.
.
Ehlader Araştırma Bölümü
Şii Hadis Bilginlerine Göre Hadis Yazımının Yasaklanması
Halifelerin her türlü hadis yazımı, nakli ve tedvini ile ilgili getirdikleri yasağı haklı çıkarmak maksadıyla Ehl-i Sünnet âlimlerince sunulan gerekçelerin hiçbiri tarafsız bir araştırmacı için ikna edici değildir. Şii araştırmacılara göre Ehl-i Beyt’in faziletlerinin yayılmasını önlemek, sahabeden bazılarının hata ve yanlışlarını örtmek ile nass yerine içtihad ve rey ekolünü oluşturmak bu yasağı getirmenin başlıca nedenleridir.
* * *
1- Ehl-i Beyt’in Bilhassa da Hz. Ali’nin Faziletlerinin Yayılmasını Önlemek
İslam tarihini incelediğimizde, Peygamber’in yirmi üç yıllık nübüvvet görevi boyunca defalarca Ehl-i Beyt’in konum ve faziletleri hakkında beyanlarda bulunduğunu özellikle de Hz. Ali’nin vasilik ve hilafetinde ısrarcı olduğunu gözlemliyoruz. Bu konuda Peygamber’in ilk aşikâr adımı, “Uyarmaya en yakınlarından başla!” ayetinin inmesiyle yakınlarından oluşan kırk kişiyi çağırması ve daha sonra Kureyş tarafından Ebu Talib için alay konusu edilen; daha on beş yaşında olan Hz. Ali’yi kendi vasisi ve halefi olarak takdim etmesidir.[1] Son açık beyan ise Veda Haccı’nda herkesin huzurunda Hz. Ali’yi müminlerin velisi ve yetkilisi olarak tanınıp tüm Müslümanlardan ona biat etmelerini istemesidir.[2]
Peygamber son anlarında ise yanında bulunanlardan[3] Müslümanların asla sapmaması için bir şeyler yazmak üzere kâğıt kalem istemiştir. Burada maksat çoğu araştırmacıya göre Hz. Ali’nin halefliği ve hilafetine bir kez daha işaret etmek olmuştur.[4]
Hz. Ali’nin bu dönemde gösterdiği fedakârlık, ihlas, ibadet, fedakarlık dillere destan olup defalarca Yüce Allah tarafından indirilen ayetlerle veya Peygamber’in mübarek dilinden övgüye mazhar edilmiştir.[5]
Hz. Ali’nin Bedir, Uhud, Hendek, Hayber savaşlarında sergilediği fedakârlık ve kahramanlıklar neticesinde buyurulan;
لا فتى الا على لا سيف الا ذوالفقار، ضربة على يوم الخندق افضل من عبادة الثقلين
“Ali’den büyük yiğit, Zülfikar’dan keskin kılıç yoktur! Ali’nin Hendek savaşındaki darbesi, kıyamet gününe kadar bütün insan ve cinlerin ibadetinden daha üstündür” gibi ibareler bunlardan bir kaçıdır.[6]
Hz. Ali’nin yüce makamı tüm ashab tarafından biliniyordu, öyle ki herkes onu Hakk’ın ölçüsü olarak tanımlamakta ve Resulullah’ın
لا يبغضك الا منافق و لا يحبك الا مومن
“Sana ancak münafık buğzeder ve seni ancak mümin sever.”[7] buyruğuna binaen müminlerle münafıkları Hz. Ali ile ayırabiliyorlardı.[8]
Hz. Muhammed’in (s.a.a) Hz. Ali’yi (a.s) açıkça ashab içinde övmeleri dışında bazen bu olay özel kimseler ve sahabeden birkaç kişi huzurunda cereyan etmiştir. Bu durumlarda Peygamber gözlerdeki perdeyi kaldırıp vefatından sonraki olaylardan haber vererek Hz. Ali ile birlik olmak ve karşı tarafta yer almamak konusunda uyarılarda bulunuyordu.
Resulullah kendi eşi Ayşe’ye hitaben: “Asla Havab’ın köpeklerinin sana havlamasını sağlama”[9] şeklindeki uyarması, Ayşe’nin Cemel Savaşı sırasında Havab bölgesinden geçmesi sırasında anlam buldu. Aynı şekilde o Hazret’in Zübeyr’e söylediği uyarıcı sözler ve bu sözlerin Hz. Ali (a.s) tarafından hatırlatılması üzere Zübeyr’in Cemel Savaşı’ndan uzaklaşması[10] bunun diğer örneklerindendir.
