Hz. Zekeriyyâ (a.s) - 1

.
.

Bismillâhirrahmânirrahîm

.

Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Zekeriyyâ (a.s) [1] hakkında dört sûrede kısa bilgi verilmiş ve yedi âyette de ismen zikredilmiştir. [2] 

Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Zekeriyyâ’nın (a.s) vasıflarını şöyle açıklar:

O, Hz. Meryem’i (s.a) himaye eden, onun kefâlet ve terbiyesini üstlenen, ondan sorumlu kılınandır. [3]

O, namaz kılan bir kimsedir. [4]

O, yüce Allah’ın kulu (abdehu) vasfıyla nitelenmiştir. [5]

O, yüce Allah’ın rahmetini uman ve azabından korkan, O’na sabah akşam dua eden ve duası kabul edilen, hayırlı işlere koşan, Rabbine karşı derin ve gönülden saygı gösterendir. [6]

O, Hz. Îsâ’nın (a.s) müjdecisi olan Hz. Yahyâ’nın (a.s) babasıdır. Hz. Yahyâ (a.s), Hz. Îsâ (a.s) ve Hz. İlyâs (a.s) gibi peygamberler arasında zikredilmiş ve hidayete ulaşmış kimselerden sayılmıştır. [7]  

Hz. Zekeriyyâ (a.s), İsrâîloğullarının peygamberi olduğu gibi, aynı zamanda Kudüs’te Mescid-i Aksâ’da onların bilgini, reisi ve müşaviri yani danışmanı idi. Hz. Zekeriyyâ’nın (a.s) karısı, Fâkûz kızı Îşâ idi. O da Fâkûz kızı Hanne’nin kız kardeşiydi. Hanne de Hz. Meryem'in (s.a) annesidir. Buna göre, Hz. Yahyâ (a.s), Hz. Îsâ’nın (a.s) teyze çocuğudur. [8]

Kur’ân, Hz. Zekeriyyâ’nın (a.s) Hz. Meryem’in (s.a) babası İmrân vefat ettikten sonra onun bakımını üstlendiğini, Hz. Meryem (s.a) büyütüp yetiştikten sonra da insanlardan uzaklaşıp mescitteki mihrabında ibadete çekildiğini haber vermiştir. Hz. Zekeriyyâ (a.s) da sürekli mihraba girer ve Hz. Meryem’i (s.a) kontrol ederdi. “Zekeriyyâ onun yanına, mihraba her girişinde onun yanında bir rızık bulurdu. ‘Ey Meryem! Bu sana nereden (geliyor)?’ deyince, ‘Bu, Allah katındandır. Şüphesiz Allah dilediğine hesapsız (karşılıksız) rızık verir.’ derdi. [9]

İşte orada Hz. Zekeriyyâ (a.s) Rabbine dua edip, kendi ihtiyarlığı ve hanımının kısırlığına rağmen, kendisine temiz bir zürriyet bahşedilmesini istedi. Onun bu duasına icabet edildi ve kendisine ismi Yahyâ olan erkek bir çocuk bahşedildiğini müjdelendi.

Bunun üzerine Hz. Zekeriyyâ (a.s), kalbi mutmain olsun diye yüce Allah’tan bir âyet istedi ve kendisine şöyle denildi: “Senin alâmetin, üç gün boyunca dilinin bağlanması ve işaret dışında insanlarla konuşmayacak olmandır.” [10] Öyle de oldu. Sonra ibadet yerinden halkın karşısına çıktı ve işaretle onlara, “Sabah, akşam Allah’ı tespih edin.” [11] dedi. Böylece yüce Allah, eşini de kendisi için doğurmaya elverişli kıldı ve Hz. Yahyâ’yı (a.s) doğurdu. [12]

Hz. Zekeriyyâ’nın (a.s) yüce Allah’tan çocuk istemesi, yüce Allah’ın onun duasına icabet etmesi ve kendisine Hz. Yahyâ’yı (a.s) bahşetmesi dışında, Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Zekeriyyâ’dan (a.s) bahsedilmemiştir. Bunlar da, Hz. Zekeriyyâ’nın (a.s), Hz. Meryem’in (s.a) yüce Allah indindeki ibadet ve kerametini gördükten sonra gerçekleşmiştir. [13]

