.
.
Bismillâhirrahmânirrahîm
Yaşadığımız dönem içerisinde çocukların eğitimleri ve yetişmeleri ile ilgili olarak karşılaşılan en büyük sorunlardan birisi, anne ve babaların çocuklarına hayatın zorluklarını ve bu zorluklar ile karşı karşıya kalındığı vakit nasıl mücadele etmeleri gerektiği bilincini vermemeleridir.
Çocukların eğitim ve terbiye alanında en büyük öğretmeni konumundaki anneler için dahi evlâtlarının hayat serüvenindeki başarı ölçüsü, maalesef sadece ve sadece tahsil hayatındaki başarısıdır. Öğrencilik hayatında evlâtlarının başarısı için hiçbir fedakârlıktan kaçınmayarak büyük meblağlar ödemeye razı olup her türlü zahmete katlanmaktadırlar. Böylece Kur'ân-ı Kerim'in de ifade ettiği “İnsan için emeğinin karşılığı verilir.” prensibi doğrultusunda üniversitenin güzel bölümlerinden birini kazanan kız çocuğu veya delikanlı artık doktor bey, doktor hanım ya da mühendis gibi etiketler alarak hayat sahnesindeki rolünü almaya başlıyor.
Peki acaba üniversitede elde edilen başarı, doktorluk ya da mühendislik gibi etiketler insanoğlunun hayat serüvenindeki başarı ve karşılaştığı zorlukları aşma noktasında yeterli olabilir mi? Bu sorunun cevabını bulmak için üniversitelerin öğrenci yurtlarını, kampüsleri, aile mahkemelerini ziyaret etmek yeterli olacaktır. Görülecektir ki tahsil hayatında başarıdan başarıya koşan insanların birçoğu, hayatın gerçekleri ile yüzleştikleri zaman bu durumu içinden çıkılmaz bir vaziyet olarak görerek bu yükün altından kalkamaz olurlar. Onların zamanla toplumsal hayatta karşılaşacakları sorunlar sonucu meydana gelen inanç bozukluğu, fikir çıkmazlığı ve toplumda uyumsuzluk, diğerlerinin hak-hukukunu gözetmemek veya ailevî problemler gibi daha bin bir sorunlar yumağı karşısında, başarılarını arzulayan anne ve babalarının, kendilerine ne gibi önlemler almaları ve nasıl hareket etmeleri bilincini vermemelerinden kaynaklanmaktadır. Buna göre doktor bey veya doktor hanım gibi etiketlere sahip insanlar, acaba hayatın gereksinimlerinden bihaber, toplumsal örf ve geleneklerden yoksun, ahlâkî ve dinî kurallar hususunda altyapıdan uzak ve bilinçsiz olunduğunda içerisinde bulunduğumuz toplumun hangi sorununu çözebilirler? Bununla birlikte maalesef günden güne boşanma ile sonuçlanan evliliklerin gözle görülür derecede artması da tüyler ürpertici boyutlara ulaşmaktadır.
Her ne kadar insanın hayatında tahsil önemliyse, hayat tecrübelerinin de insanlara öğretilmesi ve hayata pişkin bir vaziyette atılması da bir o kadar önemlidir. İnsanın tahsili iş hayatını olumlu yönde etkiler ve onu alanında başarılı kılar ve bu, bir insan için gerekli olan vasıflardan birisidir. Bununla birlikte hayat tecrübelerinin de karşılaşılan zorluklarla mücadele etme ve hayata yenilmeme noktasında büyük bir rol oynadığı da inkâr edilemez bir gerçektir.
İnsanlar ile uyum içerisinde yaşamak, öfkeyi yenebilmek, zorluklara karşı tahammül ve bunun gibi hayatın gerçekleriyle yüzleşme noktasında insanın hayat dersine ve tecrübelerine muhtaç olduğu göz ardı edilmemelidir. Eğer sizler başarılı bir evlilik için gerekli olan sıfatların fihristini çıkarmak isterseniz, hiçbir zaman fihristin en başına bugünkü standart okul eğitimini veya zekâ gibi yetenekleri yerleştirmezsiniz. Şüphesiz, toplumsal hayat tecrübesi, sorunlarla mücadele ruhu, sentez gücü, problemlerin çözümünde nicelik ve nitelik analizi yapabilme ve sorunların çözümünü uzun vadeye yayarak daha rahat çözüme kavuşturabilme yeteneğini gibi çeşitli etkenleri bu fihristin en üst sıralarına koyacaksınız.
