayan birkaç Yahudi kabileden birisiydi.
Bunlar, diğer iki Yahudi kabile olan Benî Nâdir ve Benî Kaynuka ile birlikte Müslümanlara karşı herhangi bir savaşa girmeyeceklerine ve İslam düşmanlarına destek vermeyeceklerine dair Resulullah (s.a.a) ile anlaşma yapmışlardı. Buna karşılık Medine içerisinde rahatça yaşayıp her türlü barışçıl faaliyeti yapabileceklerdi.
Yine bu anlaşma gereğince, yaptıkları sözleşmeye sadık kalmadıkları takdirde Müslümanların onların erkeklerini öldürüp mallarını ganimet alıp çoluk çocuklarını esir edebileceklerini kabullenmişlerdi. Ama maalesef önce Benî Nâdir ve Benî Kaynuka anlaşmaya ihanet ettiler ve Resulullah onları mallarına canlarına dokunmadan Medine’den sürdü. Ama buna rağmen Müslümanlar aleyhine faaliyete devam ettiler. Benî Kurayza onlardan sonra anlaşmaya sadık kaldı; ta ki Ahzab (Hendek) savaşı vuku buluncaya kadar.
Bu savaştan önce Benî Nâdir kabilesinin reisi Hay bin Ahtab, Benî Kurayza kabilesinin reisi Ka’b bin Esed’in yanına gelerek, onu Ahzab savaşında Mekkeli müşriklerin yanında yer almaya davet etti. Ka’b önce buna karşı çıktı, ama Hayy bin Ahtab çeşitli üslupları kullanarak ve bir sürü vaatlerde bulunarak ve zaferin kat’i olduğuna onu inandırarak onu Müslümanlara karşı saflarını birleştiren Mekkeli Arap müşriklerle ve diğer düşman kabilelerle iş birliği yapma yönünde ikna etti.
Böylece Benî Kurayza Yahudileri, Hendek savaşının gerçekleştiği bölgede toplanan İslam düşmanlarına çeşitli şekillerde destek vermeye başladılar; onlardan birisi de casusluk faaliyetiydi. Ayrıca Müslümanların savaş bölgesinde meşgul olmalarını fırsat bilerek, Medine içerisinde kargaşa ve güvensizlik ortamı oluşturmaya, ezcümle onların evlerine saldırarak korku ve kaos yaratmaya ve onları yıldırmaya çalışıyorlardı.
Her hâlükârda müttefik güçler günlerce Medine’yi kuşatmalarına rağmen, Allah’ın yardımı, Müslümanların direnişi ve Hz. Ali’nin gösterdiği kahramanlıklarla, özellikle onların en büyük ve en ünlü savaşçısı Amr b. Abdeved’i öldürmesiyle ümitsizliğe kapılıp Müslümanlara bir şey yapamadan hızlıca geri çekilip gittiler.
Bu arada Müslümanlara ihanet eden ve yaptıkları anlaşmaya sadık kalmayan ve Müslümanları arkadan hançerleyen Benî Kurayza Yahudileri büyük bir korku ve endişeyle kalelerine sığınıp beklemeye koyuldular. Kaleye sığınanlardan birisi de Benî Kurayza kabilesinin reisini kandıran ve ikna eden Benî Nâdir kabilesinin reisi Hay bin Ahtab idi.
Allah Resulü onların bu hainliklerini karşılıksız bırakamazdı. Zira bu sefer bir karşılık görmez ve cezalandırılmasalardı, bir başka fırsatta çok daha ağır ihanetlere imza atar ve daha ağır darbeleri Müslümanlara vurmaktan çekinmezlerdi.
Bu yüzden Müslümanlar Hendek’te günlerce kuşatma altında kalmalarına rağmen ve savaşın yorgunluğu henüz üzerlerindeyken Allah Resulü (s.a.a) Hz. Ali’nin komutasında bir müfrezeyi onların üzerine gönderdi ve kaleyi dört taraftan kuşattırdı ve bu kuşatma 25 gün devam etti.
