Kalıplaşmış Mezhep Bağnazlığı ve Iğdır Müftülüğü

Fitnenin her çeşidi kötü ve tehlikelidir. Fitneler içerisinde en tehlikeli fitne, mezhepçilik taassubundan kaynaklanan mezhepçilik fitnesidir. Bazı İnsanlar durduğu yere, baktığı mekâna ve bulunduğu konuma göre toplumlara bakar ve toplumlara bu şekilde baktığı zaman da, kitleleri mensup olduğu mezhebin zaviyesinden değerlendirir ve analiz eder. Oysa olması gereken insanın takım tutma mantığına sahip olmadan, tarafgirlik mantığından uzak durarak, mezhep bağnazlığı yapmadan olaylara, kişilere, toplumlara inançlara iman, akıl ve insaf terazisinden bakmasıdır.

Türkiye cumhuriyetinde yaşayan Alevi-Caferi EHLİBEYT sevdalıları olarak her gün, her hafta, her ay yeni bir gündem ile karşı karşıya kalmaktayız. Gündemler o kadar çabuk değişmektedir ki, insan bazen zamanında takip edemiyor.

Güzel memleketimizin inci şehirlerinden olan Iğdır ili müftüsü Cüneyt KULAZ beyefendi Ehlisünneti ve şiasıyla tüm İslam âleminin çok zor dönemlerden geçtiği bu dönemlerde ve yine İslam coğrafyasının ve İslam'ın kutsallarının haçlı+siyon+selefi-vahhabi zihniyetinin tamamen hedefi haline geldiği bu günlerde haçlı, siyon ve vahhabi zihniyete hizmet türünden ve onları sevindirecek tarzda 13/09/2013 tarihinde hazırlamış ve IğDIR valiliğine ve oradan da iç işleri bakanlığına sunmuş olduğu IğDIR halkı, alimleri ve IğDIR’da bulunan camiler hakkındaki raporu aklı selim, insaflı, duyarlı, inanç değerlerine bağlı, barıştan, kardeşlikten yana olan Ehlibeyt mektebine mensup olan Caferileri derinden üzmüş ve bir o kadar da düşündürmüştür. Zira bu gün Ehlisünneti, Alevisi-Caferisi ile İslam dünyasının ve ülkemizin çok daha önemli sorunları ve meseleleri vardır. İslam dünyası vahdete bu gün, dünden çok daha muhtaç olduğu bu günlerde hakikatlerle bağdaşmayan bu tür raporların hazırlanması Müslümanların ve ülkemizin birlik dokusuna zarar verir düşüncesi ile kamoyuna gerçekleri aktarmak ve malum müftüye ve bu zihniyete gerçeklerle bağdaşmayan iftira dolu bu tür menfur raporların bir daha tekrarının yaşanmaması ve ülkenin birlik beraberliğini ön planda tutan yetkililerin gereğini yapması için cevap nitelikli bu yazıyı kaleme almak zorunda kaldık.

şunu asla unutmamak gerekir ki, sünnetullah ve Hz. Peygamber efendimizin sünneti gereğince insanın kendisi gibi inanmayanların, kendisi gibi düşünmeyenlerin inançlarına hakaret etme hakkını hiçbir Müslümana tanımamaktadır. Bundan dolayı kaleme alınan bu satırların muhatabı sadece ve sadece malum müftü ve bu zihniyete sahip olanlardır.

Güzel IğDIR ilimiz yüzyıllardan beri çeşitli ırklardan ve farklı mezheplerden olan insanları kardeşçe kendi bağrında barındırmıştır. Yüz yıllar boyunca bu güzelim ve bereketli topraklarda yaşayan insanlar yan yana kardeş gibi yaşadılar ve böylece de yaşamaları gerekir. Ama ne yazık ki ülkemizde ve Iğdır ilinde farklı ırklardan ve farklı mezheplerden olan bu milletin kardeşçe yaşamaları bir takım mezhep bağnazlarını rahatsız ettiği ve ümmetçilik ruhuna değil de mezhepçilik ruhuna bağlı olan zihniyetlerin amaçlarına ulaşmada engel olduğu için, bu karanlık eller kardeş olan bu halkın arasına mezhepçilik ruhu ile fitne ve fesat tohumları ekmek istemektedirler. Bu uğurda da her türlü malzeme ve yolu caiz görmekte ve kullanmaktadırlar. Bu tür zihniyetler kurt misali “kurt sisli havayı sever” mantığını güttükleri için havayı daima sisli göstermek istemişlerdir. Suyu bulandırıp bulanık sudan balık avlamak istemişlerdir. Oysa hangi ırktan ve hangi mezhepten olursa olsun, güzel memleketimizin kanaat önderleri, siyasetçileri, akademisyenleri, din âlimleri, sivil toplum kuruluşları kurt zihniyetli insanlara karşı toplumu bilgilendirmeli ve bu konuda gereken açıklama ve çalışmaları yapmalıdırlar. 