Kısacası unutulmamalıdır ki okul hayatındaki başarı ve IQ'nün yüksek oluşu, hayattaki başarının yegane sebebi değildir.
Son zamanlarda Avrupa ülkelerinin eğitim ve öğretim sisteminde yaşanan ciddi sorunlar nedeniyle başlatılan çeşitli inceleme ve araştırmalarda sistemin sadece öğrencinin kapasitesi üzerine yoğunlaştığı neticesine varmışlardır. Araştırmacılar bu inceleme sırasında 14 öğretmenini öldüren Almanyalı öğrencinin zihinsel olarak yüksek kapasiteye sahip olduğunu, konuları anlamada herhangi bir sorun yaşamadığını ve yüksek notlar aldığını gördüler. Bu yüzdendir ki Daniel Guelman'in en çok satan “Duygusal Zekâ” adlı kitabında zekânın ve kapasitenin bir duygu olduğu yazılmıştır. Zira bulunduğu ortam ve yaşadığı çevre itibariyle kişinin hayatında nasıl hareket edeceğini kontrol altına alan, duygularıyla örtüşmüş zekâsıdır. Dolayısıyla insanın beynini kontrol altına alan duygu ve bu duygunun harekete geçirdiği zekâ sonucu, ortaya birçok istenmeyen olayların çıkması da kaçınılmazdır.
Ardından Daniel Guelman, insanın diğerleri ile arasındaki diyalog, hayat zorluklarını aşmada geniş vadeye yayabilme hissi, toplumun sorunlarıyla ilgilenme, diğerlerinin yardımına koşma, bilinçli ve yerinde tepkilerle zorlukları ve stresleri yenebilme gibi daha birçok toplumsal yeteneklere sahip olduğunu, bu yeteneklerle bütünleştiği takdirde de başarının kaçınılmaz olduğunu savunmakta ve tüm bunların, duygusal zekânın ayrıntıları olduğu görüşünü taşımaktadır.
Guelman, insan zekâsını mantık ve duygu eksenli kabul ederek iki sınıfa ayırmış ve bu iki eksenin birbirinden farklı şekilde işleyiş mekanizması olduğu görüşünü savunmuştur. Ona göre, duygularını kontrol altına alabilen çocuklar okul hayatlarında diğerleriyle uyum sorunu yaşamamakla birlikte başarıyı yakalama oranları daha yüksek olacaktır. Guelman, bizlere araştırmalarından bir kesit sunuyor ve şöyle neticelendiriyor:
"Küçük yaştaki öğrencileri bir odaya toplayarak kendilerine duygularına gem vurma konusunda, içlerinden her geçeni hemen yapmalarının bazen çeşitli sorunlara sebep olacağına dair bazı bilgiler verdik. Sabır konusunda ve bazı isteklerin geniş vadeye yayılarak daha rahat hareket alanı oluşturacağına dair konuşmalar geçti aramızda. Ve ardından her birinin önüne birer tatlı koyduk. Kendilerine odadan dışarıya çıkacağımızı ve 20 dakika sonra geri döneceğimizi söyledik. Gelinceye kadar önlerindeki tatlıyı yemeyenlere bir tane daha tatlı vereceğimizi bildirerek odayı terk ettik. Aradan yirmi dakika geçtikten sonra geri döndüğümüzde, çocukların bazılarının tatlılarını bizden hemen sonra yediklerini, bazılarının ise öylece beklediklerini gördük. Üzerinde çalışma yaptığımız bu öğrenciler lise çağına geldiklerinde, 4 yaşında iken duygu ve isteklerini kontrol altına alabilen öğrencilerin büyüdüklerinde daha başarılı, halk arasında sevilen, güvenilir ve kendi başına hareket edebilen insanlar oldukları gözlenmiştir; toplumsal hayatlarındaki başarı, oturmuş bir kişilik, sorunların üstesinden rahatlıkla gelebilme gibi daha birçok hayat tecrübesine sahip birer faydalı insan olarak toplumdaki yerlerini aldıkları görülmüştür. Fakat bunun tam tersi olan diğer grubun öğrencileri, çok basit duygusal sorunlarla boğuşmakta, onların üstesinden gelememekte, inatçı, uyumsuz ve stres deryasında boğulan insanlar haline gelmiştiler."
