Düşünce | İslamî Araştırmalar

Hadis Yazımının Yasaklanma Dönemi (I)

Ehl-i Sünnet nezdinde hadis kaydının yasaklanması ve sonuçları..

.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Hadis Yazımının Yasaklanma Dönemi

Hûlefâ-i Râşidin döneminden başlayarak Ömer İbn Abdulaziz’e kadar (hk. 99) devam eden hadis yazmanın yasaklanması tarihin şüphe götürmeyen gerçeklerindendir. Bahis konusu bu yasağın Allah Resulü döneminde olup olmayışıdır ve cevabın evet olması durumunda bu yasağın sebep ve amaçlarıdır. Ehl-i Sünnet hadis araştırmacılarının büyük bölümü bu yasağı Resulullah dönemine kadar uzatarak o Hazret’ten nakledilen bazı rivayetlerle bu meseleye meşruiyet katmaya çalışmışlardır.

Diğer kesim ise bu yasağın ilk halife döneminde getirildiğini kabul edip gayenin İslam ve Müslümanların hayrı olduğunu iddia etmişlerdir. Tarihi gerçekler ise bu meselede siyasi amaçlar olduğunu ve her açıdan İslam’a zarar verdiğini göstermektedir.

Resulullah’ın (saa) hadis yazımını reddettiğini iddia eden rivayetler dışında, hadis yazımına karşı çıkan ilk şahsın Ömer İbn Hattab olduğu tarihi verilerle sabittir. Gerek Ehl-i Sünnet gerekse Şia âlimlerinin doğruladığı vâkâda Resulullah vefat eşiğindeyken sahabi ve Ben-i Haşim’den bazılarının da bulunduğu bir zamanda “Bana kalem kâğıt getirin size benden sonra asla sapmayacağınız bir şey yazayım” talebinde bulunmuş, II. Halife Hattâb oğlu Ömer ise “Bu adam ağrıların etkisiyle sayıklıyor! Kur’an yanımızdadır ve o bize yeter”[1] diyerek buna mani olmuştur.

Resulullah’ın vefatından kısa bir süre sonra I. Halife Ebu Bekir ibn Kuhafe, halktan toplattığı hadisleri imha etmiş ve hadis naklini yasaklamıştır.

Ayşe bu konuda şöyle nakletmişir:

“Babam, Peygamber’in sözlerinden beş yüz hadis toplamıştı, gece uyurken pek rahatsızdı, ben endişelenip neden üzüldüğünü sordum, dedi ki; Kızım yanında olan hadisleri getir! Ben hadisleri getirdikten sonra benden ateş istedi ve onları yaktı.”[2]

Diğer bir rivayette Ebu Bekir’in halka şöyle hitap ettiği nakledilmiştir:

“Allah Resulün’den sözler naklediyor ve bununla ihtilafa düşüyorsunuz. Sizden sonra bu ihtilaflar daha da artacaktır. Allah Resulün’den bir şey nakletmeyin ve size sual eden kimseye “Aramızda Allah’ın kitabı var; helalini helal, haramını haram edinin” deyin.”[3]

Tarihte yazıldığı üzere Ömer İbn Hattâb hilafetinin ilk dönemlerinde rivayetleri toplamak ve derlemek istedi. Sahabeler de onu bu konuda teşvik etse de bir bahaneyle bu işten vazgeçti.

Urve şöyle naklediyor:

“Ömer İbn Hattab Süneni yazmak istediğini belirterek bu işte sahabeler ile meşverette bulundu. Onlar da bu meseleyi olumlu karşılayıp teşvikte bulundular. Ömer bir ay kadar düşünüp Allah’tan yol göstermesini istedi ve bir gün Allah’ın verdiği azimle şöyle dedi: Ben Sünen’i yazmak istedim fakat Allah’ın kitabını bir kenara bırakıp kendi kitaplarına yönelen önceki kavimleri hatırladım. Andolsun Allah’a ki ben Allah’ın kitabıyla başka bir kitabın karışmasına müsaade etmem.”[4]

Böylece hadisleri toplamayıp, o da Ebu Bekir gibi hadis yazımına mani oldu. Bazılarının hadis yazdığını duyunca da onlardan yazdıkları hadisleri getirmelerini ve daha sonra toplanan rivayetlerin yakılmasını emretti.[5]

Hatib-i Bağdadi şöyle nakletmiştir:

“Ömer İbn Hattâb’a halkın evlerde kitaplar ve hadisler bulundurduğuna dair haberler geldi. Bunun yanlış olduğunu bildiren Hattâb’ın oğlu Ömer, halka hitaben şöyle dedi: Ey insanlar yanınızda bazı kitaplar olduğunu duydum. Onların en sağlamı Allah katında en beğenilenidir.

