.
.
Ehlader Araştırma Bölümü
E. Erdem
Duanın Sırrı, Yalnızca Allah’a Ümit Bağlamaktadır
Dua, insanın Rabbiyle doğrudan iletişim kurduğu kutsal bir ibadet biçimidir. Ancak duanın kabul edilmesi, yalnızca bir talep olmaktan öteye geçer; insanın kalbinin Allah’a tam yönelişi ve samimiyetiyle anlam kazanır. İmam Cafer Sadık’ın (as) ifadeleri ve kutsi hadislerde vurgulandığı gibi, insanlardan ümit keserek yalnızca Allah’a yönelmek, duanın kabul şartlarından biridir. Bu makalede, İmam Cafer Sadık’ın (as) hadisi ve kutsi hadislerden hareketle dua ve tevekkül arasındaki ilişkiyi inceleyeceğiz. Ayrıca Kur’an ayetlerinden istifade ederek, insanlardan ümit kesmenin hikmetini ve bu anlayışın pratik yansımalarını detaylı bir şekilde ele alacağız.
Dua ve İnsanın Kalbi
Dua, sadece dilin hareketiyle ifade edilen bir eylem değil, insanın kalbiyle ve ruhuyla Yaradan’a yönelmesidir. Bu yöneliş, insanın Rabbiyle kurduğu en derin bağın temel taşıdır. Kalbin samimiyeti, ruhun teslimiyeti ve aklın ihlasla Allah’a yönelmesi, duanın Allah katında bir değer bulmasının en mühim şartıdır. Kur’an-ı Kerim’de bu hakikat şu şekilde beyan edilmiştir:
"Rabbinize yalvararak ve için için dua edin. O, haddi aşanları sevmez."[1]
Bu ayet, duanın yalnızca bir söz olmaktan öte, derin bir içtenlik ve edep ile yapılması gerektiğini öğretir. İnsan, duasında ne kadar samimi ve ne kadar haddini bilen bir kul olursa, duası Allah katında o denli yüce bir anlam taşır. Çünkü dua, insanın ruhunu Allah’a ulaştıran bir köprü gibidir; bu köprü ne kadar sağlam olursa, ilahî rahmete varışı da o denli hızlı ve kolay olur.
Ancak kalbi Allah’a değil de dünyevî şeylere bağlı olan bir insanın duası, köksüz bir ağacın meyve vermesi gibi, yeryüzünün karmaşasında kaybolmaya mahkûmdur. Böyle bir dua, gökyüzüne ulaşamaz; çünkü onun dayandığı temel, dünyaya saplanmıştır. Bu hâlde dua, yalnızca bir talep değil, insanın bütün varlığıyla Allah’a yöneldiği bir ibadet ve teslimiyet eylemi olmalıdır. İnsan, duasıyla ne kadar gönülden Allah’a bağlanırsa, Rabbiyle arasındaki bağ o kadar güçlenir. İşte bu güçlü bağ, duanın kabul edilmesinin ilk şartı ve sırrıdır.
Dua, aynı zamanda insanın kalbinde derin bir huzur bırakır; bu huzur, Allah’a olan yakınlığın bir tezahürüdür. Çünkü dua eden insan, Rabbiyle konuşmanın hazzını tadar ve O’nun huzurunda olmanın sükûnetini yaşar. Bu nedenle dua, insanın yalnızca ihtiyaçlarını dile getirdiği bir eylem değil, aynı zamanda ruhunu beslediği ve Rabbiyle bağını kuvvetlendirdiği manevi bir yolculuktur.
İnsanlardan Ümit Kesmek: İmam Cafer Sadık’ın (as) Öğretileri
İmam Cafer Sadık (as), duanın kabulünde insanın Rabbine olan bağlılığını ve insanlardan her türlü beklentisini kesmesini bir gereklilik olarak ifade etmiş ve şöyle buyurmuştur:
“Sizden biri, Rabbi'nden ne dilerse versin istiyorsa, bütün insanlardan ümidini kessin ve sadece Allah'tan ümit ve beklentisi olsun.”