Son zamanlarda güzel IğDIR’ımızda inanç kardeşliği temeline dayalı bütünlüğü hedef alan fitnenin daha da derinleşmesine sebep olacak birtakım eylemler gerçekleştirilmesi ciddi tehlikeler arz etmektedir. Daha bundan yirmi üç gün önce yaşları on üç ila on dokuz olan ve Kutsal mekanlara ziyarete giden çocukların ajanlık iddiası ile soruşturmaya alınmaları ve medyada manşet manşet bu hadisenin yayınlanması kaygıları daha da derinleştirmektedir.

Güzel ülkemizde Ehlibeyt düşüncesini ve Ehlibeyt sevdalılarını hazmedemeyen mezhep taasubuna sahip olan sözde din adamları ve bazı siyasiler her geçen gün  yeni bir fitne ve proje ile sahneye çıkmakta ve Ehlibeyt mektebine ve Ehlibeyt sevdalılarına karşı yalan yanlış, iftira dolu söylemleri dile getirmektedirler.

Sayın müftüye bir gerçeği hatırlatmak faydalı olacaktır; EHLİBEYT mektebi bir tarikatlar, hizipler mektebi değildir. Günümüz dünyasında aynı mezhepten olan toplumların içerisinde tarikat olgularına baktığımızda, aynı mezhebin mensubu olan tarikatlar ve mensupları bir diğerini kabul etmez ve bir diğerinin yaptıklarına uygulamalarına hak gözü ile bakmazlar. Tarikatlarda genelde hakim olan durum şudur: Benim tarikatım yapmışsa doğruyu hakkı yapmıştır, benim şeyhim söylemişse doğruyu hakkı söylemiştir. Dolayısıyla sayın müftü Alevi-Caferi Müslümanlar hakkında değilde daha derin olan kendi sorunları hakkında rapor hazırlasa daha sağlıklı olacaktır.

Tarih boyunca EHLİBEYT mektebinin ve mektep mensuplarının karşısında iftiharlarla duranlar EHLİBEYTnuru ile nurlananlara karşı daima mücadele içinde olmuş ve başarılı olmak ve EHLİBEYT nuru ile nurlananların inançlarını yok etmek, onları asimile etmek için her türlü imkânlarını seferber etmiş ve bu alanda kimi zaman iftira kampanyaları başlatmış, kimi zaman ise içeri soktukları kamufleli adamları aracılığı ile tefrikalar oluşturarak amaçlarına ulaşmayı gaye edinmişlerdir. Ama hiçbir zaman başarılı olamamışlardır.

Bu zihniyet, Hz. Fahri kâinat efendimiz (sallallahu aleyhi ve alihi vesellem) ve Ehlibeyt imamları tarafından varis-i enbiya unvanına layık görülen ulema ile halk arasına ayrılık düşürme projeleri geliştirdiler, ulemayı halka kötü tanıtmak, halk içerisinde en itibarsız ve güvenilmez kitlenin ulema olduğunu halkın aklına yerleştirmek ve bunu halkın ezberi yapmak için türlü türlü yollara başvurdular. Bu arada nadan dostlar da farkında olmadan bu çirkef zihniyete alet oldular ve bu çirkef zihniyetin bir dişlisi haine gelerek oturup kalktıkları her yerde ulema hakkında atar tutar oldular, sanal medyada ulema hakkında yazarçizer oldular. Bunları kimlere hizmet ettiğini fark etmeden yaptı bu nadan dostlar.

Sözü fazla uzatmadan IğDIR müftüsü sayın Cüneyt KULAZ beyefendinin hazırlamış olduğu rapora madde madde değinelim ve gerçeklerle ne kadar örtüştüğünü hep beraber görelim:

Madde 1- Sayın müftü raporunda şöyle diyor; "Kürt kesiminde gençler ideolojik taleplerini terörize uygulamalarla dile getirirken, Azeri kesiminden de bazı grupların ve Mollaların inançsal (Mezhepsel) ideolojik düşüncelerini dini argümanlarla seslendirdiklerini görmek mümkündür'' Muharrem ayında Iğdır İli bir matem kenti gibidir."

Sayın müftü, bu ülkede var olan yirmi üç milyon Alevi-Caferi Türkiye cumhuriyeti vatandaşının mah-ı matem olan muharrem ayında ülkenin bulundukları her tarafında matem yaptıklarını bilmez mi acaba! Bu matemleri sadece Iğdır iline münhasır kılmak ve dahası bu matemleri yapanları ideolojik taleplerini terörize uygulamalarla dile getirenlerle yan yana zikrederken neyi amaçlamaktadır acaba! Acaba bu yaklaşım ülkenin birlik dokusunu bozmak isteyenlerin havuzuna su taşımaz mı! Ağyarı sevindirmez mi!