Daha sonra halk ellerindeki kitapları bana getirip görüş belirtmemi istediler. Bu kitaplardaki çelişki ve ihtilafların Ömer tarafından giderileceğini zannediyorlardı. Oysa kitapları getirdikleri vakit hepsini ateşte yaktı.”[6]

II. Halife’nin bu işte oldukça kararlı olduğu, Ebu Mes’ud, Ebu Derda ve Ebu Mes’ud-i Ensari gibi bazı önde gelen şahsiyetleri fazla rivayet nakletmek suçu dâhilinde hapisle cezalandırması[7] ve Medine dışında yaşayıp hadis nakleden kimseleri Medine’ye davet edip çıkmalarına mani olmasıyla anlaşılmaktadır.

Abdurrahman b. Avf şöyle nakletmiştir:

“Ömer İbn Hattab çeşitli şehirlerden çağırttığı Abdullah b. Hüzeyfe, Ebu Derda, Ebuzer, Akabe b. Ömer ve diğer bazı sahabelere “Halk arasında yaydığınız bu hadisler nedir?” dedi. Onlar da “Bizi hadis söylemekten mi men ediyorsun” diye karşılık verince “Hayır, benim yanımda olun ve ben ölünceye dek yanımdan ayrılmayın. Ben sizden ne öğrenip ne öğrenmeyeceğimi daha iyi biliyorum” dedi. Böylece Ömer yaşadığı sürece ondan ayrılmadılar.”[8]

Ömer’in, bu amacı yani halkı rivayet nakletmekten uzaklaştırmak amacıyla birkaç kişiden oluşan heyeti bazı şehirlere gönderdiği nakledilmiştir.

Kursa b. Ka’b şöyle der:

“Ömer bizi Irak’a göndermek istedi ve kendisi de Sırar’a kadar bize eşlik etti. Yolda size niçin eşlik ettiğimi biliyor musunuz diye sordu. Saygı ve hürmetten dedik. Bunun dışında başka amacım da var, o da şu ki; siz Kur’an’a özel sevgisi olan bir halkın diyarına gidiyorsunuz. Onların evlerinden arı kovanındaki sesler gibi sürekli Kur’an sesleri duyulmaktadır. Onlara engel olmayın, hadis ile meşgul etmeyin ve Peygamber’den rivayet etmeyi asgariye indirin.”[9]

Diğer bir rivayette şöyle demiştir: “Peygamber’den pek az rivayet nakledin meğer amellerle ilgili rivayetler hariç.”[10]

Ömer’in bu konudaki şiddetli tavrından dolayı sahabenin çoğu özel durumlar hariç hadis nakletmek ve yazmaktan çekinmişlerdir.

Osman döneminde ise onun ılımlı kişiliği ve bazı tarihi bilgilere göre bu yasağın şiddeti daha azdır fakat yine devam etmiştir.[11] Örneğin özellikle Ebuzer gibi sahabelerin Resulullah’tan herhangi bir hadis nakletmeleri yasaklanmıştır.[12]

* * *

Hadis Yasağını Meşru Göstermek İçin Getirilen Delillerin İncelenmesi

1- Resulullah’a İsnat Edilen Hadisler

Peygamber’in hadis yazımını yasakladığına dair olan rivayetler üç kişiden nakledilmiştir: Ebu Said-i Hudri, Zeyd b. Sabit ve Ebu Hüreyre

Bunlardan en önemlisi ise Ebu Said-i Hudri’den nakledilen rivayettir.

Dr. Rafet Fevzi’ye göre Ebu Said-i Hudri’nin rivayeti dışında bu konuda nakledilen hiçbir rivayet zayıflıktan uzak değildir.[13]

Dr. Mustafa Azami şöyle yazmıştır:

“Hadis yazımını makbul görmeyen hiçbir hadis sahih değil meğer Ebu Said-i Hudriden nakledilen hadis.”[14]

Bu hadis iki şekilde rivayet edilmiştir: Birinci hadiste Resulullah’ın; “Benden Kur’an haricinde hiç bir şey yazmayınız. Kur’an’dan başka benden bir şey yazmış olan varsa onu derhal imha etsin...”[15] buyurduğu rivayet edilmiştir. Diğer hadis ise şöyledir:

“Biz Resulullah’tan hadis yazmamıza izin vermesini istedik fakat o Hazret izin vermedi.”[16]

Zeyd b. Sabit’ten gelen rivayette ise Resulullah’ın hadis yazımını istemediği[17] veya hadis yazılmasını nehyettiği nakledilmiştir.[18]