Diğer taraftan birçok rivayette Ehl-i Beyt’in fazilet ve imametiyle ilgili rivayetlere şahit olmaktayız. Hz Mehdi’nin (af) özellikleri ve zuhuruna dair rivayetler Ehl-i Sünnet’in bir çok alimi tarafından mutevatir olarak kabul edilmiştir. Ayrıca;
مثل اهل بيتى ، مثل سفينة نوح من ركبها نجى و من تخلف عنها غرق
“Ehl-i Beyt’im Nuh’un gemisi gibidir; ona binen kurtulur; uzak duran boğulup helâk olur.”[11] rivayeti de Ehl-i Beyt’in faziletleriyle ilgili Resulullah’tan nakledilen rivayetlerdendir.
Bunca övgü ve fazilet, sahabeden bazıları ile iman ve takvadan uzak olan münafıkların Ehl-i Beyt ve özellikle Hz. Ali için haset ve düşmanlık beslemelerine neden oluyordu.
Hz. Ali’nin faziletlerine işaret etmenin bazılarında doğurduğu rahatsızlık elbette Peygamber tarafından bilinmeyen bir mevzu olmamıştır. Bunun en bariz örneği Yüce Allah tarafından nazil olan İblağ Ayetidir:
“Ey Peygamber, bildir, sana Rabbinden indirilen emri ve eğer bu tebliği îfâ etmezsen onun elçiliğini yapmamış olursun ve Allah, seni insanlardan korur. Şüphe yok ki Allah, kâfir olan kavme, doğru yola gitmek hususunda başarı vermez.”[12]
Acaba Ali’nin velayetini iblağ etmek ne gibi tehlike ve endişeler taşıyordu da Yüce Allah Peygamber’ini koruyacağını vaadederek bu endişelerin giderilmesini sağladı. Hiç şüphesiz Peygamber karanlık gönüllerde yer alan cehalet ve taassuptan ve İslam dışı değerlerin fikirlerdeki hâkimiyetinden bihaber değildi. Daha otuz üç yaşında ve kendisi gibi Ben-i Haşim soyundan gelen, adalet ile İlahi hükümleri yerine getirmede oldukça kararlı olan bir gencin velayet ve hilafetini kabullenmenin çoğu kimse için oldukça ağır geleceğini de biliyordu.
Daha sonraları gerçeğe dönüşen bu endişeler Hz. Ali’nin yirmi beş yıl bu görevden uzaklaştırılmasına neden oldu.
Bu haset ve muhalefet Peygamber’in yaşadığı yıllardan beri var olsa da O Hazret’in varlığı hislerin yaygınlaşmasını engelliyordu. Fakat Peygamber’in (saa) vefatıyla birlikte çoğu kimse içindeki duyguları dışarı dökmüş, önceden beri diledikleri gibi Hz. Ali’yi (a.s) tarihten silmeye çalışmıştır.
Siyasi gücü ele alıp yönetime hâkim olanlar, baştan sona Ehl-i Beyt ve Hz. Ali’nin faziletleri ile dolu olan İslami miras ile karşılaşınca buna bir çare bulmaya çalıştı.
En kısa çözüm, mevcut yazılı belge ve bilgileri imha edip yeniden yazılmaları önlemek olacaktı. İşte bu, Ebu Bekir ile Ömer’in ve Mervan gibi kimselerin telkini ile Osman’ın uyguladığı yöntemdir.
Peygamber Efendimiz’in rivayetlerini toplatıp yakan ve ahkâm dışı tüm rivayetleri yasaklayıp hadis nakleden kimseleri de Medine’ye çağırıp gözetim altına tutan veya hapisle cezalandıran Ebu Bekir ve Ömer’den başkası değildir.
* * *
2- Halifelerin Eleştirildiği Rivayetlerin Yok Edilmesi
Ehl-i Beyt’in faziletlerini gizlemeyi ilke edinmiş kimselerin kendilerine veya taraftarlarına yönelik bir nevi eleştiriler içeren rivayetleri de yok etmeleri doğaldır. Çünkü halifelerin genel politikalarının tam manasıyla uygulanabilmesi için Ehl-i Beyt’in faziletlerini gizlemekle birlikte kendi kusurlarını örtmek de gereklidir.
