.
.
Bismillâhirrahmânirrahîm
Kur’ân’da Hz. Mûsâ (as)
Kur’ân’da en çok sözü edilen, hayatlarından kesitler sunulan topluluk İsrâîloğulları’dır. Adı en fazla geçen peygamber de Hz. Mûsâ (a.s)’dır. Kur’ân’ın otuz dört sûresinde, yüz otuz altı [1] yerinde Hz. Mûsâ (a.s)’nın ismi geçer. Özellikle, A’râf sûresinde yirmi bir yerde, Kasas sûresinde on sekiz yerde, Tâ-Hâ sûresinde on yedi yerde, Bakara sûresinde on üç yerde, Yûnus ve Şu’arâ sûrelerinde sekiz yerde ismen mezkûr edilerek, Hz. Mûsâ’dan (a.s) daha yoğun biçimde ve detaylı olarak söz edilmektedir.
Kur’ân’da, Hz. Mûsâ’nın (a.s) nesebinden bahsedilmemekte ve İslâmî kaynaklarda ise nesebinin Mûsâ b. İmrân b. Kahes b. Lavi (Levi) b. Ya‘kûb veya Mûsâ b. İmrân (Amram) b. Yeshur b. Kahes (Kehat) b. Lavi (Levi) b. Ya‘kûb olarak verilmektedir.
Kur’ân’da, Hz. Mûsâ’nın (a.s) annesinin adı verilmeksizin, Anne’ne (ilâ ummike) [2], Mûsâ’nın annesi (ummi Mûsâ) [3] ve Firâvun’un karısı (imraetu Fir’âvn) [4] diye söz edilmektedir. [5] Hz. Peygamber (s.a.a) ise Firâvun’un eşi Âsiye bint Müzâhim b. Ubeyd b. Reyyân b. Velîd diyerek adını açıkça belirtmiştir. [6]
Kur’ân’da, Âsiye’den Hz. Mûsâ’nın (a.s) dünyaya geldikten sonra Firâvun’un sarayına intikâlinde oynadığı rol ve onun getirdiği dini kabul etmesi dolayısıyla bahsedilmektedir. Buna göre Hz. Mûsâ’nın (a.s) doğduğu yıl Firâvun, İsrâîloğulları’nın yeni doğan erkek çocuklarının öldürülmesini emretmiştir. [7]
Ancak Hz. Mûsâ’nın (a.s) annesine de çocuğun başına bir şey gelmesinden korktuğu için onu bir sandık içinde (fîl yemmi) suya bırakması bildirilmiştir. [8] Çocuk nehirden alınmış ve Firâvun’un eşi “Bu çocuk bana da sana da göz aydınlığı olsun. Onu öldürmeyin; belki bize faydası dokunur yahut onu evlât diniriz” diyerek, Hz. Mûsâ’nın (a.s) öldürülmesine engel olmuş ve sarayda büyümesini sağlamıştır. [9] Tevrât’a göre bu işi yapan Firâvun’un kızıdır. [10]
Hz. Mûsâ’nın (a.s) annesi Âsiye, yüce Allah’a iman ettiği için Firâvun tarafından ellerinden ve ayaklarından kazıklara bağlanmış, güneş altında bırakılarak ona işkence edilmiştir. Üzerine büyük bir kaya parçası atılacağı sırada “Rabbim! Benim için yanında cennette bir ev yap; beni Firâvun’dan ve onun kötülüklerinden kurtar!” [11] diye dua etmiş ve bunun üzerine kaya parçası altında ezilmeden önce yüce Allah rûhunu kabzetmiştir. [12]
Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Mûsâ’nın (a.s) dünyaya geldiği dönemde, Mısır’ın ve İsrâîloğulları’nın durumunu naklederken şöyle bildirmektedir: “İnanan bir toplum için Mûsâ ile Firavûn'un haberinden bir parçayı, gerçek olarak sana okuyacağız: Çünkü Firâvun, orada (Mısır’da) ululandı (zorbalığa kalktı); halkını çeşitli gruplara böldü (ce’ale ehlehâ şiye’an). Onlardan bir zümreyi (İsrâîloğulları’nı) eziyor (yestaz’ifu tâifeten minhum), oğullarını kesiyor (yuzebbihûne ebnâekum), kadınlarını sağ bırakıyordu (yestehyûne nisâekum). Çünkü o, bozgunculardan idi.” [13] Hz. Mûsâ (a.s) doğunca, annesi çok üzüldü. Allahu Teâlâ ona korkmamasını ve üzülmemesini vahyetti. [14] Kalbine bir rahatlık verdi. Bu, Kur'ân'da şöyle anlatılıyor. "Mûsâ'nın annesine, ‘O(çocuğu)nu emzir, başına bir şey gelmesinden korkuyorsan (bir sandık içinde) onu suya bırak; korkma, üzülme biz onu tekrar sana geri vereceğiz ve onu elçilerden yapacağız.’ diye vahyettik.” [15] Hz. Mûsâ (a.s)'nın annesi de ilham edileni yaptı ve yavrusunu bir sandık içerisinde suya bıraktı: “Onu sandığa koy; suya at; su onu sahile bıraksın.” [16] Annesi, Hz. Mûsâ’nın (a.s) kız kardeşine "Onu izle ve takip et. Böylece o da, onu uzaktan gözetledi." [17] Hz. Mûsâ (a.s)'yı taşıyan sandık, yüce Allah'ın izniyle dalgalarla sürüklenerek, Firâvun'un sarayına ulaştı. Yıkanmakta olan câriyeler, sandığı bulup Firâvun'un karısına götürdüler. Allahu Teâlâ, Firâvun'un karısı Asiye'nin kalbine bu çocuğun sevgisini koydu. [18]
Firâvun çocuğu görünce öldürmek istedi. Ancak Asiye, çocuğu kendisine vermesini istedi. Çünkü hiç çocukları olmuyordu. Kur'ân, bunu şöyle anlatıyor: "Firâvun'un karısı, ‘Benim de senin de gözün aydın olsun! Onu öldürmeyiniz; belki bize faydalı olur yahut onu evlât ediniriz’ dedi. Oysaki onlar (olacak şeylerin) farkında değillerdi.” [19]
Hz. Mûsâ (a.s) acıkınca onu emzirmek icab etti. Fakat o kimseden süt emmek istemiyordu. Allahu Teâlâ, bunu şöyle zikrediyor: “Biz daha önce ona, süt verenler(in sütünü emmey)i haram etmiştik. (Hiçbir kadının sütünü emmiyordu. Firâvun ve ailesi, çocuğun emeceği bir dadı bulma telaşı içinde idiler. Kızkardeşi uzaktan durumu görünce sokuldu): ‘Sizin için onun bakımını üstlenecek ve ona öğüt ver(ip onu güzelce eğit)ecek bir aileyi göstereyim mi?’ dedi. Böylece biz onu, annesine geri verdik ki gözü aydın olsun, üzülmesin ve Allah'ın va'dinin gerçek olduğunu bilsin. Fakat çokları bilmezler.” [20]
Hz. Mûsâ (a.s) gençlik dönemini tamamlayarak olgunlaşınca yüce Allah ona, hikmete dayalı hükümrânlık, yargı ve icrâ yetkisi, şeriât ve ilim verdi. O, böylece annesine dönmüş oldu. Firâvun'un sarayında büyüdü. Firâvun ailesinin sevgisini kazandı. Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: “(Mûsâ), güçlü çağına erip, olgunlaşınca biz ona hüküm ve ilim verdik. İşte, güzel davrananları böyle mükâfatlandırırız.” [21]
Yetişip delikanlılık çağına gelen Hz. Mûsâ (a.s) bir gün şehre indi. Öğle üzeriydi. Dükkânlar kapalıydı ve halk evlerinde istirahat ediyordu.