Hz. Zekeriyyâ’nın (a.s) kıssası, Kur’ân’da şöyle anlatılır:

“Bu, Rabbinin, kulu Zekeriyâ'ya yönelik anlatılan rahmetinin (duasının kabülünün) haberidir.” [14]

Gramatik açıdan baktığımız zaman ayetin orijinalinde geçen zikr sözcüğünün hazfedilmiş bir mübtedanın haberi olduğu görülmektedir. Masdar olan bu sözcük mef’ûl anlamındadır. Bu gramatik analizi de göz önünde bulundurduğumuz zaman, takdirî açılım şu şekilde belirginleşiyor: “Bu, Rabbinin anlatılan rahmetinin haberidir.” Rahmetten maksat ise, yüce Allah’ın Hz. Zekerriyâ’nın (a.s) duasını kabul edip, karşılık vermesidir.   

“Hani o, Rabbine gizlice seslenmişti. (Şöyle dua etmişti). [15]

Cümledeki iz zarf’ı, rahmeti Rabbike=Rabbinin rahmeti ifadesiyle ilintilidir. Âyetin orijinalindeki nâdâ kelimesinin masdarı olan en-nidâ ve el-münadât=açıktan çağırmak, yüksek sesle dua etmek demektir.

“Demişti ki: Rabbim! Bende artık kemik zayıfladı, saçın ağarması başta tutuşup yayıldı (yaşlılıktan saç ağardı) ve ey Rabbim, ben seni çağırmakla asla bedbaht olmadım (beni mahrum etmedin).” [16]

Bu ifade, biraz sonra yer alacak cümleye, yani “Öyleyse kendi katında bana bir veli(aht, oğul) armağan et.” ifadesine bir hazırlık mahiyetindedir.

“Rabbim!” ifadesini öne alıyor ki, bununla duanın daha başındayken Rabbinin şefkatini üzerine çekmeyi amaçlamaktadır. Pekiştirme edatı olarak inne edatını kullanmasıyla da, isteğinin gerçekleşmesine ihtiyacının olduğuna işaret etmektedir. el-vehenuzayıflık ve güç eksikliği demektir. Hz. Zekeriyyâ (a.s) peygamber zayıflığını, gücünün eksikliğini kemiklere isnat ediyor.

 “Saçın ağarması başta tutuşup yayıldı” ifadesinin orijinalindeki işteale kelimesinin kökü olan el- iştial, ateşin alevlerinin yanan şeyi büsbütün saracak şekilde yayılması anlamına gelir. “Saçın ağarması başta tutuşup yayıldı” ifadesinin orijinali, mecazî anlatımların en güzel örneklerindendir. Anlamın da, saçların ağarması ve yaşlılık başta alevlendi, bütün başı saracak şekilde yayıldı, şeklindedir.

Tıpkı ateşin kıvılcımlarının alevlenip yayılması gibi. Öyle anlaşılıyor ki, kıvılcımlarla da ateşin alevi ve kor hâli kastedilmiştir. Şakiyy lafzının kökü olan şakavet=bedbahtlık, saadet ve mutluluğun karşıtıdır. Bi-duaike=seni çağırmakla ifadesi şakiyy=bedbaht sözcüğüyle ilintilidir.

Bi-duaike=seni çağırmakla” başındaki ba edatının harfi de ifadeye nedensellik anlamını kazandırmakta veya fî edatı anlamı vermektedir. Dolayısıyla şöyle bir anlam elde etmiş oluyoruz: “Ben seni çağırmakla, sana ettiğim dua nedeniyle mutlu oldum. Sana dua ettiğim her seferinde benim duamı kabul ettin ve beni bedbaht etmedin, beni yoksun bırakmadın.” Ya da şöyle bir anlam kastedilmiştir: “Sana yaptığım dua hususunda yoksun ve eli boş kalmadım. Sana her dua ettiğimde, duamı kabul ederek bana karşılık verdin. Senden istediğimde isteğimi kabul ettin.” Her iki ihtimalde de dua sözcüğü mef’ûl’e izafe edilmiş masdardır.

