Hz. İlyâs (a.s)

.
.

Bismillâhirrahmânirrahîm

.

Kur’ân-ı Kerîm’de indirilişte 56. ve tertipte 37. sırada es-Sâffât sûresi[1] yer alır. Bu mübarek sûre, En’âm sûresinden sonra ve Lokmân sûresinden önce Mekke’de nâzil olmuştur. Sâffât sûresi 182 âyet, 865 kelime ve 3.790 harften ibarettir.   

Sûrede başlıca, meleklerden, cinlerden ve kıyamet olaylarından söz edilmekte; peygamberlerin kıssalarına yer verilmektedir. Sûrenin ana fikri ahirettir. Sûrenin muhtevası, beş bölüm hâlinde incelenebilir:

Birinci bölüm: Kâinatın düzeni ve yönetimiyle görevli olan meleklere (Sâffât) yeminle başlar, ardından bütün evrenin yaratıcısı ve geliştiricisinin bir ve tek olduğu belirtilir.[2] Gökyüzünün yaratılışı ve yıldızlarla süslenişine temas edilerek, ilâhî mesajı zaptedip iletmekle görevli melekler âlemine hiçbir şekilde nüfuz edilemeyeceği bildirilir.[3]

İkinci bölüm: İnsanın yaratılışından bahseder.[4] Hz. Peygamber’in (s.a.a) müşrik olan muhataplarının ilâhî vahyi alaya aldıklarını anlatır. Kur’ân’ın üstünlüğü karşısında âcizliklerini gizlemek için onun bir sihir ürünü olduğunu söylerler.[5] Ölüm sonrası hayatı gerçekleşmeyecek bir şey olarak telakki ettikleri belirtilir.[6] Ardından bu hâlleriyle öldükleri takdirde cehenneme nasıl girecekleri tasvir edilir.[7] Gerçekleşmesi muhakkak olan ahiret hayatından haber verilir. Sonra cennet ehlinin mutlu hayatına dair bazı tasvirler yapılır.[8] Cennetliklerin cehennemliklere bakış açısını [9] ve cehennemliklerin hâlini bildirir.[10]   

      

Üçüncü bölüm: Altı peygamberin tevhid mücadelesini anlatır. Hz. Nûh’un (a.s) kıssası[11], Hz. İbrâhîm’in (a.s) kıssası ve oğulları Hz. İsmâîl (a.s) ile Hz. İshâk’dan (a.s) bahsedilir.[12] Sonra Hz. Mûsâ’nın (a.s) kıssası ile kardeşi Hz. Hârûn’dan (a.s) haber verilir. [13] Ardından Hz. İlyâs’ın (a.s) kıssası [14], Hz. Lût’un (a.s) kıssası [15] ile Hz. Yûnus’un (a.s) kıssasından [16] kesitler verilir.

Âyetlerden anlaşılacağı üzere peygamberlerin kıssalarından söz edilirken kronoloji gözetilmemiş ve sonra gelenden önce gelene geçiş yapılmıştır.

Bu sûrenin dördüncü kıssası, Hz. İlyâs’ı (a.s) hikâye eder. Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. İlyâs (a.s) hakkında iki defa İlyâs [17], bir defa da İlyâsîn [18] şeklinde ismen zikredilir.

Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. İlyâs (a.s) gönderilmiş bir peygamberdir. Mü’min kullardan olduğu, kavminin taptığı Ba‘l inancıyla [19] mücadele ettiği ve daha sonra gelenler arasında kıyamete kadar hayırla anıldığı belirtilmektedir. [20]

Sûrede geçen Hz. İlyâs’ın (a.s) kıssası hakkında şöyle bahsedilir:

“Doğrusu İlyâs da, gönderilmiş (peygamberlerden idi). Hani kendi kavmine demişti ki: Siz (hâlâ Allah’tan) korkup sakınmaz mısınız? Siz ba'le (puta) tapıp da yaratıcıların en güzeli (olan yüce Allah'ı) bırakıyor musunuz? (Ne sapkın insanlarsınız?). Allah ki, sizin de Rabbiniz, önceki atalarınızın da Rabbidir (Hiç düşünüp anlamaz mısınız?). Fakat (buna rağmen) onu yalanladılar; bundan dolayı gerçekten onlarhazır bulundurulacak olanlardır. Ancak muhlis olan kullar başkadır. Sonra gelenler arasında (kıyamete kadar) ona (şerefli bir hayat ve şöhret) bıraktık. (Bizden) İlyâsîn'e (İlyâs’a) selâm olsun. Doğrusu biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendirip (onurlandırırız). Şüphesiz o, bizim mü'min (sağlam iman ehli ve emin) olan kullarımızdandı.” [21]