Kur'ân-ı Kerîm'de, şehirde geçen hadise şöyle anlatılmaktadır:
“(Mûsâ, saray) Halkının gaflet anında (onların haberi olmadığı bir zamanda veya istirahat ortamında, Firâvun’un sarayından çıkıp) şehre girdi. Orada birbirini öldürmek üzere kavgaya tutuşan iki adama rast geldi; bunlardan birisi kendi taraftarlarından (Benî İsrâîl’den), diğeri ise düşmanlarından (Firâvun’un adamlarından) idi. Derken kendi kavminden olan (kişi) düşmanına karşı, (Mûsâ’ya (a.s) sığınıp) ondan imdat istedi. Bunun üzerine Mûsâ o adama (uzaklaşıp rahat durması için) bir yumruk indirdi ve kazâen işini bitirip öldürüverdi. (Sonra hemen pişmanlık gösterip:) ‘Bu şeytanın işindendir; o gerçekten apaçık saptırıcı bir düşmandır” (diyerek hatasını anlayıverdi.)”
“(Bunun üzerine Mûsâ:) ’Rabbim! Gerçekten, ben kendi nefsime zulmettim (istemeyerek ve ölmesini kastetmeyerek, ama hızla vurup iteklediğim kişinin ölümüne sebebiyet verdim), artık beni bağışla’ demişti. Böylece (yüce Allah) onu bağışlayıvermişti. Şüphesiz O, bağışlayandır, esirgeyendir.”
“(Ve Mûsâ) Dedi ki: Ya Rabbi! Bana verdiğin nimet (ve faziletler hatırına ve) adına (söz veriyorum ki) artık suçlu günahkârlara (ve münâfık şarlatanlara) asla destek olmayacağım.”
“Böylece şehirde, korku (ve kuşku) içinde (etrafını) gözetleyerek sabahladı. O sırada bir de baktı ki, dün kendisinden yardım isteyen (ve başına o belâyı getiren ‘huysuz ve huzursuz’ adam, bu sefer başkasıyla kavgaya tutuşmuş ve yine) kendisinden yardım için bağırıp durmaktaydı. Mûsâ ona dedi ki: ‘Sen açıkça azgın ve fesâtçı bir (insansın!).”
“Sonunda ikisinin de düşmanı olan (şahsı) yakalamak isterken (adam ona) dedi ki: ‘Ey Mûsâ! Dün birini öldürdüğün gibi, bugün de beni mi öldürmek istiyorsun? Sen yeryüzünde yalnızca bir zorba olmak istiyorsun, ıslâh edicilerden (barıştırıcı ve yatıştırıcı) olmak istemiyorsun” (diye ortalığı ayağa kaldırmaya çalışmıştı.)” [22]
İsrâîlli’nin, olayı ağzından kaçırması üzerine, bütün halk Hz. Mûsâ (a.s)'nın Mısırlıyı öldürmüş olduğunu öğrendi. Daha sonra bir adam koşarak geldi ve kendisini öldüreceklerini söyledi. Allahu Teâlâ, bunu şöyle zikrediyor: “(Bunun üzerine) Şehrin öbür yakasından bir adam koşarak gelip: ‘Ey Mûsâ! (Firâvun’un sarayında) Önde gelen (idareciler dünkü cinayet hadisesinin sorumlusu olarak) seni öldürmek konusunda, kendi aralarında görüşüp karar vermekteler. Durma, artık buradan çık git, ben sana iyi niyetle öğüt verenlerdenim diye (uyarmıştı). Böylece (Hz. Mûsâ) korku (ve telaşla) ve çevreyi kontrol ederek dikkatlice oradan ayrılıp uzaklaştı ve ‘Rabbim! Zalimler topluluğundan beni kurtar’ diye (dua edip yakardı). Bunun üzerine (Hz. Mûsâ mecburen kaçıp) Medyen’e (Sinâ çölü’ne ve Tûr Dağı çevresine) ulaşmak üzere, yüzünü (o tarafa) çevirip (yürümeye başlayınca) da: ‘Umarım Rabbim, beni düzgün bir yola (ve uygun bir yurda) yöneltip iletir (hidayet verip Nübüvvet için eğitir)’ diye (temenni etmişti).” [23]
Hz. Mûsâ (a.s) böylece yurdundan uzaklaştı. Yanına yiyecek hiç bir şey de almamıştı. Tam sekiz günlük yolu (Mısır ile Medyen arası), ağaç yaprakları yiyerek aştı. Allahu Teâlâ'nın bu seçkin kulu, aç ve bitap düşmüş olarak bu uzun mesafeyi katetti ve nihayet Medyen'e ulaştı.