Onlar bu hedefe ulaşabilmek için iki yöntemden faydalanmışlardır:
1- Resulullah hakkında rivayet uydurarak onun diğer insanlar gibi hatalarla dolu bir kimse olduğunu bu bağlamda bazen hakaret, küfür ve lanetler okuttuğunu uydurarak Peygamber’in gerçek manada eleştirisini hak etmiş kimselerin olumsuz karara maruz kalmalarını önlemek.
2- Hadis nakletme veya yazımını yasaklayarak bu gibi rivayetlerin zihinlerden silinmesini sağlamak ve daha sonra uygun fırsatlarda onlar hakkında övgüler içeren rivayetler çıkararak halk arasında yaymak.
Birinci yöntem dâhilinde aşağıdaki rivayet gibi bazı rivayetler Peygamber’in dilinden uydurulmuştur:
اللّٰهم انما انا بشر فايما رجل من المسلمين سببته ، او لعنته ، او جلدته فاجعلها له زكاة و رحمة
“Allah’ım ben ancak bir beşerim, öyleyse hakaret veya lanet ettiğim ya da kırbaçladığım her Müslüman için bu cezayı hayır ve rahmetine vesile kıl.”[13]
Bu gibi rivayetlerde Peygamber’in beşeriyet boyutu vurgulanmıştır, bu ise zaten Kur’an-ı Kerim’in çeşitli ayetlerinde defalarca tekrarlanan ve bilinen bir meseledir. Şu farkla ki Kur’an’daki beşeri boyut, masumiyet ve temizliği içeren bir beşeriyettir. Oysa bu rivayetlere göre Peygamber ilginç hata ve yanlışlara düşebilir. Diğer taraftan bu lanet ve hakaret kimseye kötü etki yapmadığı gibi Peygamber’in isteği üzere rahmet ve hayırlara neden olmaktadır. Ve elbet Peygamber’in duası kabul olunur!
Dolayısıyla şayet Peygamber Ebu Süfyan, Muaviye ve Yezid’i lanetlemiş olsa da[14] ya da aşağıdaki rivayetlerde olduğu üzere Muaviye ve Amr b. As’ı lanetlese dahi bu lanet onlara hayır olarak yansımıştır!
“Allah’ım! Onları fitnede zorluklara ve Cehennemde en feci durumlara düşür.”[15]
O Hazret Ümeyye oğullarını Kur’an’daki lanetlenmiş şecere olarak belirtmiş[16] ve Mervan İbn Hakem’in doğum haberini alınca dua etmek yerine lanetlemiştir.[17]
Abdullah b. Amr b. As’ın hadis yazımına karşı çıkan Kureyşliler’in getirdiği delil de bunun en basit örneğidir: Peygamber’den her duyduğunu mu yazıyorsun. Oysa o da bir beşerdir ve sevinçliyken de kızgın olduğu vakit de konuşuyor.[18]
Anlaşıldığı üzere Kureyşliler’in işarette bulunduğu olay, bazıları hakkında fazilet ve bazıları için rezalet içeren rivayetlerdir ve bunlar kişisel sevinç ya da kızgınlıkla söylenmiş olup itibardan yoksundur! Oysa ahkâm, ahlak vb. konulardaki hadisler, Peygamber’in kızgınlık veya sevinçli olduğu vakitlerle ilgisizdir.
Mısırlı araştırmacılardan biri şöyle yazmaktadır:
Peygamber bazı kimseleri lanetlemiş ve bazılarını dışlamıştır, hadis yazımının yasaklanması zamanla bu olayların ve Peygamber’in onlar hakkındaki hükmünün unutulmasına yol açıyordu. Bu nedenle hükümet halk içinde sorunla karşılaşmıyordu.[19]
Mushaf-ı Ali’ye karşı muhalif seslerin yükselişini de bu çerçevede ele almalıyız; çünkü tarihi belgelere göre bu mushafın en önemli özelliklerinden birisi ayetlerin haşiyesinde yer alan tefsir, tevil ve sebeb-i nüzullarıdır.[20]
* * *
3- Nassa Karşı Görüş ve İçtihat Mektebini Ortaya Çıkarmak
Şii bazı düşünürlere göre Halifeler, hadis yazımı ve nakline getirdikleri yasakla dindeki nasslardan uzaklaşarak içtihat ve görüş kapısını açmayı hedeflemişlerdir.