Ebu Hüreyre’den bu konuda nakledilen rivayet ise üç haldedir:

Birinci rivayet:

“Hadis yazmakla meşgulken Resulullah yanımıza geldi ve: “Yazdığınız şey nedir?” dedi. “Senden işittiğimiz hadisler” deyince Resulullah: “Allah’ın Kitabı’ndan başka kitap mı istiyorsunuz? Sizden evvelki milletler Allah’ın Kitabı yanında başka kitaplar yazdıkları için dalalete düştüler” diye buyurunca Ebu Hüreyre: “Ey Allah Resulü sizden hadis nakledelim mi?” diye sorunca Hazret “Evet” buyurdular, “Benden hadis nakledin, bir sakıncası yoktur. Her kim kasıtlı olarak bana yalan isnat ederse kendisine ateşten yerini hazırlamalıdır.”[19]

İkinci rivayette ise Peygamber’in hadis yazımına karşı çıkmasından sonra yazılan hadisleri bir yere toplayıp yaktıkları nakledilmiştir.[20]

Üçüncü rivayet ise şöyledir:

“Peygamber’e halktan bir kesimin hadis yazdıkları hakkında bilgilendirildi. O Hazret minbere çıkıp Allah’a hamd ettikten sonra buyurdu: “Bu yazdığınız kitaplar nedir. Ben ancak bir beşerim. Bu hadislerden kimin yanında varsa onu yok etsin.” Biz bu hadisleri toplayıp şöyle dedik: “Ey Allah Resulü senden hadis nakledelim mi?” Resulullah: “Hadis nakledin buna bir mani yoktur ve her kim bana yalan bağlarsa ateşteki yerini hazırlasın.”[21]

Ehl-i Sünnet’ten bir çok âlim bu rivayetlerin zayıf olduğunu vurgulamıştır. Bazıları Ebu Said’ten nakledilen hadisin mevkuf veya merfu olduğunu bazıları ise bu hadisin Zeyd b. Eşlem veya oğlu Abdurrahman veya Kesir b. Ziyad gibi bazı râvilerin güvenilirliği hakkında şüphelerini dile getirmişlerdir.

Senetteki zafiyet dışında bu hadisin delaletinde de şüpheler vardır. Örneğin فأبى أن يأذن لى veya فابى أن يأذن لنا cümlesinin Ebu Said-i Hudri’ye hitap olduğu veya Peygamber’in muhataplarıyla ilgili olduğu söylenmiştir.[22]

Öte yandan diğer bazı rivayetlerin zahirinden anlaşıldığı üzere Peygamber’in maksadı hadisin bir sayfada Kur’anla birlikte yazılmamasıdır çünkü bu durum Kur’an’la karışmasına neden olabilir.[23]

Ebu Hüreyre’den nakledilen birinci ve üçüncü rivayette ise hadis nakletmenin gerekliliği Peygamber tarafından vurgu yapılmıştır ve o Hazret’in yasağı uydurma hadislerle ilgilidir.

Yukarıda anlatılan senet ve doğruluk münakaşaları hariç iddia edilen rivayetler özellikle Ebu Hüreyre’nin naklettiklerinden anlaşıldığı üzere bu hadisler halifelerin rivayet yasağı siyasetine destek olmak maksadıyla söylenmiştir. Çünkü halifelerin bu yasak için öne sürdükleri deliller ile rivayetlerde Peygamber’e nispet edilen sözler aynıdır. Önceki ümmetlerin başka kitaplar yazarak kendi kitaplarından uzaklaşmaları, İkinci Halife’nin getirdiği delildir. Kureyş’in ise Abdullah b. Amr b. As’ı hadis toplamaktan menetmek için getirdiği delil Resulullah’ın “Ben ancak bir beşerim” sözü olmuştur.

Abdullah b. Amr b. As olayı şöyle nakletmiştir:

“Ben Peygamber’den duyduğum her şeyi zayi olmasın diye yazıyordum. Kureyşliler bu işe mani olup şöyle dediler: Peygamber’den duyduğun her şeyi mi yazıyorsun? Oysa o sevinçliyken veya üzüntüdeyken konuşan bir beşerdir. Bunun üzerine ben yazmaktan vazgeçtim ve Peygamber’in huzurundayken Kureyşlilerin sözünü hatırlattım. Resulullah bunun üzerine şöyle buyurdular: “Yazmaya devam et, Ant olsun Allah’a ki bundan (mübarek ağıza işaret) Hak’tan başka bir söz cari olmaz.”[24]

Acaba Peygamber’in sözünü itibarsızlaştırmak adına onun düşmanları tarafından ortaya atılan bu iddia önceki rivayette bizzat Peygamber tarafından reddedilmesine rağmen onun kendisi tarafından hadis kitabetine karşı söylenmiş olabilir mi?