Onlar, durumun vahametini anlayınca, bir elçi göndererek Resulullah’a (s.a.a) bazı tekliflerde bulundular:
a- Taşınır mallarımızı alıp bu bölgeden ve Medine’den çekip gidelim.
b- Mallarımızı da almadan çıkalım.
Ama Allah Resulü bu tekliflerin hiçbirini kabul etmedi; ancak onların bu büyük ihanetine rağmen Allah Resulü Müslüman olmaları halinde yine de onları affedebileceğini bildirdi. Ama onlar inat edip bunu da kabul etmediler. (el-İrşâd, s. 98-99)
Buraya kadar naklettiklerimizde (olayın belge ve senetlerini) dikkate almadan söylersek, hepsi doğru da olabilir, bazı bölümleri zayıf da olabilir. Ancak asıl sorun buradan sonra başlıyor. Biz yine meşhur olduğu haliyle olayı nakledip ardından tahliline geçeceğiz:
Evet, deniliyor ki Benî Kurayza son çare olarak, eski dostluk ve ahbaplıklarına dayanarak, belki onların lehine olabilecek bir karar verir umuduyla İslam öncesi müttefik oldukları Avs kabilesinin reisi Sa’d bin Muaz’ın hakemliğini önerdiler; Resulullah da kabul etti, ama beklemedikleri halde Sa’d onların aleyhine hüküm verdi. Yani buluğa ermiş bütün erkeklerinin öldürülmesine, kadınları ve çocuklarının esir edilmesine ve mallarının ganimet alınmasına hükmetti. Bunun üzerine sayıları 450 ila 900’e kadar söylenen Benî Kurayza erkekleri Resulullah’ın emriyle Hz. Ali ve Zübeyr bin Avam eliyle öldürülüp Medine pazarına yakın bir yerde kazılan bir hendeğe atıldı…
Bütün detaylarını anlatma gereği duymadığımız hikâyenin devamı da var, ama asıl eleştiri konusu olan ve muhalifler tarafından temcit pilavı gibi ısıtılıp ortaya sürülen kısmı bu yüzlerce erkeğin o şekilde öldürülmesidir.
Âlimlerimizden birçoğu meşhur rivayetleri dikkate alarak birtakım cevaplar vermeye çalışmışlardır. Bu cevaplar bazı açılardan ikna edici olsa dahi yine de bazılarının aklındaki çiğlikleri gidermeye yeterli olmayabiliyor. Belki de bazıları bu yüzden onca cevaba rağmen iddia ve eleştirilerini devam ettiriyorlar.
Ama son zamanlardaki bazı muhakkik âlimlerimiz ciddi, geniş ve derin araştırmaların neticesinde bu konuda nakledilen ve maalesef muhalif İslam düşmanlarının elinde koz olarak kullanılan rivayetlerin esasında uydurma ve abartı olduğunu sağlam delillerle ortaya çıkarmışlardır. Bu yüzden de biz yazının başlığı için “Benî Kurayza Masalı” ismini seçerek baştan buna işaret etmek istedik. Şimdi sözü bundan fazla uzatmadan bu araştırmaların bir özetini sunarak kararı okuyucunun hür vicdanına bırakacağız:
1- Öldürülen Yahudi sayısı ve keyfiyeti hakkındaki nakillerin hepsinin kaynağı Muhammed İbn-i İshâk’ın “Siyer” kitabıdır ve ondan önce hiçbir raviden bunlar nakledilmemiştir. İbn-i İshak ise Hicri 151’de vefat etmiştir, yani 135 yıl o olaydan sonra. Tarihten haberi olanlar bilir ki o döneme “TEDVİN” (yazılma) dönemi denmektedir. Yani o dönemin müellifleri daha çok rivayetleri toplamakla meşgullerdi ve “TAHKİK” dönemi çok daha sonra başlamıştır.
