“Sohbette insibağ ve in’ikas vardır” hakikatince, sohbet esnasında İmamın huzurunda hazır bulunanlar, -her kim olursa olsun-, O’nunla ola ola olgunlaşıyor ve adeta O’nlaşıyorlardı, İmamların etrafında dönen melekler onlarında etrafında dönmeye başlıyordu. Çünkü masumların o nuranî meclisine gökler ötesinden yağan rahmet yağmurları ve tecelli sağanakları, esen feyiz rayihaları, yayılan cilve pırıltıları, onun sohbetini dinleyenleri de bütünüyle kendi içerisine alıyordu.
Cehennem acıdır, zira oranın en büyük azabı böylesi yüce insanların sohbetinden, gül cemallerinden mahrum olmaktır ve cennete kim girmek istemez?.. O cennet ki, bütün saadetlerimizin ülkesi. O cennet ki, Allah oradan meşhud, o cennet ki, Hz. Muhammed orada meskûn, kadınlarının efendisi en başta ve on iki imam Rahman'ın sohbetinde cümle cennetlikler de onların…
Allah'ın yeryüzündeki canlı şahitleri, konuşan Kuranları ve yürüyen mesajcıları ve gerçek halifelerinin devri, sadece onların etrafındakiler için değil, bütün bir insanlık için de bir mutluluk çağı olmuştur, bir model olmuştur. Onların tüm baskılara rağmen yol göstermeleri, hadisleri, fiilleri ve takrirleriyle kıyamete kadar tüm insanlar kemalden mahrum kalmamıştır, onların yetiştirdikleri -Kumeyl gibi, Malik, Hicr, Habip, Zürare, Aban gibi- sonraki asırların müminleri tarafından büyük bir imrenmeye, gıptaya, hasrete ve iştiyaka sebep olmuştur.
İşin doğrusu, masum imamların çağlar üstü sohbeti hala göklerde, gönüllerde ve kitaplarda devam ede gelmektedir. Bilhassa Hadis, Fezail, Siyer ve İslam tarihi kitapları okuma zamanlarında mümin ilmen, hissen, kalben ve hatta ruhen, imamların çağlar üstü devam eden sohbetine mazhar olabilmektedir. İmamları sevenler, onlarla zaman ve mekân üstü bir irtibat halindedirler, zira birbirini Allah için sevenlerin sohbetleri zaman ve mekânla sınırlı ve kayıtlı olamaz. Özelliklede İmam Hüseyin için düzenlenen yas merasimlerinde ve mersiyelerde. Zaten yas merasimlerinin en büyük felsefesi de budur, insanı imamıyla irtibata geçirmek, ruhun imamla sohbet edip görüşmesini sağlamak.
İşte ortada böyle muhteşem insanlar, fazilet kaynakları olunca, böylesine insanları ellerinden tutarak miraca çıkaranlar bulununca, bizler gibi imamın huzurunu idrak edemeyenler, onun zuhuruna kadar büyük bir acı içerisindedirler, haklı olarak. Tamam, Allah’a ulaşmak yolunda hiçbir şeyden mahrum değiliz, naibleri olan müçtehitlerimiz sayesinde tekâmül için her şeye sahibiz, lakin İmam'ın gül yüzünü görmekten mahrumuz ve bu mahrumiyet gönülleri hiçbir zaman iyileşmeyecek yaralarla dolduruyor.
Bu iştiyaktır ki, gönülleri olduğu kadar, gözleri de karşı konulmaz bir “görme arzusu”na icbar ediyor. Sevgi, aşk, hasret, insanı arayışa itiyor. Acaba bizler de Yusuf-u Zehra’yı bir şekilde görüşemez miyiz, görüşüp de sohbet edemez miyiz? Günümüzde değişik toplantılarda sorula gelen “İmamımızı nasıl görebiliriz ve onunla konuşabilir miyiz?” sualinin içinde yatan sevgi, özlem ve iştiyakı karşılayabilecek bir cevap var mı?
O vefat etmedi yahut Hz. İsa gibi göklere çekilmedi, o aramızda, lakin tanımıyoruz kendisini bize tanıtmadıkça, Onun pak ve nurlu bedeni hala burada... bizi ne kavuşturur ve ne sebep olur ki kendisini bize tanıtsın, buna bakmak lazım. Mesela, bunlardan en hakikisi ona manevî kardeş olabilecek sıfat ve fiillerle donanmaktır, her şeyden önemlisi vacipleri yerine getirmek ve haramlardan sakınmaktır ki, bu takdirde bizzat İmamımızın kendisi bize ziyaretini lütfedecek ve bize olan sevgisiyle kendisini tanıtacaktır.
Bu amaç ve hedef doğrultusunda yaşayan nesil (farzları yerine getirip haramlardan sakınan nesil) kayıp İmamın sevgisini kazanan nesildir, o en sevgiliye yeniden geri dönmesi için yüreklerinin derinliklerinden çağrılar yapan ve davetiyeler gönderen nesildir.
Cemaatler kölendir, kâbeler haclen.. gel ey Leylâ,
Gel ey candan yakın cânân ki gâiblerdesin hâlâ!
Bu nazın elverir, Leylâ, in artık in ki bâlâdan
Müebbed bir bahar insin şu yanmış yurda, Mevlâ'dan…