Üstad Şehristani konuyla ilgili şöyle demiştir:
“Önceki bahisler neticesinde şu kanıya varıyoruz: hadis yazımına getirilen yasaktaki faktör, sadece Ehl-i Beyt’in faziletlerini gizlemek değildir, aslında amaç yeni bir fıkhi ortam yaratarak Halifenin kendi fıkhi yetersizliğini kapatmaktır. Halk şeriatın Peygamber vasıtasıyla getirildiğini bildiği için onun en yakını olup Kur’an’ın tevil ve nüzulündeki sırlardan haberdar ve agâh olan kimseden dini hükümleri öğrenmek istiyordu. Öte yandan Halifeler nasslarda olmayan bazı olaylar karşısında kendi görüşleri doğrultusunda fetva vermek durumunda kalıyorlardı. Hal böyle olunca kendilerini mazur göstermek için başkalarına da içtihat izni verildi. Netice itibariyle hadis yazımına getirilen yasak sayesinde bir nevi Halifeler için içtihat kapısı açılmış oldu.”[21]
Abdulhadi Fazli’ye göre:
“Hadis yazımına getirilen yasaktaki asıl neden, Sakife’den sonra gelişen olaylar neticesinde nassa karşı içtihadın muteber sayılması ve zamanla nassların ortadan kaldırılması veya azaltılmasıdır. Buna özellikle Ehl-i Beyt’in faziletlerini içeren nasslar dâhildir çünkü burada içtihadın nassa karşı üstün gelmesi siyasi alanda pek işe yarayacaktır.”[22]
Halifelerin özellikle de İkinci Halife’nin nass karşısında içtihada başvurması çoğu Ehl-i Sünnet bilginin de kabullendiği tarihi gerçeklerdendir.
Dr. Muhammed Revvas şöyle yazmıştır:
“İçtihat medresesinin ilk üstadı Ömer İbn Hattab’tır. Özellikle o dönemde gerçekleşen fetihler ve İslam dünyasının genişlemesi onun yeni meselelerle karşılaşmasına sebep olmuştur.”[23]
Ahmed Emine göre de:
“Ömer, çeşitli olay ve meseleler karşısında içtihatta bulunan en bariz örnektir ve onun birçok rey’i bulunmaktadır.”[24]
* * *
Hadis Yazımına Getirilen Yasağın Zararları
Hadis yazımına getirilen yasağın hiçbir İlahi boyutu olmayıp yalnızca hilafet yönetiminin temellerini sağlamlaştırmak amacıyla getirildiğini belirledikten sonra bu yasağın doğurduğu zararları incelemekte fayda görüyoruz:
1- Hadis Zincirlerinin Kopması
Sahabelerin en fazla birinci asrın sonuna kadar yaşadığı ve hadis yasağının yaklaşık bir asır devam ettiğinden yola çıkarak Peygamber ve tabiiler asarındaki bariz bir şekilde rivayet zincirlerinde kopukluk olduğunu söyleyebiliriz. Tarihi belgelere göre vefat eden son sahabe, Peygamber döneminde sekiz yıl yaşayan ve hk. 110 yılında 108 yaşındayken irtihal eden Ebu’t-Tufeyl Âmir b. Vasile’dir.[25] Mesele şu ki acaba ashabtan kaç kişi bu kadar uzun yaşamıştır?!
Üstad Celali sünnette şüpheye düşmeyi hadis yasağının doğurduğu zararlardan biri diye nitelendirdikten sonra bazı şarkiyatçıların sözülerine değinmiştir.Örneğin Goldziher’e göre:
“Yazılan tüm rivayetlerle birlikte birinci asırdan sonra telif edilmiş hadis mecmuları sahte ve itibarsızdır.”[26]
Şüphesiz şayet hadis yazımı yasaklanmayıp rivayet zincirleri Peygamber Efendimize kadar kesinti içermeden uzasaydı, müsteşrikler veya Kaddafi gibi düşünenler için Sünnet-i Nebeviye şüphe duymaları için hiçbir bahane kalmazdı.
2- Sahte Hadislerin Ortaya Çıkışı
Hakiki din ile el değişmiş dinin bir savaşı olan sahte ve uydurma hadis meselesi, İslam tarihi boyunca görülmüş en acı kültürel vakaalardandır. Sahte hadisler zahirde Peygamber’e (s.a.a) intisap ettikleri için kutsal bir konuma sahip olmalarına karşın aslında İslam’ı temelden kesen baltalar misali İslam akide ve ahlakını tahrip etmektedirler.