Evet, o dönemdeki müellifler, rivayetlerin senedinde kopukluk olup olmadığına veya senetteki ravilerin güvenilir olup olmadığına ve benzeri hususlara çok fazla dikkat etmeden rivayetleri bir araya toplamaya çalışıyorlardı. Hatta birçok uydurma rivayet ve tarihi nakillerin kaynaklara girmesindeki asli sebeplerden birisinin bu olduğunu söyleyebiliriz.
İbn-i İshâk’ın konuyla ilgili rivayetlerinin senedinde “Muhammed bin K’ab-i Kurazî” ve “Atiyye Kurazî” isminde, Yahudi ve Benî Kurayza kökenli iki ravinin olması bu rivayetleri daha da düşündürücü ve kuşkulu hale getirmektedir.
Ayrıca meşhur Rical âlimi İbn-i Nedim el-Fihrist kitabında (s. 157-158) İbn-i İshâk’ın nakilde dikkat ehli olmadığını, hatta bazen çok müstehcen şeyleri kitabına aldığını ve birçok rical âliminin onu zayıf olarak addettiklerini nakletmektedir.
2- Kur’an-ı Kerim suça aktif olarak karışmamış kimselerin öldürülmesine asla cevaz vermemiş ve şöyle buyurmuştur:
وَلَا تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍ اِلَّا عَلَيْهَاۚ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۚ
“Herkesin yaptığının sonucu kendisine aittir. Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez…” (En’am, 164)
Dolayısıyla savaşa katılmayan ve belki bundan haberleri bile olmayan yaşlıların, 13-14 yaşlarındaki gençlerin savaş suçlusu büyüklerinin suçuyla suçlanıp cezalandırılması nasıl mümkün olabilir?
3- Yine Kur’an’a göre esirlerin öldürülmesi doğru değildir; şöyle buyurmaktadır:
فَاِذَا لَقٖيتُمُ الَّذٖينَ كَفَرُوا فَضَرْبَ الرِّقَابِؕ حَتّٰٓى اِذَٓا اَثْخَنْتُمُوهُمْ فَشُدُّوا الْوَثَاقَۙ فَاِمَّا مَناًّ بَعْدُ وَاِمَّا فِدَٓاءً حَتّٰى تَضَعَ الْحَرْبُ اَوْزَارَهَا
“Kâfirlerle savaşa girdiğinizde hemen öldürücü darbeyi vurun, nihayet onları çökertince esirleri sağlam bağlayın. Sonra ya karşılıksız bırakırsınız yahut bedel alarak. Ki böylece savaş ağır yüklerini indirsin (sona ersin)…” (Muhammed, 4)
Oysa iddia edilen bu olayda güya yüzlerce kişi (ki kahir çoğunluğu normal Yahudilerdendi) öldürülüyor; geriye kalan kadınlar ve çocuklar ise hiçbir fidye alınmadan satılıyorlar! Yani haşa Peygamber Kur’an’ın koyduğu kurala aykırı davranıyor!
4- Bu olayla ilgili ayette bir gurubun öldürülmesi ve bir gurubun esir edilmesinden bahsediliyor. Önce ayeti görelim:
وَاَنْزَلَ الَّذٖينَ ظَاهَرُوهُمْ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ مِنْ صَيَاصٖيهِمْ وَقَذَفَ فٖي قُلُوبِهِمُ الرُّعْبَ فَرٖيقاً تَقْتُلُونَ وَتَأْسِرُونَ فَرٖيقاًۚ
“(Allah) Kitap Ehli’nden onlara (müşriklere) destek olanları kalelerinden indirdi ve kalplerine korku saldı; onların bir kesimini öldürüyor ve bir kesimini de esir alıyordunuz.” (Ahzap, 26)
Dikkat edilirse, ayette iki fiilden bahsediliyor: “Bir kesimin öldürülmesi” ve “Bir kesimin esir edilmesi”. Ama bunların savaş halinde mi yoksa savaş sonrası mı gerçekleştiği belli değil. Eğer savaş halinde olmuşsa, zaten savaşın doğal halidir; savaşan ya öldürülür ya da esir alınır. Eğer savaştan sonra gerçekleşmişse de yine “bir kesim” tabiri üç kişi de olabilir yüz kişi de. Ayrıca bu ifadeden anlıyoruz ki eğer öldürülenler erkeklerden ise (ki öyledir) onların da hepsi değildir. Zira rivayetlerde iddia edildiği üzere bütün erkekler öldürülmüştür. Hâlbuki ayet bir grubun öldürüldüğünden bahsediyor. Bu da gösteriyor ki öldürülenler savaş kararı alan ve aktif olarak katılan elebaşlarıdır, normal halk değil.