Kur'ân-ı Kerîm'de kıssa şöyle devam ediyor:
“Nihâyet Medyen suyuna (kuyusuna) vardığı zaman, su almakta olan bir insan topluluğu bulup (garip bir olaya rastlamıştı.) Onların gerisinde de (hayvanları subaşına) götürmekten çekinen iki kadın bulunmaktaydı. Bu durumunuz (ve sorununuz) nedir,
(niye bekleyip duruyorsunuz)? diye (sorunca), kadınlar: ‘Çobanlar sürülerini sulamadıkça, biz sürülerimizi sulayamayız; (bize saygı duyup sıraya almazlar, çünkü) babamız, yaşı ilerlemiş bir ihtiyardır’ demişlerdi.”
“Bunun üzerine (Mûsâ) hemen (müdahale edip) onların sürülerini suladı; sonra yine gölgeye çekilerek: ‘Rabbim! Doğrusu bana indireceğin-göndereceğin her hayra muhtacım, (burada garip ve sahipsiz durumdayım)‘diye (dua etti.)”
“Ardından çok geçmeden, o iki (kadın)dan biri, utana utana yürüyerek ona geldi. (Mûsâ’ya:) ‘Babam, bizim için (sürüleri) sulamana karşılık, sana ücret vermek üzere seni davet etmektedir’ dedi. Vaktâki (Mûsâ) ona (Şuayb’ın yanına) gelip de olup bitenleri anlatınca o (Şuayb, Mûsâ’ya dönüp: ‘Artık) korkma, (Mısır’daki) zalimler topluluğundan kurtulmuş vaziyettesin’ dedi.”
“(Kızlarından biri:) ’Babacığım onu ücretli olarak tut. Çünkü gerçekten ücretle tutulacakların en iyisi ise böyle güçlü kuvvetli ve güvenilir (olan) kişidir’ diye (hatırlattı.)”
“(Şuayb, Mûsâ’ya) Dedi ki: Doğrusu ben, sekiz yıl bana hizmet etmene karşılık olmak üzere, şu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum; şayet on (yıl)a tamamlayacak olursan, artık o da senden (bir ikram olacaktır. Ama iyi düşün.) Ben, sana zorluk çıkarmak (ve kızımı almana mecbur bırakmak) istemem; beni de inşaallah sâlih olanlardan (ve sözünü tutanlardan) bulacaksın.”
“(Mûsâ) Dedi ki: ‘(Kabul ediyorum.) Bu, benimle senin aranda olan (bir antlaşma)dır. Bu durumda iki süreden hangisini yerine getirirsem, artık bana karşı (inşaallah) bir haksızlık söz konusu olamayacaktır. Allah söylediklerimize vekîl’dir.”
“Böylelikle Mûsâ, vaktâki süreyi tamamlayıp (Şuayb’ın kızını almış olarak) ailesiyle birlikte (Mısır’a doğru) yola koyulunca, Tûr (dağı) tarafında bir ateş görüp (duraklamıştı). Ailesine: ’Durun, gerçekten bir ateş gördüm; umarım ondan ya (hayırlı ve yararlı) bir haber ya da ısınmanız için bir kor parçası getiririm’ deyip (oraya yönelmişti.)”
“Derken oraya geldiğinde, o kutlu yerdeki vadinin sağ yanında olan bir ağaçtan: Ey Mûsâ! Âlemlerin rabbi olan Allah Benim’ diye seslenilmişti.”
“Ve (bu dediklerimin gerçekliğine alâmet olmak üzere) ‘Asânı bırak! (O, canlanıp hareket edecektir’ şeklinde vahyedilmişti. Mûsâ asâsını yere attıktan hemen sonra) Onun aniden bir yılan gibi kıvrılıp hareket ettiğini görünce, arkasına dönüp bakmaksızın kaçmaya yeltenmişti. (Kendisine) ’Ey Mûsâ! (geri) Dön ve korkuya kapılma. Şüphesiz (artık) sen güvenliğe eriştirilenlerdensin’ (denilmişti.)”