Aynı şekilde Guelman insanlarda gözlemlenen öfke, asabiyet, bitkinlik, suça meyil sebeplerini de insanın duygularını kontrol altına alamamasından kaynaklandığını belirtmektedir. Buna göre çeşitli eğitim ve öğretim programlarının düzenlenmesinin yanı sıra çocuklara hayat dersleri, kişiliklerinin şekillenmelerinde sorunları nasıl aşabilecekleri, duygularını kontrol altına alabilmeleri konusunda dersler verilmeli ve bu vesile ile çocukların sorunları anlaşılarak çözüme kavuşturulabilmelidir.
İnsanlar his ve duygularının hangi yönde olduklarını anlayabilir, dolayısıyla öfke ve sinir gibi kötü huylarını kontrol altına alabilirler. Bununla birlikte insanlar ile iyi geçinmenin yollarını arayarak iyimserlik, toplumsal sorunları kavramanın ve toplumla iç içe yaşamanın gereksinimleri konusunda mesafe kat edebilirler.
Guelman'ın bu araştırmasının bizim için ne denli değerli olduğu ise, yaptığı deneylerde zekânın kısıtlı bir hareket alanı olduğu ve İQ'nun yüksek oluşunun hayat safhasında başarı sağlayabilmede yetersiz olduğu görüşünü ispat etmesi nedeniyledir.
Duygusal zekâ denildiğinde, akla ilk gelen, kişisel beceri ve yetenektir ki gelişim sürecine tâbi tutulduğu vakit çeşitli vesileler ile kullanılarak hayatımızı daha renkli ve yaşanabilir kılacaktır.
Bu yüzdendir ki aileler çocuklarının zihinsel anlamda gelişmelerine katkıda bulunarak tahsil alanında başarı sağlamalarında yardımcı oldukları gibi, kişisel yeteneklerinin gelişmesinde ve hayat tecrübelerinin artmasında da yardımcı olmaları gerekmektedir.
Bu süreç, çocukların ilerleyen zamanlarda karşılaştıkları problemlere çözüm üretme noktasındaki güçlerini ikiye katlayacağı gibi hiç şüphesiz sorunlar yumağında boğuşan bir toplum için faydalı ve örnek insan olmalarını da beraberinde getirecektir. Başka bir ifadeyle beyan etmek gerekirse, anne ve babalar unutmamalıdırlar ki, bugünün çocukları yarının anne ve babaları ve ülkenin sancağını teslim alacak kimseler olacaklardır. Öyleyse anne ve babalar çocuklarının durumlarını göz önünde bulundurarak geleceğin annelerini, babalarını şimdiden topluma kazandırmak uğruna büyük bir eğitim programına tâbi tutmaları gerekmektedir.
İşte geleceğin teminatı gözüyle bakmamız gereken çocuklarımızın ihtiyaçları olacak ve karşılarına çıkacak sorunları çözmek için gerekli tecrübe ve yeteneklerini geliştirmeli ve toplumsal bir vazife olarak onların gelişimlerinde yardımcı olmalıyız.
Bakın muttakilerin imamı Hz. Ali (a.s) ne güzel buyurmuştur:
“Yeni oluşan toplum için en güzel eğitim, büyüdüğünde kendisine gerekli olanın öğretilmesidir.”[1]
Yani henüz küçüklük döneminde iken geleceği düşünülerek hareket edilmeli. Büyüdüğünde yükleneceği idarî sorumluluklar, toplumsal sorumluluklar, aile sorumluluğu vs… göz ardı edilmeyerek düzenli bir program ile bu gibi ileriye dönük gereksinim duyulan özellikleri kendisine kazandırılmalı ve mahrum bırakılmamalıdır.
Buna göre Hz. Ali'nin (a.s) buyruğundan çıkan netice şudur ki, çocukların ve gençlerin eğitimlerine verilecek önem, ilk sırayı almalıdır. Bu eğitim kız olsun, erkek olsun gencin ileriye yönelik ihtiyaçlarını karşılayan, sorunlarını çözmede yardımcı olan, toplumsal hayatla kendisini iç içe kılabilecek ve olası sorunlar karşısında kararlılık ve çözümlülük arz eden bir eğitim sistemi olmalıdır.