Ayrıca ayette geçen “Te’sirun” (esir alıyordunuz) ifadesi, Arapçada ya sadece erkekler için kullanılır ya da erkek ve kadınlar için birlikte kullanılır. Eğer sadece kadınların esir edilmesi kastedilirse, “Seby” kelimesi kullanılır. Dolayısıyla esir edilenlerin sadece erkekler veya en azından bir kısmının erkek ve bir kısmının kadın olduğunu söylemek durumundayız; zira eğer esirler sadece kadınlar olsaydı bu kelime değil, “SEBY” kelimesi kullanılırdı. Oysa rivayetlerdeki iddiaya göre bütün erkekler öldürülmüş ve kadınlar esir edilmişti.
Bir diğer önemli nokta ayetin başında geçen “Kitap Ehli’nden onlara (müşriklere) destek olanları kalelerinden indirdi.” ifadesidir. Bu ifade açık bir şekilde hem öldürülen hem de esir edilenlerin savaşçılardan olduğunu gösteriyor. Çünkü müşriklere aktif olarak katılıp destek verenler elebaşları ve meydana inen kimselerdi, kalede bulunan yaşlılar, kadınlar ve çocuklar değildi ki?!
Bir de ayette bir edebi nükteye işaret edelim: O da şudur ki Arapça gramerine göre ayetteki “Feriqan teqtulune” cümlesinde fiil olan “teqtulune” kelimesi “feriqan” kelimesinden kural olarak önce olmalıydı. Ama bu cümlede feriqan kelimesinden sonra gelişi bir özel duruma işaret olduğundan dolayıdır; yani özel bir sebebi vardır, o da bu “fariq” kelimesinin ifade ettiği grubun özel bir grup oluşudur, onlar ise Yahudilerin savaşa katılmış elebaşlarıydı.
5- Allah Resulü’nün yaptığı savaşlara baktığımızda hiçbirinde böyle bir muameleyi yaptığı (bütün erkekleri öldürdüğü) görülmüş bir şey değildir. Mekke’nin fethinde İslam ve Müslümanlara onca eza ve cefayı reva gören Mekke müşriklerine, özellikle Ebu Süfyan’a böyle bir muamele yapmamış, “Bugün merhamet günüdür, intikam değil.” diyerek hepsine “Gidin hepiniz özgürsünüz.” buyurmuştu.
Benî Mustalak savaşında yüzlerce esiri azad etmiştir ve Hûneyn savaşında Havazin kabilesinden 6000 kişiyi serbest bırakmıştır.
6- Benî Kurayza’dan önce yine iki Yahudi kabilesi olan Benî Nâdir ve Benî Kaynuka kabileleri defalarca sözleşmeye aykırı davrandıkları halde onlardan hiç birisini öldürmedi ve sürgün edilmeleriyle yetindi; oysa Benî Kurayza o iki kabile kadar sözleşmeyi çiğnememişti. Dolayısıyla bu iki farklı muameleyi nereye koyacağız?
7- Resulullah’ın ihanetçi Yahudilere davranış tarzının değiştiğini farz edelim; peki, Benî Kurayza olayından sonra vuku bulan ve Benî Kurayza’ya kıyasla çok daha ağır çatışmalar ve direnmelerin gerçekleştiği Hayber savaşında Hayber kalesi fethedildikten sonra, neden Allah Resulü Hayber Yahudilerini Benî Kurayza benzeri cezalandırmadı? Oysa mantık olarak onlara daha ağır müeyyideler uygulaması gerekirdi! Ama hiçbir tarihi kaynakta onların savaşan erkeklerinin dışında esir edilen bir kişinin dahi öldürüldüğüne dair bir belge veya nakil yoktur.
