Hayat Uykudan İbaret

“İnsanlar uykudadırlar, ölürler ve uyanırlar.”

Hayatımıza mana veren, bizleri bize getiren, gereksiz ağırlıklarımızı atmamızı sağlayan ve yaşama nasıl bakmamız gerektiğini bildiren ne kutlu bir buyruk. Keşke yaşama böyle baka bilsek, her şeyin bir rüyadan ibaret olduğunu ve hiçbir şeyin gerçek olmadığını anlaya bilsek. Böylece hem hakiki yurt için çalışmaya başlayacağız, hem sıkıntılardan kurtulacağız ve hem de tam bir tevazu ile O’nun karşısında boyun büküp, başarıları kendimize maletmeyeceğiz.

Uykuda olan neyi başara bilir ki, hangi güzel işi kendisi yapa bilir, hangi şeye benim deyip, kendisini malik addedebilir. Hiçbir şey. Uykuda olan kıpırdayamaz bile ve eğer bir hareket de varsa bu başkasındandır, kendinden değil.

Bazı şeyleri yapabildiğin takdirde, “Sanki ben yaptım”, “Ben yapmışım” olarak yani –mışlı ve sankili olarak düşün. Hayal kur, rüya gibi telakki et, zaten her şey uykudan ibaret değil mi? Öyleyse bir fakirin yanına gittiğin zaman sanki Allah’ın yanına gitmiş gibi, ona yardım ettiğin zaman sanki Allah’a veriyormuş gibi hayal et ve yardımını o fakire verdikten sonra hemen elini öp. Her aşamada hayal kur; verdiğin zaman Rahman’a veriyormuş gibi, aldığın zaman Rahman’dan alıyormuş gibi ve sevdiğin zaman Rahman’ı seviyormuş gibi yap; sonra verdiğin eli, aldığın eli, sevdiğin eli öp, başına çek ve kalbinin üstüne koy. Çünkü hayatın her aşaması için geçerli;

“Attığın zaman sen atmadın, Allah attı.” (Enfal: 17)

Zira insanın dünyadaki durumu “uyku” olduğundan, bazen kendimizin bir şeyler başardığını zannederiz, lakin gerçekte yapan Allah’tır. Tüm güzelliklerin meşesi O iken nasıl olur da böbürlene biliriz ve “Ben yaptım” diye biliriz.

Sanki kazandın, ama Allah kazandırdı. Sanki sevdin, ama Allah o sevgiyi kalbine koydu. Bir gece yarısı uyanıp, gökteki yıldızlara bakıp, sonra başını yere eğip sanki ağladın, ama Allah seni ağlattı.O hayat yolculuğundaki en iyi yoldaşın ve her durumda senin vekilindir. Kıldığın namazın, tuttuğun orucundur, Kuran tilavetin, verdiğin selamın, çektiğin acındır. Ziyarete gidip, sarıldığın zerih, karnını doyurduğun aç komşun, kucakladığın dertli kardeşin, ziyaretine gittiğin hastan aslında hep O’dur.

Bütün güzel işlerden sonra kalbinde tarif edilmez bir huzur hissedersin ya işte bundan dolayıdır, zira tarafın Allah’tır, muamele ettiğin O’dur.

Sen sadece hayal et. Her zaman, her işte ve her durumda sadece O’nu hayal et.

Başına belalar yağmur gibi yağsa bile, en acı sözler ok gibi sana saplansa bile, fakirlik, yokluk, hastalık, töhmet ve iftiralara maruz kalsan bile, hep O’nu hayal et. Senin teslimkar, mütevazı ve hoşnut halini gördükçe sana bakıp gülümsediğini hayal et. Ne çok sevindiğini düşün, hatta çölün ortasında üzerindeki erzağı ve suyu ile birlikte kaybettiği devesini son demlerinde bulan kimsenin sevinci gibi sevindiğini düşün. Bunun mahiyetini Allah ve masumlar bilir?

Sen sadece hayal et.Bizimkisi hayalden ibaret, gerçek ise çok daha başka.

Arapçada bu hayal / rüya haleti sadece bir harf ile beyan edilir, “k” harfi ile bunun Türkçedeki mukabili “sanki” , “-mış” olarak karşımıza çıkar. Bu “k” harfi yani bu sankili ve –mışlı durum hadislerde başaramadıklarımızı, yapamadıklarımızı; başarmamız ve yapmamız için de karşımıza çıkmakta. şöyle ki:

Allah’a olan sevgi ve günahlardan dolayı ağlamak gerek, kalp cilalansın diye, O’nu hissede bilelim diye ve Hüseyin’e de ağlamak gerek Kerbala’yı yaşaya bilmemiz için, Hüseyni olmak için. Ama yapamıyorsak, ağlayamıyorsak, gözlerimizden yaşlar akmıyorsa, öyle kas katı kesilip durma diyor rivayetler. Hemen kendini hülyalara bırak ve ağlar gibi yap, gözünden bir damla yaş akmasa bile sen yine de çağlayanlar misali ağlıyormuşsun gibi ol.

Hayır, bu ikiyüzlülük deil, bu saf belirlemedir, bu olmak istenilen durumdur. İkiyüzlülük içermeyen, başkası için olmayan bu “-mış gibi” olma haleti, insanı zamanla, öyle oldurtur, aramaya, bulmaya götürür. Bu Hz. Ali’nin birçok hadisinde buyurduğunun bir diğer versiyonudur. Aslında bir dua durumu gibidir, yöneliş ve “Böyle olmak istiyorum” deyişi gibidir.

Ayrıca günlük yaşantımızdaki hal ve hareketlerde, özellikle de sözlerimizde  “sanki” eksenli olmak gerek. Sözlerimizde ne kadar kat’i konuşa biliriz ki? Bilgimiz, kapasitemiz ve hakikat âlemi ile irtibatımız ne kadar güçlü ki? Bu edebi özellikle de müçtehitlerimizin vermiş olduğu fetvanın sonunda görmekteyiz, söylerler, görüşlerini bildirirler; lakin kendilerini ilahi huzur ve sonsuz bilgi karşısında yetersiz görerek , “Allah’u e’alem / Allah en iyi bilendir” derler. Bu, büyük âlimlerimizin bize öğrettiği bir edeptir, bilgimizden her zaman şüphe etmek, ama imanımızdan her zaman emin olma alıştırmasıdır aslında.

Evet, ne zaman ki ruh-u mücerred olduk, işte o zaman sankileri bir kenara bırakacağız. Fakat o zamana kadar uykudayız, dolayısıyla her anımız ve her şeyimiz bir sankiden ibaret. Bu halet fiillerde; güzel fiillerin Allah’ın yardımı ile yapıldığının göstergesi dolayısıyla kibrin ve gururun önünü alan, sözler de ise; en doğru bilginin Allah katında olduğunun hatırlanması, yanlış ve eksik bilgi ile başkalarının delaletinin önünün alınmasıdır.

İşte böylece tavazu oluşur, bu bilince ulaşan kul dualarında hep,”Rabbi zıdni ilmen ve amela / Rabbim ilmimi ve amelimi çoğalt” diye seslenir.

şimdi tüm bunlardan sonra ne kadar çocuksudur, insanın “Ben yaptım” demesi. Bu ödevini yapamayan öğrencinin, ödevini babasına yaptırıp, sonra da öğretmenine gururlanarak,”Ben yaptım” demesine benzer. Ne kadar gülünç değil mi?

İşte hayatı bir sankiden ibaret görenlerin arkasında durulur; yani hayatını sankiler üzerine kuran, önündeki gurur, kibir ve egoları bir kenara itip önünü görenlerin.