Bu yüce öğreti, insanın Allah ile olan bağına engel teşkil eden dünyevî beklentilerden kurtulmasının ve yalnızca Allah’a yönelmesinin zaruretine işaret eder. İnsanın, kalbinde taşıdığı her türlü dünyevî bağ, Allah’a olan tam teslimiyetini gölgeleyebilir. Bu bağlar, insanın manevi bağımsızlığını zedeler ve Allah’tan beklemesi gereken rahmeti, yaratılmışların sınırlı gücünden beklemesine neden olur. Oysa insanların gücü sınırlıdır; her türlü nimetin kaynağı, her türlü duanın cevabı, yalnızca Allah’ın katındadır.
İnsanlardan ümit kesmek, aslında bir kayıptan ziyade, insanın hakikî özgürlüğüne kavuşmasıdır. İnsan, başkalarına bağlandıkça onların gücüne ve merhametine ihtiyaç duyar hale gelir; oysa yaratılmışların merhameti sınırlı, kudreti ise son derece zayıftır. Yalnızca Allah’ın rahmeti sonsuz, kudreti sınırsızdır. Kur’an-ı Kerim, bu hakikati şu şekilde ifade eder:
"Kim Allah’a tevekkül ederse, O, ona yeter."[2]
Bu ayet, Allah’a duyulan güvenin, insanın tüm sıkıntılarını aşmasında yegâne çözüm olduğunu hatırlatır. Tevekkül eden bir kalp, insanlara değil, yalnızca Allah’a yaslanır ve bu sayede asla pişmanlık ya da çaresizlik hissetmez.
İmam Cafer Sadık’ın (as) öğretilerinde dikkat çeken bir diğer nokta, insanın yalnızca Allah’tan ümit ve beklenti içinde olması gerektiğidir. Bu beklenti, Allah’ın rahmetine olan iman ve tevekkülün bir göstergesidir. İnsan, duasını kabul edecek olanın Allah olduğunu bildiği an, kalbinde huzur ve güven bulur. O’nun rahmeti, kulunun beklentisini boşa çıkarmaz; O, kullarına “çağırın” dediği gibi, çağrılan dualara icabet eden Rahim ve Kerim bir Rabdir:
"Bana dua edin, size icabet edeyim."[3]
İnsanlardan ümit kesmek, aynı zamanda insanın dünyevî endişelerden sıyrılmasını sağlar. Çünkü insanlar, genellikle kendi ihtiyaçlarının esiri oldukları için başkalarına yardımda acizdirler. Oysa Allah, göklerin ve yerin hazinelerinin sahibidir. Kutsi hadiste Allah’ın şu sözleri, bu hakikatin derinliğini ifade eder:
"Hiçbir mahlûk yoktur ki, benim yerime başka bir mahlûka yönelsin; öyle ki, göklerin ve yerin sebeplerini ondan keserim. Eğer benden isterse ona vermem, beni çağırırsa ona icabet etmem. Ancak hiçbir mahlûk yoktur ki, bana yönelsin; öyle ki, gökleri ve yeri onun rızkına kefil kılarım. Beni çağırırsa ona icabet ederim, benden isterse ona veririm ve eğer bağışlanma dilerse, onu affederim."
Bu kutsi hadis, insanın Allah’a olan yönelişinde her türlü dünyevî bağı koparmasının gerekliliğini açıkça ortaya koyar. Allah’tan başkasına bel bağlayan bir insan, ilahî rahmet kapısını aralamakta zorlanır. Ancak Allah’a tam bir teslimiyetle yönelen bir kul, rahmet kapılarını sonuna kadar aralamış olur.
Sonuç olarak, İmam Cafer Sadık’ın (as) bu öğüdü, insanın Allah ile olan bağını güçlendiren bir anahtar gibidir. İnsanlardan ümit kesmek, yalnızca bir tercihten ibaret değil, aynı zamanda ruhsal bir arınmadır. Bu arınma, insanın Allah’a daha yakın olmasını, duasının kabulünü ve Rabbiyle olan bağının derinleşmesini sağlar. Çünkü gerçek güç ve rahmet, yalnızca Allah’ın katındadır; O’ndan başkasına ümit bağlamak, insanın kendisini boş bir beklentiyle oyalamasıdır. Bu yüzden her dua, samimiyetle ve yalnızca Allah’a duyulan güvenle yapılmalı; insan, ihtiyaçlarını sadece Rabbine arz ederek, kalbini ilahî rahmetin sonsuz denizine teslim etmelidir.