Bu matemler sayın müftüyü neden bu kadar rahatsız ediyor acaba! Hatırlatmam gerekirse tarih bu matemlere karşı olanların perişan olduklarını insanlığa göstermiştir. Mütevekkil gibi Abbasi devlet başkanları ve hükümetleri bile bu matemlerin karşısında ezilmişlerdir. Sayın müftü açıkça şunu mu demek istiyor; Iğdır'da yaşayan Sünni Kürtler ve CaferiTürkler vatan hainidir. Biri terörist uygulamalar içindedir diğeri mezhepsel tutumu sebebi ile teröristtir. Bu zihniyet ve yaklaşım hangi akla hizmettir acaba! Bu güne kadar değerlerine bağlı, sulhtan, kardeşlikten yana olan yirmi üç milyon Alevi-Caferi vatandaşları rencide etmez mi!

Iğdır ilinin muharrem ayında matem havasına bürünmesi sayın müftüyü rahatsız ettiğine göre ülke genelinde muharrem ayında matem yapan Alevi-Caferilerinde matemleri sayın müftüyü rahatsız ediyor demektir. Demokrasi paketlerinden ve özgürlüklerden söz edilen bu günlerde, bu ülkenin asli unsurları olan ve sayıları azımsanmayacak kadar çok olan yirmi üç milyon insanın inanç değerlerine bu tarzda şaşı bakan bir zihniyetin bu tür önemli mevkilerde ve görevlerde olması bizleri derinden üzmekte ve düşündürmektedir. Bu sebepten dolayı yetkilileri buradan göreve davet ediyor ve ülke insanı içerisinde mezhep bağnazlığına dayanarak ayrıştırıcı roller oynayanların bir an evvel görevlerine son verilmesini talep ediyoruz.

Madde 2-  "Müftülüğümüzce verilen din hizmetlerinin tek taraflı kaldığını belirtmek yanlış olmayacaktır."

Sayın müftü taraflarınca verilen din hizmetlerinin tek taraflı olduğunu vurguluyor. Sayın müftü bu sözünüzle Caferi din alimlerinin din hizmeti vermediklerini söylediğinizin farkında mısınız! Demek ki din hizmeti anlayışınızdan maksat EHLİBEYT kaynaklı bir din değildir. Zira Caferi alimleri nerede olurlarsa olsunlar EHLİBEYT kaynaklı bir din anlayışının hizmetini verirler, Emevi-Abbasi-Selefi,Vahhabi din anlayışının ise Kurani hakikatlere muğayir olduğuna inanırlar. Demek oluyor ki siz ve sizin gibiler EHLİBEYT kaynaklı bir din anlayışından rahatsız oluyorsunuz.

Madde 3- "şia’ya mensup vatandaşlarımız Mollaların baskısından dolayı müftülüğümüze bağlı camiilere gelmemektedir." 

Sorarım size; Acaba siz bu sözünüzde ne kadar doğrusunuz! şiaya mensup kaç kişi size bu raporu verdi de siz bu kanıya kapıldınız. Iğdır küçük bir ildir ve bu küçük ilde hangi şia din alimi diyanete bağlı camilerin kapısında nöbet tutarcasına oraya gelen şialara buraya giremezsiniz dedi. Veya hangi şia din alimi hizmet verdiği camide, Cuma namazında, sohbetinde müftülüğe bağlı camilere gitmeyin diye halka baskı uyguladı. Halkın nerede namaz kılacağına siz mi karar vereceksiniz! Halkın karar veremeyecek kadar basiretsiz ve korkak olduğunu mu söylüyorsunuz siz! Ehlibeyt velayeti ile yoğrulan şialar nerede ibadet edeceklerini bilmeyecek kadar basiretsiz değiller ki alimler bu noktada onları engellemiş olsun. Halkın EHLİBEYT kaynaklı din anlayışına sahip olması ve o tür ibadethaneleri tercih etmesi sizi neden rahatsız ediyor bu kadar.

Madde 4- "şia’ya mensup Azeri kesiminin himayelerinde bulunan camiilerde ise arzu edilen seviyede Kur’an-ı Kerim’in okutulmadığı, dinin anlatılmadığı düşünülmektedir." 