Bütün bu meseleleri bir kenara bıraktığımız takdirde bile başka bir soru ile karşılaşıyoruz: Ehl-i Sünnet uleması sonuç itibariyle Resulullah’ın hadis yazımına karşı çıktığına mı yoksa buna müsade ettiğine mi inanmaktalar? Şayet bunun Resulullah tarafından yasaklandığı doğruysa Kütüb-i Sitte ve diğer hadis mecmualarını tedvin edenler hangi izin ile bu işe kalkışmışlardır? Eğer bu hadisler sahih ise hadis yazımını doğrulayan çok sayıdaki rivayetleri nasıl açıklayabiliriz? İşte bu çelişkiden dolayı Ehl-i Sünnet âlimleri hadis yazımını yasaklayan ve izin veren rivayetleri çeşitli metotlarla yorumlamaya çalışmışlardır.

 * * *

Hadis Yazımını Yasaklayan ve İzin Veren Rivayetleri Yorumlama Yöntemleri:

a- İzin verilen rivayetleri unutkanlıkları ile tanınan kişilere has kılmak

Bu görüşü benimseyenler Peygamber’in unutkan kimseler için kitabet izni verdiğine dair bazı rivayetlere istinat etmişlerdir. Ebu Hüreyre’den nakledilen bir rivayet şöyledir:

“Resulullah Mekke fethinden sonra bir hutbe irad etti. Hutbeden sonra Ebu Şat adlı Yemenli bir Müslüman Resulullah’a hitaben bu hutbeyi benim için yazınız diye ricada bulundu. Resulullah da bunu onun (Ebu Şat) için yazınız diye buyurdu.”[25]

Abdullah b. Hanbel’e göre hadis yazımı hususunda bu rivayetten daha sahih bir rivayet varid olmamıştır.[26]

Reşid Rıza’ya göre de Sahih-i Buhari ve Müslim’in naklettiği bu hadis, hadis yazımına dair hadislerin en muteberidir.[27]

Ebu Hüreyre’den nakledilen diğer bir rivayette ise Ensar’dan bir kişi Resulullah’ın huzurunda bir süre kalıp o Hazret’in buyruklarını dinledi ancak hafızası zayıf olduğu için duyduklarını ezberleyemiyordu. Unutkanlığından dolayı Resulullah’a şikâyette bulundu. Resulullah şöyle buyurdu:

“Elinden yardım iste ve daha sonra eliyle yazıya işaret etti.”[28]

Yukarıdaki rivayetlerde görüldüğü gibi Yüce Peygamberimiz hafızası zayıf olan kimselerin hadis yazımına müsaade etmiştir.

Sünni âlimlerinden bazılarına göre hadis yazımına yasak getiren rivayetlerle bu hadisleri bir araya getirdiğimizde yasakçı hadislerin umum için geçerli olduğu, müsade eden hadislerin ise özel kimseleri kapsadığı görülmektedir.

Bu istidlal geçersizdir; çünkü Resulullah’ın hafızası yetersiz kimselere “Yazın” diye buyurmaları onlara has bir durum olmaktan ziyade bunun onlar için önemine vurgu yapmaktır.

Acaba Kureyş’in karşı çıkmasına rağmen Resulullah tarafından hadis yazılması istenilen Abdullah b. Ömer b. As’a hafıza zayıflığından dolayı mı izin verildi? Acaba Ayşe’nin naklettiği üzere babasının Peygamber döneminde yazdığı ve Peygamber’den sonra toplayıp yaktığı beş yüz rivayetin yazımına hafıza zayıflığından dolayı mı izin verilmişti? Acaba Resulullah’ın son günlerinde ümmetin saptırılmaması için yazdırmak istediği hadis tüm sahabelere hitap değil miydi? Acaba orada hazır bulunan Ensar ile Muhacirleri ciddi bir hafıza yetersizliğiile suçlayabilir miyiz? Acaba Resulullah’ın duası sonucu duyduğu tek harfi dahi unutmayan İmam Ali,[29] o Hazret’ten duyduğu rivayetleri daha sonra Kitab-ı Ali diye meşhur olan sahifelerde toplamadı mı?

b- Hadis yazımının kitabet bilgisi olan kimselere has kılınması

Dr. Accac Hatib meseleyi şöyle yorumluyor:

“Hadis yazımının yasaklanması genel olarak ifade edilmiştir oysa izin verilen rivayetler özel durumlar içindir. Yani Abdullah b. Ömer b. As gibi okuma yazması olup bu konuda hata yapma ihtimali bulunmayan kimselere yazma izni verilmiş ve genel manada halkın yazmaması istenmiştir.”[30]