Kur’an’da Tevekkül ve Dua İlişkisi
Kur’an-ı Kerim, insanı her türlü ihtiyaç ve sıkıntısında yalnızca Allah’a yönelmeye davet eder. Dua, Allah’ın huzurunda insanın acziyetini dile getirdiği ve O’nun rahmetine tam bir teslimiyetle sığındığı en saf ibadetlerden biridir. Allah, dua eden kullarına olan yakınlığını ve merhametini şu yüce ayetle müjdeler:
"Bana dua edin, size icabet edeyim."[4]
Bu ilahî çağrı, Rabbinin sonsuz rahmetine güvenen her kul için bir umut ışığıdır. Ancak bu vaadin gerçekleşmesi, dua eden kişinin kalbinin yalnızca Allah’a yönelmesi ve tüm yaratılmışlardan ümidini kesmesi şartına bağlıdır. İnsan, duasında Allah’tan başka hiçbir varlığa güvenmemeli, tüm sebeplerin ve sonuçların O’nun elinde olduğunu bilerek O’na tevekkül etmelidir. Bu tevekkül, insanın Rabbine olan derin inancını ve teslimiyetini ortaya koyar.
Kur’an, Allah’ın kullarının sıkıntılarına karşı olan rahmetini bir başka ayette şu şekilde dile getirir:
"Darda kalan kimse, kendisine dua ettiği zaman onun duasına icabet eden, sıkıntıyı gideren ve sizi yeryüzünde halifeler kılan kimdir? Allah ile beraber başka bir ilah mı var? Ne kadar az düşünüyorsunuz!"[5]
Bu ayet, insanın karşılaştığı her türlü sıkıntıda gerçek yardımın yalnızca Allah’tan gelebileceğini hatırlatır. O, darda kalanın duasını işiten ve sıkıntısını giderendir. İnsan, kendisine yardım edecek bir güç ararken, çoğu zaman yaratılmışlara yönelme gafletine düşebilir. Ancak yaratılmışların gücü sınırlıdır; onların yardım edebilme kabiliyeti bile Allah’ın iznine bağlıdır.
Kur’an’ın bu ayetlerinde, tevekkülün ve duanın birbiriyle nasıl ayrılmaz bir bütün oluşturduğu açıkça görülür. Tevekkül, duanın ruhudur; insanın yalnızca Allah’a dayanması ve O’ndan yardım dilemesidir. İnsan, duasında tevekkül etmeksizin Allah’a yönelirse, bu yöneliş eksik bir teslimiyetle yapılmış olur. Oysa kalbin tam bir güvenle Rabbi’ne teslim olması, duanın kabulünü sağlayan en temel şarttır.
Dua eden bir insan, yalnızca ihtiyacını dile getirmekle kalmaz; aynı zamanda Rabbi’ne olan sevgisini, inancını ve bağlılığını da ifade eder. Allah’a tevekkül eden bir kul, yalnızca rahmetin sahibine yönelir ve bu yönelişte büyük bir huzur bulur. Çünkü insan bilir ki, Rabbi onun her hâlini görür, her duasını işitir ve en hayırlı şekilde karşılık verir.
Sonuç olarak, Kur’an-ı Kerim, insanı dua ve tevekkül ile Allah’a bağlanmaya davet eder. Bu bağ, insanın ruhunu güçlendirir, sıkıntılar karşısında sabrını artırır ve duasının kabul kapılarını ardına kadar açar. Yalnızca Allah’a güvenen bir kalp, ne kadar zorlukla karşılaşırsa karşılaşsın, sonunda mutlaka ilahî rahmetle karşılanır. İşte dua ve tevekkül, insanın Rabbine olan yakınlığının en güzel nişanesidir.
İnsanlardan Ümit Kesmenin Hikmetleri
İnsanlardan ümit kesmek, insanın manevi özgürlüğünü kazanmasını sağlar. Bu durum, insanı yaratılmışların sınırlarından kurtarır ve Allah’ın sınırsız kudretine bağlar. Ayrıca, insanın Allah’a olan tevekkülü ve teslimiyeti arttıkça, duasının kabul edilme olasılığı da yükselir.