Hatta tam tersi bir durum söz konusudur. Zira Ebu Ûbeyd bin Selâm “el-Emvâl” isimli kitabının 247. sayfasında şöyle yazar: “Hayber fethedildikten sonra Allah Resulü hatta Müslümanlara karşı aşırı düşmanlık sergileyen Hayber’deki bazı Yahudi boylara bile (Ebu Hakîk evlatları gibi) sadece kınama mahiyetinde şu cümleleri söyledi: “Ey Ebu Hakîk hanedanı! Allah’a ve Resulü’ne karşı düşmanlığınızı biliyorum, ama bu, önceden diğer dostlarınıza yaptığım muameleden farklı bir muamele yapmama beni itmeyecektir!!”
Bu söz Benî Kurayza olayından sonra söylendiği için açık bir şekilde Benî Kurayza’ya karşı yapıldığı iddia edilen o korkunç muamelenin asılsız olduğunu ortaya koymaktadır, aksi takdirde bu sözün hiçbir anlamı olmaz.
8- İbn-i İshâk öldürülen esir sayısını 900 olarak verdikten sonra bunların öldürülmeden önce Ûsâme bin Zeyd’in, ya da Benî Neccâr kabilesinden bir kadının evinde hapsedildiğini yazmaktadır. Allah aşkına o gün dokuz yüz kişiyi içine sığdıracak kadar büyük evlerin Medine’de bulunduğunu duyan bilen varsa beri gelsin!
9- Yine bu rivayetler arasında şehir içindeki bir pazarın yanı başında büyükçe bir hendek kazıldığını ve öldürülen bu yüzlerce Yahudinin o hendeğe atıldığı söyleniyor. Evvela hem şehir içinde yaşayan insanların, özellikle kadınlar ve çocuklar üzerinde bırakacağı tahribat ve psikolojik travmalar açısından hem de sağlık ve hijyen kuralları açısından bu konularda fevkalade hassas ve dikkatli davrandığı bilinen Rahmet Peygamberinin şehrin orta yerinde böyle bir şeyi yaptığını söylemek, oldukça saçma ve tutarsız bir iddiadır. Ayrıca illa bir hendek gerekiyorsa, yeni bir hendek kazmaya ne gerek vardı; zaten birkaç gün öncesinde çok daha büyük hendekler (savaş için) kazılmıştı ve hazırdı; ayrıca şehrin de dışında ve daha uygun bir yerdeydi!
Saniyen böyle önemli bir vakıa olmuş ve yüzlerce kişi bir hendeğe dökülmüşse, bu yer coğrafi açıdan meşhur olur ve nakillerde yeri ve adresi belirlenirdi. Çok daha önemsiz olaylarda bile böyle olmuşken bu olayda! Olmayışı da aksi delilleri güçlendirmektedir.
10- Yine bu nakillerde bunca esirin hepsinin iki kişinin eliyle öldürüldükleri geçmektedir: Hz. Ali ve Zübeyr bin Avam. Evvela iki kişinin bunca insanı yarım veya bir gün içinde öldürmesi nasıl mümkün olmuştur?
Hadi diyelim ki başarmışlar; peki, böyle önemli olayı gerçekleştiren bu iki şahsiyetin olay hakkında söyledikleri bir cümle dahi hiçbir yerde nakledilmemiştir! Bu garip bir durum değil mi?
Kaldı ki niye sadece iki kişi? Onca sahabi vardı. Neden onlardan yararlanmadı Allah Resulü? Burada da özellikle İslam düşmanlarının büyük bir hınç ve kin besledikleri Hz. Ali’nin adının karalanması planı aklına geliyor insanın.