Ona göre Peygamber’in genel siyaseti yazmamaktan yanaydı. Ama Kur’an ile hadisi karıştırmayacak kimseler için kitabet izni verildi.[31]

Önceki yorum için dile getirilen deliller bu görüşü de geçersiz kılmaktadır. Ayrıca sorulması gereken şu ki; eğer hata ve yanlışlıktan maksat nakletmedeki yanlışlık ise bu ihtimali bulunduran kimselerin yani hatalı nakletme ihtimali bulunan kimselerin öncelikli olarak yazmaları gerekmez mi?

Hatalı nakletme ihtimali olan kimselerin herkesten önce yazmaları gerekmektedir çünkü yazmak hata ve yanlışlıktan korunmanın en iyi yoludur. Ve şayet hatadan maksat hadisin Kur’an ile karıştırılması ise bu ihtimal ancak hadisle Kur’an’ın aynı yerde yazılmasıyla mümkün olur. Yazanın Abdullah b. Ömer b. As veya başka bir şahıs olmasıyla değişmez.

c- Yasaklayan rivayetlerin nasih oluşu

Bu yoruma göre hadis yazımına getirilen yasak Peygamber’in son zamanlarında getirdiği bir yasaktır ve daha önce izin verilen rivayetlere nasih koumundadır. Dolayısıyla Peygamber’den sonra hadis yazımı yasaktır.

Muhammed Reşid Rıza şöyle yazmıştır:

Hadis kitabetini yasaklayan rivayetlerle buna izin verilen rivayetler arasında çelişki olduğunu varsaydığımız takdirde, doğru olan birisini nasih olarak kabul etmektir. Bu iki delil ile yasaklayan rivayetleri nasih olarak kabul etmeliyiz:

1- Bazıları hadis yazımından uzak durmayı Peygamber’den sonra sahabenin siyeriyle ilişkilendirmişlerdir.

2- Sahabe hadis yazımı ve yayımına yeltenmemişlerdir. Yaptıkları olsa dahi sonraki nesillere kalmıştır.[32]

Ona göre sahabenin hadis yazımına rağbet göstermemesi hadis yazımının Peygamber tarafından onaylanmamasıyla ilgilidir.

Bu görüş de yanlıştır çünkü evvela Resulullah’ın (saa) son günlerinde hadis yazmak istemesi (Ömer’in muhalefeti ile mani olunan olay) onun hadis yazımıyla ilgili söylediği son sözdür. Ehl-i Sünnet’ten birçok âlim, Peygamber’in bu isteğini hadis yazımına en muteber izin olarak tanımlamışlardır.

Bu olaydan sonra ise Resulullah, hadis yazımına izin veren rivayetlere nasih olması için herhangi bir beyanda bulunmamıştır.

Saniyen şayet yasaklayan rivayetler nasih olsaydı, Peygamber’den sonra hadis yazımını hatta nakledilmesini yasaklayan kimselerin bu iş için bir ay boyunca düşünmeye ve ashabla meşveret etmeğe (Ömer’den nakledildiği gibi) veya “Kur’an ile karışır” veya “Halkın Kur’an’a ilgisi azalır” gibi bahaneler getirmeye ihtiyaçları olmazdı. Ve bu Abdullah b. Mesud gibi kimselerin hadis nakletmesine mani olmak için en basit yol olabilirdi.

Üçüncüsü, bu iddia sahih kabul edilir ise II. asırdan günümüze kadar süregelen hadis yazımını şeriata aykırı ve haram olarak telakki etmeliyiz. Çünkü herkesin kabul ettiği üzere Peygamber’in helal ve haramı kıyamete kadar geçerlidir. Ve eğer hadis yazımı Resulullah tarafından yasaklanmış ise artık kimsenin bu yasağı kaldırmak gibi bir durumu olamaz.

d- İzin verilen rivayetlerin nasih oluşu

Dr. Subhi Salih şöyle yazmıştır:

Hadis yazımının yasaklanması peygamberliğin ilk günlerine özeldir. O dönem Kur’an ve siyer veya ayetlere getirilen tefsir aynı sahifede yazıldığından Resul-i Ekrem (s.a.a) bunların karışmasından endişe ediyordu. Bu yüzden surelerin çoğunun nazil olup Müslümanlarca ezberlenmesi ve bu korkunun bertaraf edilmesiyle “İlmi yazarak tespit (koruyun) edin”[33] diye buyurarak hadis yazımına müsade etmişlerdir.