Genç bir kız gelecekte ne gibi görevleri ifa edecek ise, o bilinç ile hareket edilerek kendi görev alanlarında yetiştirilmelidir ki, ileride karşılaşacağı sorunların üstesinden gelebilsin. Aksi hâlde sorunlar yumağı karşısında şaşkın, ne yapacağını bilmez ve güçsüzlük hissi kendisine galip gelecektir.
Maalesef bu mesele günümüzde çok ciddi olarak eğitim ve öğretim programlarında gözle görülür derecede sorun hâline gelmiştir. Hiç şüphesiz bu sorumluluk, eğitim ve öğretim kurumlarından sorumlu şahıslardan tutun, din bilimcileri adı altında medyada boy gösterenlere ve dahası aydın görüşlü (!) (görünüşlü) kimselerin sorumluluğundadır. Zira onlar ellerindeki olanakları, gençleri psikolojik ve ahlâkî yönde eğiterek topluma kazandırabilme gücüne sahiptirler.
Toplumun kanayan yarası hâline gelen gençlerin bu durumu, hayatı yeteri kadar tanımaması ve karşılaştıkları sorunlarla mücadele edememelerinin sebebi, henüz yetişme döneminde iken ileriye dönük olarak önlerine çıkacak problemler karşısında hazırlanmadıkları içindir. Problemlerin çözümündeki yetersizlik, psikolojik sorunları da beraberinde getirdiği için yaşanan sorunların üstesinden gelmekten ziyade ondan kaçış yolunu aramaktadırlar.
Millet olarak sağlam aile temellerimizle övünürken, maalesef yaşanan bu olaylar ve yukarıda da belirtildiği gibi veriler, artık ülkemizde boşanmaların çok üst seviyelerde olduğunu ve yıkılan yuvaların ise maalesef gençlerin bilinçsiz ve hayat tecrübelerinin olmayışından kaynaklandığını göstermektedir.
Tüm bu belirtilen hususlara binaen, eğitim-öğretim kurum ve kuruluşlarında çocuklar ve yetişkinlere özel olarak hayat bilgisi dersleri, yetenek geliştirici konular işletilmeli ve bu hususlar üzerinde çok titiz bir çalışma yürütülerek toplumun kanayan yarası hâline gelen sorun ortadan kaldırılmalıdır. Bununla birlikte faaliyet alanı aile ve toplum üzerine kurulu resmî ve sivil örgütler bu konuyu dikkatle ele almalı ve insanları bilgilendirmeye yönelik çalışmalıdırlar.
Dine Bağlılık
Namaz, iffet, hicap, sadakat, doğruluk, tevazu, güzel huy hiç şüphesiz insanoğlunun hayatını kontrol altına alan, insanı psikolojik olarak rahatlatan ve bununla birlikte daha rahat düşünme ve kavrama özelliği veren ibadetlerdir. Bununla birlikte din ve kültür etkinliklerinin artması insanın yeteneklerinin, becerilerinin ve kabiliyetlerinin günden güne gelişiminde de önemli rol oynar. Bundan dolayıdır ki insan, huzuru ve mutluluğu yakalayabilmesi için dinî bilgilerini geliştirmekle birlikte ibadetlerinde eksiklik göstermemesi gerekir. Ailelerinde evlâtlarına bu konuda yardımcı olmaları, onları dinden uzak bir yaşamdan uzak tutmaya çalışmaları ve dinî bilgilerle donatarak inançlarına sahip çıkmalarını öğretmeleri gerekmektedir.
Dine olan bağlılık insanın hayat felsefesini oluşturur, hayata bakış ufkunu genişletir, sonuçta insanın huzura kavuşmasında önemli rol oynar. İçinde bulunduğumuz döneme bakılırsa, gizli ve aşikâr düşmanların pençesine düşmüş bir gençlik görmekteyiz ki, bu gençliğin her şeyden önce inancı elinden çıkarılıyor ve ardından benlikleri satın alınıyor. Yol kesiciler misali önlerine çıkacak olan din ve inanç tacirlerinin pençesinden kurtulabilmeleri için gerekli bilgi ve inanca sahip olmayan bir gençlik acaba düşmanın çeşitli taktikleri karşısında nasıl bir mücadele örneği sergileyebilirler? Sonuç itibariyle dinî bilgilerin noksanlığı ve inanç zayıflığı her şeyin kırılma noktasıdır. Her türlü kötülüğün, zarar ve ziyanın girdiği kapıdır.