Dördüncü bölüm: Resûlullah’a (s.a.a) hitapla başlar; Câhiliye Arapları’nın kız çocuklarının olmasını istemedikleri hâlde melekleri yüce Allah’ın kızları diye telakki etmelerinin hangi mantığa dayandığının sorulması istenir. [22] Onların kendilerine ilâhî bir mesaj geldiği takdirde yüce Allah’ın hâlis kulları olacaklarını vaad ettikleri hâlde son peygamberin tebligatını inkâr ettikleri belirtilir. [23]

Beşinci bölüm: Cenâb-ı Hakk’ın, peygamberlerin ve dolayısıyla müminlerin mutlaka zafer kazanacaklarını ezelde takdir ettiği ifade edilir. [24] Ardından Resûl-i Ekrem’e (s.a.a) inkârcıları bir süre kendi hâllerine bırakması ve onları gözlem altında tutması emredilir. [25] Müşriklerin bir gün acı âkıbetlerini görecekleri haber verilir. [26]

Sûrenin son üç âyetinde Allah’ın yüceliği vurgulanmış, elçilerine selâm okunmuş ve âlemlerin Rabbine övgüde bulunulmuştur.

سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَۚ

“İzzet sahibi senin Rabbin, onların nitelendirdiklerinden münezzehtir.”

Güç, kudret, onur, şeref, itibar, izzet yüce Allah’a mahsus olduğu için Rabbizzet’in tarafına izafe edilmiştir. Sanki O, izzet sahibidir, sadece O’na mahsusutur, denilmiştir. Nitekim “Kim izzet ve şeref istiyorsa (bilsin ki) izzet ve şerefin hepsi Allah’ındır.” (35/Fâtır: 10)

وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَل۪ينَۚ

(Bizden) gönderilmiş (bütün peygamber)lere (kıyamet gününe kadar) selâm olsun.”

.

وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ

 

“Ve âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun (ki her türlü övgü O’na mahsustur).” [27]

---------------

[1]- Sâffât sûresi adını ilk âyette geçen ve’s-sâffât kelimesinden almıştır. Âyetin başındaki Vâv harfi, yemin (kasem) içindir. Sâffât ise, sıra sıra dizilenler, saf saf duranlar anlamındaki sâff kelimesinin çoğuludur. Sâff, bir şeyi düzgün çizgi üzerine koymak, yerleştirmektir. Sâffât’ın tesniyesi sâffe gelir ki insan, melek ve kuş gibi hareket eden yeteneğine sahip varlıklar için kullanılır.

[2]- 37/Sâffât: 1-5.

[3]- 37/Sâffât: 5-10.

[4]- 37/Sâffât: 11.

[5]- 37/Sâffât: 12-18.

[6]- 37/Sâffât: 19-21.

[7]- 37/Sâffât: 22-40.

[8]- 37/Sâffât: 41-50.

[9]- 37/Sâffât: 51-61.

[10]- 37/Sâffât: 62- 74.

[11]- 37/Sâffât: 75-82.

[12]- 37/Sâffât: 83-113.

[13]- 37/Sâffât: 114-122.

[14]- 37/Sâffât: 123-132.

[15]- 37/Sâffât: 133-138.

[16]- 37/Sâffât: 139-148.

[17]- 6/En‘âm: 85; 37/Sâffât: 123.

[18]- (Bizden) İlyâsîn'e (İlyâs’a) selâm olsun.” 37/Sâffât: 130 buyruğundaki İlyâsîn hakkında yapılan yorumlar şöyledir:

1. İbn Kesîr (Ebû Ma‘bed Abdullah b. Kesîr b. Amr ed-Dârî (öl. 120/738), Ebû Âmr (Ebû Amr Zebbân b. el-Âlâ b. Ammâr el-Mâzinî el-Basrî (öl. 154/771) ve Kisâî (Ebû’l-Hasen Alî b. Hamza b. Abdillâh el-Kisâî el-Kûfî (öl. 189/805), İlyâsîn diye okumuşlardır.