Bu görüş dâhilinde halifelerin hadis yazımına getirdikleri yasakta Peygamber’den gelen rivayetlere istinat edilemez. Görüldüğü gibi getirilen yorumların hiçbiri ikna edici değildir.

* * *

2- Halkın İhtilafa Düşmesini Engellemek

Birinci Halife Ebu Bekir, kızının niçin hadisleri yakıyorsun şeklindeki sorusuna; “Öldüğümde kendisine güvenip hadislerini sakladığım kimselerin sahih hadis nakletmemelerinden korkuyorum.” diye yanıtlamıştır.[34] Başka bir yerde ise halka hitaben; “Peygamber’den naklettiklerinizde ihtilafa düşüyorsunuz, şüphesiz sizden sonraki halk daha fazla ihtilafa düşecektir. Buna göre asla Peygamber’den hadis nakletmeyiniz.” demiştir.[35]

Görüldüğü kadarıyla bu iddia sadece Ebu Bekir tarafından dile getirilmiş ve diğer halifeler veya Ehl-i Sünnet âlimlerince pek de savunulmamıştır. Bu da iddianın zaafiyeti ve itibarsızlığının bir göstergesidir. Sünni âlimleri genel olarak Ebu Bekir’in endişelendiği olayın yani Peygamber’den sonra Müslümanların ihtilafa düşülmesinin tam aksi hicri kırkıncı yıla kadar Müslümanların itikat ve imanda tam uyum içinde olduklarını lanse etmeğe çalışmaktalar.[36]

Böyle ihtilafların çıktığını ve nedeninin rivayetlerdeki farklı nakiller olduğunu farz etsek dahi acaba bu sorunu gidermenin yolu hadisleri imha edip hadis yazımını yasaklamak mı?

Aslında Birinci Halife’ye şu soruyu sormalıyız; Neticede Müslümanlar çeşitli dini ve şer’i sorunlarına cevap bulabilmek için sünnete ihtiyaç duymuyorlar mı? Eğer ihtiyaç duyuluyorsa sünnet içeren sahifeleri yakarak bu ihtiyaç karşılanır mı? Şayet yazılı olan rivayetler nakildeki ihtilaflar nedeniyle itibarsızlaşıyor ise sünnetin şifahen nakledilmesinde bu ihtimal artmaz mı?

Ayrıca Peygamber’e en yakın zamanda yazılan rivayetler, içerdikleri hatalar nedeniyle itibarsız sayılıp yakılmaları gerekiyorsa Peygamber’den en az bir asır sonra yazılan onlarca hadis mecmuasının itibarlı olduğunu nasıl iddia edebiliriz?

Hatib-i Bağdadi, Ömer’in hadis yazımına getirdiği yasağı şu şekilde yorumlamıştır:

“Ömer bu işi dinde tedbir için uyguladı, çünkü insanların rivayet zahirine uyup asıl manasından uzaklaşacağından endişeleniyordu… Ayrıca Ömer’in hadis nakline gösterdiği tepkinin şiddeti aslında hadisi korumak için olup sahabeden olmayan ve sünnet dışı bir sözü sünnete dahil etmek isteyen kimselere yöneliktir."[37] Açıktır ki Hatib-i Bağdadi’nin delil olarak sundukları, hadis yazımının yasaklanmasından ziyade daha çok hadisin gerekliliğine yöneliktir.

* * *

3- Hadislerin Kur’an-ı Kerim’le Karıştırılma İhtimali

Hadis yazımına mani olunmak için öne sürülen en önemli ve yaygın delillerden biri, hadis ile Kur’an’ın karışma ihtimalleridir. Bu görüşü savunanlara göre; şayet hadis de Kur’an gibi yazılsaydı, Kur’an ile aynı sahifede veya hatta aynı yaprakta yazılabilirdi. Dolayısıyla insanların Kur’an ile birlikte hadisleri okuyup zaman içerisinde bunları karıştırmaları muhtemeldir. Ebu Hüreyre’nin Resulullah’tan naklettiği bir rivayette o Hazret şöyle buyurmuştur:

امحضوا كتاب اللّٰه و اخلصوه

“Allah’ın kitabını tek parça edip başka bir şeyle karıştırmayın.”[38]

İkinci Halife Ömer, getirdiği hadis yasağına Kur’an-ı Kerim ile hadisin karıştırılma ihtimalini delil olarak öne sürmüştür:

و انى و اللّٰه لا البس كتاب اللّٰه بشىء ابدا

“Allah’a Ant olsun ki ben, Allah’ın kitabıyla başka hiç bir kitabı karıştırtmam.”[39]