“(İkinci bir alâmet olmak üzere) Şimdi elini koynuna sok, kusursuz olarak bembeyaz çıksın. Ve (her türlü) dehşet ve tehlike durumunda (rakiplerini ürkütmek ve dizginlemek üzere) kanatlarını (kollarını) koltuklarının altına sok (ki bembeyaz olarak ve ışıklar saçarak çıkarasın.) İşte bunlar, senin Rabbinden Firâvun ve önde gelen adamlarına (yönelik) iki kesin-kanıt (mûcize)dir. Gerçekten onlar, (küfür ve kötülüklere dalmış) fâsıklardan olan bir kavimdir.”
“(Mûsâ:) ’Rabbim! Doğrusu (ben hataen) onlardan bir kişi öldürdüm, (onların da) beni öldürmelerinden korkuyorum’ diyerek (mazeret belirtmişti.)”
“Ve kardeşim Hârûn, dil bakımından (lisanı ve konuşma tarzı olarak) o benden daha düzgün (fasih) durumdadır; onu da benimle birlikte bir yardımcı olarak gönder ki, beni doğrulayıp desteklesin. Çünkü onların beni yalanlamalarından korkuyorum’ (diyerek yüce Allah’tan destek istemişti.)”
“Senin (omuzlarını, arkanı ve) pazularını kardeşinle pekiştirip güçlendireceğiz; sizin ikinize de öyle üstün bir ‘güç ve yetki’ vereceğiz ki, âyetlerimiz sayesinde size erişemeyecekler. Siz ve size uyanlar mutlaka galip geleceksiniz, buyurup (teskin ve teselli etmişti.)”
“Mûsâ, onlara apaçık olan âyetlerimizle (mûcizelerimizle ve hükümlerimizle) geldiği zaman: ‘Bu, düzüp uydurulmuş bir büyüden başkası değildir. Biz önceden geçmiş atalarımızdan bunu(n gibi şeyler) işitmedik’ demişlerdi.”
“Mûsâ (onlara) şöyle dedi: ’Benim Rabbim, kendi katından hidayeti kimin getirdiğini (risâletle kimi görevlendirdiğini) ve kutlu sonuç yurdunun (zafer ve devlet onurunun) kimin lehine oluvereceğini en iyi bilendir.”
“Firâvun ise: ’Ey önde gelenler! Sizin için benden başka ilâh olduğunu (benim mülkümde, benim dışımda bir kanun koyucu bulunduğunu) bilmiyorum (ve kabul etmiyorum.) Ey Hâmân! [24] (özel fırınlarda) Çamurun üstünde bir ateş yak da, bana (tuğladan) yüksekçe bir kule inşâ et; belki Mûsâ’nın ilâhına çıkarım (da varsa O’na rastlarım, ama) gerçekten ben onu yalancılardan (biri) sanıyorum’ diyerek, (halkın kafasını karıştırmayı denemişti.)”
“O ve askerleri (Firâvun ve yakın çevresi), yeryüzünde haksız yere büyüklenmişler ve gerçekten bize döndürülmeyeceklerini zannetmişlerdi.”
“Bunun üzerine onu (Firâvun) ve askerlerini tutup suya attık (boğup batırdık.) Böylelikle zulmedenlerin nasıl bir sona uğradıklarına bir bak ki (derbeder olup gitmişlerdi.)”
“Biz onları (inkâr ve isyanları nedeniyle) ateşe çağıran (zulüm ve kötülük) önderleri kıldık; kıyamet günü ise (ne kendileri ne de peşlerinden sürükledikleri) yardım görmeyeceklerdir.”
“Bu dünya hayatında (Firâvunların ve zulümkârların) arkalarına lânet düşürdük (hep nefretle anılıvereceklerdir); kıyamet gününde de, (kendilerinden nefret edilecek ve) kötülenip kabahatli görülecek kimselerdir.”
“Andolsun, ilk nesilleri (Firâvun sülâlesini) yıkıma uğrattıktan sonra Mûsâ’ya, insanlar için (gözleri hikmetle açıp aydınlatacak) bâsiretler, hidayet ve rahmet (vesilesi) olmak üzere kitap verdik. Umulur ki öğüt alıp düşünürler diye, (Mûsâ’yı elçi gönderdik.)” [25]