2. Nâfî (Ebû Ruveym Nâfî b. Abdirrahmân b. Ebî Nuaym el-Medenî (öl. 169/785) ve Â’rec (Ebû Safvân Humeyd b. Kays el-A‘rec el-Mekkî (öl. 130/747-48), Âl-i Yâsîn diye okumuşlardır.

3. Zemahşerî dedi ki: (Ebû’l-Kâsım Mahmûd b. Ömer b. Muhammed el-Hârizmî ez-Zemahşerî (öl. 538/1144), Hamzevasl ile okunduğunda nasbederdi, vakf yaptığı takdirde ise refederdi. (Bu görüşler hakkında, el-Câmiu lî ahkâmi’l-Kur’ân, c. 14, s. 544 müracaat edilebilinir.)

4. İbn Âmir (Ebû İmrân Abdullah b. Âmir b. Yezîd el-Yahsubî (öl. 118/736), Âl lafzını Yâsîn lafzına muzâf kılarak, Âl-u Yâsîn  (Yasîn ailesi) şeklinde okumuştur.

5.  Bazı kıraat âlimleri ise, Elif’in kesresi ile Lâm’ı Yâsîn’den ayırarak, İlyâsîn şeklinde okumuşlardır. Yani, İlyâsîn ile İlyâs tıpkı Tûr-i Sînâ (23/Mü’minûn: 20) ve Tûr-i Sînîn (95/Tîn: 2) gibi aynı anlamlı iki kelimedir. (Rûhu’l-beyân, c. 7, s. 150)

[19]- Ba’l kavramı hakkında yapılan yorumlar şöyledir:

1. İkrime (Ebû Osmân İkrime b. Ebî Cehl Amr b. Hişâm el-Kureşî el-Mahzûmî (öl. 13/634), Mücâhid (Ebû’l-Haccâc Mücâhid b. Cebr el-Mekkî el-Mahzûmî (öl. 103/721), Katâde (Ebû’l-Hattâb Katâde b. Diâme b. Katâde es-Sedûsî el-Basrî (öl. 117/735) ve Süddî (Ebû Muhammed İsmâîl b. Abdirrahmân b. Ebî Kerîme el-A‘ver es-Süddî el-Kebîr el-Kûfî (öl. 127/745) gibi kıraât âlimleri demişlerdir ki: Yemen lehçesinde Ba’lRab demektir. (el-Câmiu lî ahkâmi’l-Kur’ân, c. 14, s. 554)

2. Ba’l, Yemen lehçesine göre, eğiticinin/yöneticinin adıdır. Nitekim “Bu evin Rabbi (başkanı/reisi) kimdir? anlamında,“Men ba’lu hâzihi’d-dâr” ifadesi kullanılır. Yine bu manada olmak üzere, kadının kocasına da Ba’l denmiştir. “Ve şu kocamda bir ihtiyardır.”(11/Hûd: 72) Mefâtîhu’l-ğayb, c. 19, s. 8.

3. Ba’l kelimesi tıpkı Menât ve Hübel gibi, putlara verilen özel isimdir. Bu putun altından olduğu; yirmi zirâ uzunluğunda, dört yüzlü bir put olduğu; bununla aldanıp, alabildiğine saygı duydukları; hatta buna dört yüz tane hizmetçi tayin ettikleri; bu hizmetçilerin her birini de peygamber kabul ettikleri; şeytanın o Ba’l’ın içine girip, sapkınlığın hükümlerini onlara süsleyip, hizmetçilerin bunları ezberleyip, insanlara öğrettikleri ve bunlar Şam diyarındaki Ba’l-bek şehri sâkinleri olduğu; işte bundan dolayı şehirlerinin bu adı aldığı ileri sürülmüştür. Mefâtîhu’l-ğayb, c. 19, s. 8.

4. Kummî Tefsîri’nde; Ba’l adında bir putun olduğu, bu putun Ba’l-bek şehrinde yer aldığını, altından yapılmış olduğunu ve dört yüz koruyucusunun bulunduğunu nakleder.

[20]- 37/Sâffât: 123-132.

[21]-37/Sâffât: 123-132.

[22]- 37/Sâffât: 149-167.

[23]- 37/Sâffât: 168-170.

[24]- 37/Sâffât: 171-173.

[25]- 37/Sâffât: 171-175.

[26]- 37/Sâffât: 176-179.

[27]- 37/Sâffât: 180-182.