Hadis uydurma tarihçesini incelediğimizde çok acı ve talihsiz olaylarla karşılaşıyoruz. Buna örnek olarak akidevi düşmanlık, ateistlik ve çatışmalar neticesinde uydurulan rivayetleri gösterebiliriz.[27] Sadece bu amaçla uydurulan rivayetlerin on dört bin olduğu düşünülüyor.[28]
Bilindiği üzere Muhammed b. Süleyman tarafından yakalanıp zındık olduğu için idama mahkûm edilen İbn Ebi’l Avca şöyle itirafta bulunmuştur:
“Andolsun aranızda dört bin rivayet uydurarak size helal olanı haram ve haram olanı helal edip oruçlu olunacak günde size iftar etmeyi, iftar edilecek günde size oruç tutmaya zorladım.”[29]
Hal böyleyken mezhepsel, siyasi ve ahlaki nedenler gibi diğer faktörlerle uydurulan hadisler de buna eklenirse çok sayıda sahte hadis ile karşılaşılacaktır.[30]
Bu yüzden de Buhari’nin altı yüz bin rivayetten sadece yedi bin kadarını seçerek sahihinde topladığını aynı şekilde Malik’in yüz bin kadar rivayetten sadece üç binini, Ebu Davud’un beş yüz bin rivayetten yalnızca beş bin iki yüz kadarını, Müslim’in üç yüz bin rivayetten sadece yedi bin iki yüz rivayeti ve Ahmed b. Hanbel’in yedi yüz elli bin rivayetten yaklaşık otuz binini toplayıp hadis mecmualarında getirdiklerini duyunca şaşırmamalıyız.
Bu hadis mecmualarındaki zayıf rivayetleri bir kenara bırakıp uydurulmuş hadislerin birçoğunun tarih sayfasından silindiğini varsaymamıza rağmen Ehl-i Sünnet’in muasır araştırmacılarından biri Mevsuetu’l Ehadis ve’l Asar ve’l Zaife ve’l Mevzu’e[31] adlı eserin önsözünde uydurulmuş hadisleri açıklayan ve tanıtan kitaplar arasından yetmiş sekiz eseri zikretmiştir.[32]
Bunların hepsi sahte hadis belasının kapsamını ne denli geniş ve yıkıcı olduğunu göstermektedir. Burada dürüstçe şu soruyu sormalıyız: Şayet halifeler hadis yazım ve naklini yasaklamasalardı ve bu değerli miras yazılı bir şekil alarak muhafaza edilseydi yine de hadisler bu derece yalanlarla karşılaşır mıydı? Halifelerin icraatları ve gayeleri İslam ve Müslümanların hayrına dair ise dinin temellerini mahvetmek etmek için fırsat kollayan Yahudiler, zındıklar, fırkacılar gibi birçok iç ve dış düşmanın pusuda beklediğini görmeleri gerekmez miydi? Onlar hiç mi Kur’an’ın en uzun ayet-i kerimesini okumadılar da Allah Teâla’nın Müslümanlara hataya düşüp unutmamaları için birbirine borç verirken yazmalarını ve hatta bir şahitten belgenin onaylatılmasına dair buyruğunu görmediler?[33]
Daha açık bir beyanla hadis uyduranların oluşturduğu tehlike olmasa dahi, her insanın tabiatında olan unutkanlık ve yanlış nakletmek bile hadis yazmanın gerekliliğini gösterir.
Ne oldu da Halifeler Kur’an’ın Peygamber döneminde sahifelerde yazılmasına rağmen bu sahifelerin toplatılıp mushaf şeklinde muhafaza edilmesi için pek çaba gösterdiler hatta üçüncü halife Osman’ın diğer bazı sahabelerle meşveretinden sonra dağınık mushafları toplatıp yaktılar.[34] Oysa birçok Müslüman Kur’an’ı ezbere bilir ve Kur’an’ın mucizevi yapısı ile İlahi vaad gereği tahrife uğraması söz konusu dahi olamazdı.
Hadiste ise yazılması yönünden teşvik olunmadığı gibi tüm güçleriyle yazımı engellemeye çalışmışlardır?!
Acaba onların ve bu işi haklı çıkarmaya çalışanların tarih karşısında geçerli bir cevapları var mıdır?