Anne ve babalar unutmamalıdırlar ki, çocukların kötülüklerden korunması için gerekli yol, dindir. Hz. Ali'nin (a.s) de buyurduğu gibi: “Din insanı kötülüklerden koruyan bir bekçidir.”[2], “Dinin gereksimi takva ve yakindir.” Zira bunlar en güzel iyiliklerdir ve bunların vasıtası ile insanlar en yüksek derecelere ulaşırlar.[3]
Hz. Ali'nin buyruğundan da anlaşıldığı üzere insanın ulaşmak istediği en yüksek mertebelerin anahtarı hiç şüphesiz dindir. İnsanlar din vasıtası ile fesat ve kötülüklerden korunurlar.
Anne ve babalar bu gerçekleri göz ardı etmemeli inanç ve din konularında evlâtlarını donatmalıdırlar. Maalesef çeşitli maslahatlar sebebiyle dini bilgilerden yoksun bırakılanlar zamanla fesada ve hüsrana uğramışlardır. Zamanı gelince öğrenir prensibi ise insanların bu hüsrana uğramasına davetiye gibi olmuştur.
Üniversite sınavlarının kazanılması gerektiği hususunda yaptığımız baskıyı, konuşmaları, uyarıları dikkate alırsak, acaba din ve inanç konusunda da aynı önemi gösteriyor muyuz diye düşünmemiz gerekir.
Üniversiteyi kazanamazsan işsiz kalırsın, perişan olursun, geleceğin olmaz, mutlu olamazsın, her şey senin bu üniversite sınavını kazanmana bağlı gibi sözlerle sürekli çocuklarımızın belleklerinde başarıyı yer ettirmeye çalışmamız, aslında onları ne kadar kötü etkilemektedir bir bilsek?!
Fakat bu sözleri söylediğimiz kadar inanç noktasındaki ilgisizliğimiz had safhada olmasıyla birlikte yine de evlâtlarımızın dine düşkün olmasını beklemekteyiz. Hâlbuki işin özüne inildiği zaman, hayatta başarının tüm sırrının inanç ve din bilgisinden geçtiği gerçeğinin göz ardı edilemeyeceğini görmekteyiz.
Din öğretilerinde üzerinde en çok durulan konu, dinî bilgilerin yaygınlaşmasıdır; çünkü bununla birlikte güvenlik ve huzur da toplumda sağlanmış olacaktır.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dinden ayrı düşmek, huzur ve güvenlikten uzaklaşmaktır.“[4]
Başka bir hadisinde de, “Dini olmayanın kurtuluşu olamaz.” buyurmuştur.[5]
Aileler, din ve inanç noktasında gerekli eğitimi evlâtlarına vermeli ve bununla gelecekteki en büyük kalelerini koruma altına almalıdırlar.
“Biliniz ki, din kalesini koruduktan sonra dünya malınızdan başka sizin hiçbir şeyinize zarar gelmeyecektir. Aynı şekilde unutmayınız ki dininizi kaybettiğinizde, dünya işleri uğruna koruduğunuz malınızın da size hiçbir faydası olmayacaktır.”[6]
Dikkat edilmesi gereken bir husus da ailelerin çocuklarını İngilizce, bilgisayar veya diğer çeşitli meslek okullarına kayda değer meblağlar ödeyerek göndermeye razı olmaları, buna karşın din eğitimi ve öğretisi çatısı altında faaliyet merkezlerine göndermekten kendilerini uzak tutmalarıdır. Bunun sebebi ise, henüz dinî bilimlerin ve inancın hayatın tüm merhalelerinde insanın kurtarıcısı olduğunu kavrayamamalarıdır. Ayrıca din adına söz sahibi olanların güvenilir olmaması ve dinî kurumların din adına taassup ve bağnazlık kokan yapıları ve zikir meclislerinin ötesine geçmeyen bir din anlayışına sahip olmaları da insanların dinden uzak kalmasında önemli rol oynamaktadır.