Bir görüşe göre ise, duaike ifadesi fâil’e izafe edilmiş masdardır ve anlamıda şöyledir: “Ben, kulluk sunmayan ve itaât etmeyen biri olmadım; bilâkis, sana kulluk eden, sana içtenlikle itaât eden biri oldum.” Ancak ilk anlam daha belirgindir.

“Doğrusu ben, kendimden sonra yakınlarımın yapacaklarından endişe ediyorum. Karım da kısırdır. Öyleyse kendi katından bana bir veli(aht, oğul) armağan et.” [17]

Hz. Zekeriyyâ peygamber’in (a.s), duasının girişinde gerçekleştirdiği hazırlık bölümünün devamıdır bu sözler.

Âyetin orijinalinde geçe mevâlî’den maksat, amcalar ve amcaoğullarıdır. Bazılarına göre bunlarla kelâle=baba ve çocuk dışındaki ana tarafından vârisler, bazılarına göre de yakın akrabalar kastedilmiştir. Kimine göre de, sadece amcaoğulları kastedilmiştir. Bazıları da bütün vârislerin kastedildiğini söylemiştir. [18]

Bunlardan hangisi kastedilmiş olursa olsun, mevâlî kişinin zürriyetinden gelmeyen evlattır. Maksat da şudur: Ben, kendimden sonra, yani ödükten sonra akrabaların yapacaklarından endişe ediyorum. Çünkü Hz. Zekeriyyâ peygamber (a.s) kendi soyundan mirasçılarının olmamasından korkup, endişeleniyordu. Dolayısıyla bu tabir, arkasından bir zürriyet bırakmaksızın ölmesinden korkmasından kinâye’dir.  

“Karım da kısırdır” ifadesinin orijinalinde geçen âkır sözcüğü, çocuk doğurmayan kısır kadın anlamına gelir. “Karım da kısırdır” şeklinde bir ifade kullanılması, karısının normalde çocuk doğuracak bir yaşta olduğu hâlde kısır olduğunu göstermektedir. “Karım da kısırdır” ifadesinin orijinalinde inne edatının tekrarlanmış olması gösteriyor ki, cümle hâl cümlesidir ve ifadenin tümü, yani “Doğrusu ben… endişe ediyorum.” ifadesiyle başlayıp “Karım da kısırdır” ifadesiyle son bulan cümle bir bütündür, kastedilen anlam da şudur: “Karımın kısır olması, ölümümden sonra akrabalarımdan endişe etmemi gerektirmişti.”

--------------

[1]- Zekeriyyâ kelimesinin aslı İbrânice Zekaryâ’dır ve İbrânice’de Yahve (Tanrı) hatırlar anlamına gelir.

[2]- 3/Âl-i İmrân: 37, 37, 38; 6/En’âm: 85; 19/Meryem: 2, 7; 21/Enbiyâ: 89.

[3]- 3/Âl-i İmrân: 37, 39.

[4]- 3/Âl-i İmrân: 39.

[5]- 19/Meryem: 2.

[6]- 21/Enbiyâ: 90.

[7]- 6/En’âm: 85.

[8]- Muhtasar-ı Rûhu’l-beyân tefsîri, c. 5, s. 166.

[9]- 3/Âl-i İmrân: 37.

[10]- 3/Âl-i İmrân: 41.

[11]- 3/Âl-i İmrân: 41.

[12]- 3/Âl-i İmrân: 37; 19/Meryem: 2-11; 21/Enbiyâ: 89-90.

[13]- el-Mîzan fî tefsîr’il-Kur’ân, c. 14, s. 42.

[14]- 19/Meryem: 2.

[15]- 19/Meryem: 3.

[16]- 19/Meryem: 4.

[17]- 19/Meryem: 5.

[18]- İmam Câfer Sadık (a.s), İbn Abbas, Mücahid ve Kelbî’den naklen. Mecmau’l-beyân, c. 6, s. 502.