Kur’an’da Hz. İbrahim’in duası, bu anlayışın bir örneği olarak karşımıza çıkar:
“Rabbimiz! Ancak Sana tevekkül ettik, Sana yöneldik ve dönüşümüz de Sanadır.”[6]
Hz. İbrahim’in duası, insanın Allah’a olan tam bağlılığını ve tevekkülünü ifade eder. Bu durum, duanın kabulünün temel şartlarından biri olan ihlası ortaya koyar.
Dua ve Tevekkülün Pratik Yansımaları
Dua, insanın yalnızca dilinden dökülen kelimeler değil, kalbinin ve ruhunun Allah’a uzattığı bir bağdır. Bu bağ, insanın dünya hayatında karşılaştığı zorluklar ve engeller karşısında onun manevi dayanağıdır. Ancak dua, tevekkülle birleştiğinde tam anlamını bulur. Tevekkül, insanın kalbinde kök salmış bir güven ve teslimiyet hâlidir. Dua, tevekkül ile beslendiğinde, insanı dünyevî endişelerden arındırır, Allah’ın rahmetine tam anlamıyla teslim olmayı öğretir.
Bir kul, sıkıntılar içinde Allah’a yöneldiğinde, sadece yardım talep etmez; aynı zamanda O’na olan güvenini ifade eder. Bu güven, duanın ruhudur. İnsan, yalnızca Allah’a tevekkül ettiğinde, dünyevî sebeplerin ötesine geçer ve ilahî kudretin sınırsızlığına teslim olur. Bu teslimiyet, insanın manevi gücünü artırır ve hayatın zorluklarına karşı daha dirençli olmasını sağlar. Çünkü tevekkül eden bir kalp, Allah’ın yardımına olan inancıyla huzur bulur ve bu inanç, kişinin iç dünyasında bir sükûnet hâline dönüşür.
Sonuç:
Dua ve tevekkül, insanın yalnızca bireysel sıkıntılarına değil, toplumsal sorunlara da çözüm sunar. Allah’a tam teslimiyetle yönelen bir kul, çevresine de bu teslimiyetin huzurunu yansıtır. Duası, yalnızca kendisi için değil, içinde yaşadığı toplumun dirliğine ve huzuruna katkı sağlayan bir rahmet vesilesi hâline gelir. Çünkü Allah’a yönelmek, bireyi daha bilinçli, daha sorumlu bir kul ve insan hâline getirir. Bu sorumluluk bilinci, insanı kendi çıkarlarının ötesine taşır ve onu başkalarının iyiliği için çalışan bir toplumsal hizmetkâr hâline dönüştürür.
Duanın tevekkülle birleşmesinin bir diğer yansıması da insanın, her türlü dünyevî beklentiden özgürleşmesi ve yalnızca Allah’a dayanarak hareket etmesidir. Tevekkül eden bir insan, başarısının veya kurtuluşunun, yalnızca Rabbine olan bağıyla mümkün olduğunu bilir. Bu bilinç, insanı dünyevi kaygılardan arındırarak daha özgür ve daha güçlü kılar.
Dua, insanın Rabbi ile kurduğu en derin iletişimdir ve tevekkül, bu iletişimi destekleyen en güçlü temeldir. Bir dua, tevekkülle birleştiğinde, yalnızca bir talep değil, aynı zamanda bir teslimiyet eylemine dönüşür. Bu teslimiyet, insanın Rabbiyle arasındaki bağı kuvvetlendirir ve duanın kabul kapılarını aralar.
Kur’an-ı Kerim’de Allah, kullarını tevekküle ve yalnızca kendisine dua etmeye çağırır. İnsanlardan ümidini keserek yalnızca Allah’a yönelen bir kalp, hem dünyevî bağlardan özgürleşir hem de ilahî rahmetin huzurunu bulur. Tevekkül, duanın ruhudur; dua ise tevekkülün dile gelen şeklidir.
Bu anlayış, insanın hem bireysel hem de toplumsal yaşamında etkili sonuçlar doğurur. Çünkü Allah’a tevekkül eden bir kul, yalnızca kendi huzurunu değil, aynı zamanda çevresinin de huzuruna katkı sağlar. Bu nedenle dua ve tevekkül, insanın manevi yolculuğunda vazgeçilmez iki rehberdir. Bu rehberlik, insanı hakikate, huzura ve Allah’a daha da yaklaştırır; ona dünya ve ahiret saadetinin kapılarını aralar.
- - - - - - - - - - -