11- Bir diğer husus şudur: Allah Resulü Medine’ye hicretinden sonra Mekke fethine kadar onca savaşa mecbur kaldı, Bedir gibi, Uhud gibi. Ama bütün bunlarda ölenlerin sayısı, toplamda 386 kişidir ki bunlardan 203 kişi Kureyş ve diğer Arap kabileleri ve Yahudilerden, 183 kişi ise Müslümanlardandır.
Mekke’nin fethinden sonra gerçekleşen, hatta İslam tarihinin en büyük savaşı olma özelliğini taşıyan ve İslam ordusunun 12 bin kişi, düşmanın sayısının ise 30 bin kişi olduğu Hûneyn Savaşı’nda ise Müslümanlardan sadece dört, müşriklerden ise 220 kişi ölmüştür. En az zayiatın olmasına özen gösteren böyle bir peygamberin diğer savaşlara nazaran belki de en önemsiz savaş niteliği taşıyan bir olayda 900 kişiyi gözünü kırpmadan öldürtmesini söylemek hangi akıl mantığa, insaf ve izana sığar?
12- Bu iddiaların bir senaryo olduğu ihtimalini güçlendiren bir husus da bu olay için söylenenlerin Yahudi tarihinde geçen “MASADA” kalesi hikâyesiyle şaşırtıcı biçimde benzerliğidir.
Yahudi masallarında anlatıldığı üzere “Masada”, Yahudilerin Rum (Bizans) İmparatorluğuna karşı giriştikleri ilk isyanda düşen en son kaledir. Sonraları isyancılardan birisin oğlunun önderliğinde 66. miladi yılında Yahudiler kaleyi yeniden ele geçirirler. Ama hükümetlerindeki bozulma nedeniyle zayıflayarak yeniden Bizanslılara yenilirler. Ama kaledeki Yahudiler esir olmayı reddederek kahramanca (!) intihar etmeyi seçiyorlar. Artık kendileri mi intihar ediyorlar, yoksa muhasara edildikten sonra öldürülüyorlar mı orası net değil. Ne ilginçtir ki ölü sayısı da her ikisinde birbirine çok yakın; birisinde 950, diğerinde 900!
Aynı (sahte) kahramanlık Benî Kurayza olayında farklı bir versiyonda tekrarlanmaktadır! Ve ne yazık ki bu sefer Yahudilerin reklamı bizzat bazı gafil Müslümanların eliyle yapılmaktadır. Büyük ihtimal bu hikâyeleri atalarından miras alan bazı gizli veya açık Yahudiler aynı hikâye ve senaryoyu Benî Kurayza olayına uyarlayıp İbn-i İshâk gibi taklitçi ravilere yutturmuş ve yaygınlaştırmışlardır.
Sonuç olarak bu nakillerin kahir çoğunluğunun uydurma olduğu çok açık ve nettir.
Hem Kur’an ayetleriyle örtüşmüyor hem tarihi gerçeklerle örtüşmüyor hem Resulullah sireti, ahlakı ve önceki ve sonraki uygulamalarıyla tezat teşkil ediyor.
Hem de bu nakillerin tek bir kaynağa (İbn-i İshâk’a) dayanması ve onun da rivayetlerinde Yahudi ve Benî Kurayza asıllı ravilerin olduğu, ondan önce de kimsenin bunları nakletmediği gibi yukarıda naklettiğimiz diğer birçok hususu dikkate aldığımızda bunların uydurma olduğu gayet açıktır.
Bu yüzden birçok konuda o günün Yahudi dönmeleri sayılan ve içten içe küfürlerini devam ettiren ve İslam kaynaklarına birçok İsrailiyât denen uydurma rivayetleri sızdıran gizli Yahudilerin (o günün Siyonistlerinin) bir şeytanlığının da bu rakamları şişirerek kendilerini mazlum ve haktan yana, İslam ve Müslümanları ise zalim ve barbar gösterme senaryosu olduğunu söylemek hiç de uzak bir ihtimal değildir. Nitekim günümüzde de Holokost denilen iddiada benzer bir durumu görmekteyiz.
Velhamdu lillahi Rabbilalemin…