Ehl-i Sünnet’in bazı insaflı araştırmacıları bile hadis yazımına getirilen yasağın hadis uydurmaya zemin hazırladığına dair itiraflarda bulunmuşlardır.
Muhammed Ebu Riyye konuyla ilgili şöyle demiştir:
“Hadis yazımının gecikmesi ve ikinci asırın başlarına kadar ertelenmesi neticesinde hadis uydurma ve yalan kapısı hiçbir ölçü olmaksızın sonuna dek açılarak sayısızca hadis uydurulmuştur. Öyle ki sahte hadislerin sayısı binlerle ifade edilerek İslam dünyasının doğusu ve batısında bir çok eserde yer bulmuşlardır.”[35]
- - - - - - - - - - - -
[1] Şuara/214
[2] Daha fazla bilgi için bkz. Sirey-i Halebi, c. 1, s. 321, Biharu’l Envar, c. 18, s. 163
[3] Bu olayı anlatan en kapsamlı eser merhum Allame Emini’nin el-Gadir adlı eseridir.
[4] el-Müracaat, s. 356
[5] Daha fazla bilgi için bkz. Mevsuetu’l İmam Ali İbn-i Ebi Talib, c. 8, Kur’an diliyle Ali, Resulullah’ın anlatımıyla Ali ve kendi diliyle Ali bölümleri.
[6] Mevsuetu’l İmam Ali İbn-i Ebi Talib, c. 9, s. 421-439
[7] el-Gadir, c. 3, s. 184, Kenzu’l Ummal, c. 11, s. 622
[8] Karbu’l Esnad, s. 26, el-Müstedrek a’la’s-Sahiheyn, c. 3, s. 129, el-Mucemu’l Evsat, c. 2, s. 328
[9] Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 9, s. 310, Tarih-i Yakubi, c. 2, s. 181
[10] age, c. 9, s. 310, E’mali Şeyh Tusi, s. 137
[11] Karbu’l İsnad, s. 8, Hülase-i Akabati’l Envar, c. 4, s. 44
[12] Maide/67
[13] Sahih-i Müslim, c. 8, s. 25
[14] Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 6, s. 289, Şerhu’l Ahbar, c. 2, s. 147
[15] Müsned-i Ahmed İbn-i Hanbel, c. 4, s. 421
[16] İsra/60’ın nüzulü ve Resulullah’ın Ben-i Ümeyye cinayetlerinden haberdar olmasından sonra ömrünün sonuna dek gülmediği nakledilmiştir. Daha fazla bilgi için bkz. el-Müstedrek a’la’s-Sahiheyn, c. 4, s. 48
[17] el-Müstedrek a’la’s-Sahiheyn, c. 4, s. 481
[18] Müsned-i Ahmed İbn-i Hanbel, c. 2, s. 162, el-Müstedrek ala’s-Sahiheyn, c. 1, s. 106
[19] Mealimu’l Fiten, c. 1, s. 332
[20] Kitabın Üçüncü bölümünde bu mushafla ilgili kısa bilgiler sunacağız.
[21] Men’i Tedvin-i Hadis, s. 357-359
[22] Durus fi Fıkh- İmamiyye, c. 1, s. 111
[23] Mevsua’t-u Fıkhi İbrahim en-Nahai c. 1, s. 85
[24] Fecru’l İslam, s. 236-237
[25] Men lehu Rivayet fi Kütüb-i Sitte, c. 1, s. 527, Tehzibu’l Tehzib, c. 5, s. 71
[26] Tedvin es-Sünnetu’ş-Şerif, s. 528-532
[27] el-Mecruhin, c. 1, s. 62. Kitab el-Mevzuat, c. 1, s. 18
[28] Kitab el-Mevzuat, c. 1, s. 20
[29] age, c. 1, s. 37. Ahadis-i Ummu’l Mü’minin Aişe, c. 2, s. 327
[30] Daha fazla bilgi için bkz. el-Vaz’i fi’l Hadis, c. 1, s. 265-280. Usulu’l-Hadis, s. 132-133
[31] موسوعة الاحاديث و الاثار و الضعيفة و الموضوعة
[32] Mevsuetu’l Ahadis ve’l Asar ez-Zaife ve’l Mevzu’a, c. 1, s. 209
[33] Bakara/282
[34] Daha fazla bilgi için bkz. c. 1, s. 260, et-Temhid fi Ulum-i Kur’an, c. 1, s. 338-354
[35] İzv’a a’la’s-Sünneti’l Muhammediye, s. 121