Ebu Said-i Hudri ise kendisinden hadis yazmasını isteyen kimselere hitaben: “Hadisleri yazmıyoruz ve mushafa eşdeğer kılmıyoruz” veya “Asla hadisleri yazmıyoruz ve Kur’an’dan saymıyoruz” demiştir.[40]

İbn Salaha göre: hadis yazımı hadisler ile Kur’an-ı Kerim’in karıştırılma ihtimaline göre yasaklanmış ve bu ihtimal giderilince yasak kalkmıştır.[41]

Hatib-i Bağdadi bu görüşü şöyle savunmuştur:

Bizden önceki kimseler Kur’an ile Kur’an dışı bir şeyin karıştırılmaması için hadis yazımından sakınmışlardır. Buna göre İslam’ın ilk dönemlerinde bilgi yazımı yasaklanmıştır. O dönemlerde fakih olan veya vahyi başkasından ayırtedecek pek az kimse vardı. Arapların çoğu dini bilgiden yoksun olmakla birlikte bilge kimselerle de beraber olmuyorlardı. Bu yüzden de hadisleri Kur’an-ı Kerim’le karıştırma ihtimalleri vardı.[42]

Samani’ye göre de bu yasak Kur’an ile hadisin karıştırılma ihtimaline göre getirilmiş ve bu ihtimal ortadan kalkınca da hadis yazımı caiz kılınmıştır.[43]

Muasır hadis araştırmacılarından Subhi Salih de bu görüşü benimseyenler arasındadır. Ona göre: Peygamber vahyin ilk dönemlerinde siyeri, sözleri ve açıklamalarıyla Kur’an’ın karışma endişesiyle hadis yazımına mani oldu ve bu özellikle de eğer Kur’an ile sünnet aynı sahifede yazılıyorsa.[44]

Bu görüş de bir kaç açıdan kusurludur:

1- Peygamber’e isnat edilen ilk rivayet hariç, Ömer’den nakledilen rivayetle Ebu Said-i Hudri’nin naklettiği rivayetin zahiri bunların Peygamber’den sonraki dönemlere yani Kur’an’ın vahiy kâtiplerince yazılıp sahifelerde mahfuz olduğu ayrıca çoğu Müslümanlarca hıfz edildiği bir döneme ait olduğunu göstermektedir. Buna rağmen hadis ile Kur’an’ın karışma ihtimalini öne sürüp hadis yazımı yasaklamak doğru mu?

2- Getirilen delillerden zahirine bakıldığında iki yönden karıştırma ihtimalinden bahsedilmiştir:

a- Hadis ile Kur’an’ı aynı yaprak ya da sahifede yazmak suretiyle karıştırma.

b- Müslümanların ilk dönemlerde bilgi yetersizliğinden dolayı Kur’an’ı hadisten ayırt edemeyerek karıştırmaları. Burada ister istemez şu soru akla gelmektedir: Acaba herkes hadisle Kur’an’ı aynı sahifede mi yazıyordu?

3- Bu görüşlerin ana ekseni Kur’an’la hadisin aynı seviyede olmasına dairdir. Böyle olunca hadisle Kur’anı ayırmak mümkün olmaz ve neticede karışıklık olur. Bu iddia Kur’an-ı Kerim’deki kelamın mucizevi boyutunu inkâr etmekle birlikte Kur’an’ın vahiy dışı bir beyanla (hadis olsa dahi) aynı seviyede göstermektedir. Bu açıdan bu deliller esasen batıldır.

Ebu Riye bu görüşü eleştirirken şöyle yazmıştır:

Bu gerekçe hiçbir bilge insan ve hadis araştırmacısı tarafından kabul edilemez. Çünkü bu, belagat ve üslup açısından hadis ve Kur’an’ı aynı seviyede görmektir. Bunu hiç kimse hatta bu görüşü savunanlar bile iddia edemez, bunun anlamı Kur’an’ın mucizevi boyutunu inkar etmektir.[45]

Muhammed Salim Ubeydat, çoğu âlimin hadis yazımındaki yasağı Kur’an ile karışması endişesiyle yorumladığını belirttikten sonra şöyle yazmaktadır: Bu gerekçe geçersizdir çünkü Kur’an-ı Kerim mucizedir ve Peygamber’e nazil olan ilk ayetle birlikte herkes fesahat ve beyanına hayran olmuştur.[46]

Haşim Maruf el-Hasani bu konuda şunları dile getirmiştir:

Bu gerekçeyi öne sürüp Ömer’i haklı göstermeğe çalışanlar aslında diğer taraftan Ömer’e darbe vurmaktalar; Ömer bu kadar mı dar görüşlü ve belagatle beyan şekillerinden bilgisizdi ki Kur’an’ın yüce beyanını anlamayıp onun kalplerdeki hayranlığını görmesin.