Hiç şüphesiz dünya ve ahiret saadetini insanlara sunan, insanı tüm alanlarda başarılı kılan etken dindir. Bu anlayış olmadığından dolayı evlâtlarımızın üzerinde diğer alanlara yönlendirme noktasında gösterdiğimiz ihtimamı din ve inanç konusunda göstermiyoruz. Din ve inanç bilgilerinden yoksun olarak büyüyen ve belirli bir çağa gelen evlâtlarımız da inanç ve kültür sorunları yaşadığı için hayatta içinden çıkılmaz zorlukların pençesine düşüp, çeşitli akımların seline kapılarak yeni arayışlar içine gireceklerdir.
Buna göre inanç ve din anlayışının kuvvetli olması demek, kültürel savaşların yaşandığı günümüzde güçlü ve sağlam ayakta kalabilmek demektir. Bu da ancak Kur'ân ve Ehlibeyt'e bağlılık ile mümkündür. Eğitmenler için en güzel fırsat ise, küçük yaştaki tertemiz gönüller üzerinde nakış işlercesine dinî öğretileri öğretmek ve çocukları Kur'ân ile tanıştırmaktır.
İmam Ali'ye (a.s) göre dinî eğitimin ilk taşı, çocukluk döneminde iken Kur'ân öğretimi, fıkıh, ilâhî helâl ve haramları tanıtmaktır. Bu yöntemi ise kendi oğlu İmam Hasan (a.s) için de uygulamıştır. Zira İmam Hasan'a şöyle buyurmuştur: “Ben senin eğitimine Kur'ân'ı tanıma, tefsiri ve ilâhî hükümleri öğreterek başladım.”
Kısacası insan her ne kadar dinini iyi bilir ve hükümlerine vakıf olursa, karşılaşacağı zorluklar karşısında dinini koruması daha da kolaylaşır. Bugün ülkemizde var olan özgürlükten yararlanan misyonerlerin, misyonerlik faaliyetlerinden çekinmemelerin ana sebebi, gençlerimizin kendi dininden cahil ve habersiz oluşları değil mi? Yine AB'ye girmeye karşı çıkanlar bu sebeplerden dolayı karşı çıkmıyorlar mı? Hz. Ali'nin de buyurduğu gibi: “Dini bilmenin faydası, dinin korunma ve bekasıdır.”[7]
Başka bir rivayette ise, “Yüce Allah bir kuluna hayır ve ihsanda bulunmak isterse, onu dinde fakih kılar.” buyurmaktadır.
Konuyu İslâm dünyasının en büyük öğretmeni olan Hz. Resul-i Ekrem'in (s.a.a) nurlu sözleriyle özetlemek gerekirse, şu rivayete dikkat çekmemiz yerinde olacaktır: Resul-i Ekrem (s.a.a) çocuklara bakarak şöyle buyurdu: “Yazıklar olsun ahir zaman çocuklarının anne ve babalarına!” Birisi şöyle dedi: “Onların müşrik babalarından mı şikâyetçisiniz?” Resulullah, “Hayır! Onların mümin olup dinî bilgileri çocuklarına öğretmeyen babalarından şikâyetçiyim. Aynı zamanda çocukların kendi isteğiyle dinî öğrenmeye yeltendiğinde karşı çıkacaklarından şikâyetçiyim, dünyanın bu değersiz nimetlerine kapılarak buna kanaat edenlerden şikâyetçiyim. Ben bu tür babalardan ve onlar da benden uzaktırlar.” buyurdu.[8]
Günümüzde gençlerin hayat serüveninde yaşadıkları sorunlar, henüz küçük yaşta iken aileleri tarafından din ve inanç noktasında eksik bırakılmalarından, sadece ve sadece birtakım ucuz dünya menfaatlerine kapılmalarından kaynaklanmaktadır. Bu acı gerçek ise, günümüz gençliğini esir almıştır.
[1]- Şerh-i Nehcü'l-Belâğa, İbn-i Eb'il-Hadid, c.20, s. 333, Hikmetli Sözler, 817
[2]- Gureru'l-Hikem, s.86
[3]- Gureru'l-Hikem, Tasnif, 1427. h.
[4]- Gureru'l-Hikem, s.86
[5] age., 1435. hadis
[6]- Nehcü'l-Belâğa, 172. Hutbesi
[7]- Gureru'l-Hikem, s, 85
[8]- Mustedreku'l-Vesail, s.35