- - - - - - - - - - - -


[1]     Sahih-i Buhari, c. 1, s. 54, Sahih-i Müslim, c. 2, s. 16, Müsned-i Ahmed İbn-i Hanbel, c. 1, s. 355

[2]     Tezkiretu’l Huffaz, c. 1, s. 5, Tarihu’l İslam es-Sakafi ve’s-Siyasi, s. 362

[3]     age, c. 1, s. 3, Mealimu’l Müderrisin, c. 2, s. 44

[4]     Takyidu’l İlm, s. 50

[5]     Tabakat-i İbn-i Sa’ad, c. 5, s. 140

[6]     Takyidu’l İlm, s. 52

[7]     Tezkiretu’l Huffaz, c. 1, s. 75, Tedvin es-Sünneti’ş-Şerife, s. 436

[8]     Tarih-i Medinetu’l Dimeşk, c. 4, s. 500, Kenzu’l Ummal, c. 10, s. 293

[9]     Sünen-i İbn-i Mace, c. 1, s. 12, el-Müstedrek a’la’s-Sahiheyn, c. 1, s. 102

[10]    Tarih-i Medinetu’l Dimeşk, c. 67, s. 344, el-Bidaye ve’n-Nihaye, c. 8, s. 155

[11]    O’nun şöyle dediği nakledimiştir: Ebu Bekir ve Ömer’in döneminde duymadıkları bir hadisi kimse nakledemez. et-Tabakatu’l Kubra, c. 2, s. 366

[12]    et-Tabakatu’l Kubra, c. 2, s. 366, daha fazla bilgi için bkz. Tedvin es-Sünnetu’ş-Şerif, s. 423-436

[13]    Tavsiku’s-Sünnet, s. 46

[14]    Diraset fi’l Hadis-i Nebevi ve Tarih-i Tedvinuhu, c. 1, s. 80

[15]    el-Müstedrek, c. 1, s. 127, Müsned-i Ahmed İbn-i Hanbel, c. 3, s. 12 ve 21, bkz. Tedvin es-Sünnetu’ş-Şerif, s. 288-289

[16]    Daha fazla bilgi için bkz. Tedvin es-Sünnetu’ş-Şerif, s. 295

[17]    Sünen-i İbn-i Davud, c. 2, s. 176

[18]    Takyidu’l İlm, s. 35

[19]    age, s. 35

[20]    Müsned-i Ahmed İbn-i Hanbel, c. 3, s. 13

[21]    Takyidu’l İlm, s. 35

[22]    bkz. Tedvin es-Sünnetu’ş-Şerif, s. 300-302

[23]    bkz. age, s. 318

[24]    el-Müstedre’l a’la’l Sahiheyn, c. 1, s. 106

[25]    Tedribu’r-Ravi, c. 2, s. 62

[26]    Tedvinu’s-Sünnetu’ş-Şerif, s. 88

[27]    İzv’a a’lal Sünnet’il Muhammediye, s. 48

[28]    Sünen-i Tirmizi, c. 4, s. 146, Kenzu’l Ummal, c. 10, s. 245

[29]    Nehcü’l Belağa, 22. Hutbe

[30]    es-Sünnet Kabl’e Tedvin, s. 306

[31]    age, s. 306

[32]    İzv’a a’lal Sünnet’il Muhammediye

[33]    Ulumu’l Hadis ve Mustalahu, s. 7-9

[34]    Tezkiretu’l Huffaz, c. 1, s. 5

[35]    Ulumu’l Hadis ve Mustalahu, s. 39

[36]    Daha fazla bilgi için bkz. es-Sünne ve Mekanetiha mine’t-Teşri’i İslami, s. 75, es-Sünnet Kabl’e Tedvin, s. 178-189, el-Hadis ve’l Muhaddisun, s. 480, Limehat mine’l Tarih-i Sünneti’l Müşerrefe, s. 36

[37]    Şeref-u Ashab-i Hadis, s. 97-98

[38]    Müsned-i Ahmed İbn-i Hanbel, c. 3, s. 12-13

[39]    Takyidu’l İlm, s. 49

[40]    Tedvinu’s-Sünneti’ş-Şerif, s. 317

[41]    Mukaddime-i İbn-i Salih, s. 119

[42]    Takyidu’l İlm, s. 57

[43]    Edebu’l İmla ve’l İstimla, s. 146

[44]    Ulum-i Hadis ve Mustalahu, s. 20

[45]    İzva’a a’la Sünneti’l Muhammediye, s. 53-54

[46]    Tarih-i Hadis ve Minhacu’l Muhaddisin, s. 27