Sayın müftü, ister Iğdır ilinde olsun ister diğer illerde şia alimlerinin hizmet verdikleri camilerde yaz Kuran kursları eksik olmamakta ve yılın diğer dönemlerinde ise Kuran öğrenimi ile din dersleri verilmektedir. Iğdır ilinde şia âlimlerinin hizmet verdikleri merkezi camiler de Ramazan ve Muharrem aylarında, yıl içerisindeki “Eyyamullah” günlerinde vaizlerin yapıldığını ve şehir merkezinde önemli salonlarda inanç etkinliklerinin yapıldığını ya bilmiyorsunuz ve oturduğunuz yerden rapor yazıyorsunuz veya bildiğiniz halde gerçekleri sansür ediyorsunuz. Unutmayınız ki her iki durum da bir Müslüman’a hele bir din adamına asla yakışmaz. Kanaatimce siz asılında şunu söylemeye çalışıyorsunuz: şia âlimleri bizden farklı, EHLİBEYT kaynaklı bir din inancını anlattıkları için onların anlattıkları din anlatımı sayılmaz. Sayın müftü beyefendi unutmayınız ki, şia âlimlerinin anlattıkları din kaynaklarının kökünde Ehlisünnetin mezhep büyüklerini yetiştiren EHLİBEYT imamları vardır. Bu düşünceniz ile Fahri Kâinat efendimiz Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve alihi vesellem) efendimizin Ehlibeytini karşınıza aldığınızın farkında mısınız acaba!

Madde 5- "İranlı müçtehitler tarafından sözde vekil tayin edilen, sekiz-on yıl İran’da eğitim gördüklerini söyleyen mollalar, halkın üzerinde etkilidirler."

Sayın Kulaz, elinizde devletin her türlü imkanı olmasına ve Caferi din adamlarının ellerinde bulunan imkanların sizlere nazaran yok denilecek kadar az olmasına rağmen Caferi din adamlarının halk üzerinde etkili olması Caferi din adamlarının ve Iğdır’ın Caferi halkının inanç değerlerine bağlı olmasındandır. Anlaşılan o ki, halkın üzerinde etkili olamamanız sizi bir hayli germiş galiba.

Madde 6-  "Azeri vatandaşlara dini inançlarını anlatırken mezhepsel istismara çalıştıkları, halka tahakküm için bidat ve hurafelerle bilgilendirme yaptıkları düşünülmektedir."

Sayın Kulaz beyefendi, siz bu ülkede yirmi üç milyon Alevi-Caferi’nin vergilerinin de verildiği hazineden sekiz bakanlığa eş değerde bütçe alarak  sadece Hanefi fıkıh anlayışına göre inanç hizmeti verdiğiniz için, biz sizlere mezhepsel istismar yapıyorsunuz dersek nasıl olur acaba!  Devlet bütçesinden ağır bütçeler alarak sadece bir anlayışa hizmet etmek mi istismarcılıktır, yoksa kendi imkanları ile mescitlerini yapan ve tüm giderlerini kendileri karşılayan ve hazineye yük olmayan Caferi alimlerinin hizmetleri mi istismarcılıktır!

şu bidat konusuna gelince; Pes doğrusu, İslam dininin, şeriatin, İlahi ilimlerin can damarı ve kaynağı olan Ehlibeyt anlayışının bidat olarak algılanması, ancak iki yılda 5374 hadis nakleden Ebu Hureyre anlayışının, Peygamber Ehlibeytinin karşısında olan Emevi ve Abbasilerin anlayışının bidat addedilmeyip din addedilmesine pes doğrusu. Eğer kaynaklarınızda var olan yüzlerce bidat ve hurafelerden haberiniz olsaydı bu sözü zikretmezdiniz. Sayın Kulaz şia inancında var olan bir tane bidatı bize gösterebilir misiniz acaba!

Madde 7- "Gelecekte gençler arasında ideolojik ayrımı hızlandıracak şia(Caferilik) adına özendirici söylem ve davranışlar; toplumda devletimiz, milletimiz ve bütünlüğümüz için olumsuz oluşumlara zemin hazırlayacak."

Sayın Kulaz, Caferilik inancı neden  özendirici söylem ve davranış olarak görülüyor?  Neden Caferiliği ve Caferileri potansiyel bir suçlu gibi göstermeye çalışıyorsunuz. Unutmayınız ki siz yokken Caferilik vardı ve Caferiler asla hiçbir topluma tehlike arz etmemiş, etmezler de. Bu yaklaşımınız yirmi üç milyon Alevi-Caferiyi ayrıştırdığı, diğerlerinin anlayışında tehlike unsuru imajını verdiği için kanun ve hukuka aykırı bir söylemdir ve suçtur.

Madde 8- "Ezanlarını, imsak ve iftar saatlerini birkaç dakika ayrı okumaları, bayramlarını İran’a uyumlu zamanda yapmaları, sürekli yapılan dini programlarında İranlı mollaları konuşmacı olarak getirmeleri; tutuculuğun ve özendiriciliğin çalışmaları olduğu düşünülmelidir."

Sayın Kulaz, Caferi inancının fıkıh esaslarının Ehli sünnet fıkıh anlayışından farklı olduğunu bilmiyorsanız eğer bulunduğunuz makamdan istifa ediniz. Zira bilgi noksanlığı bilgi kirliliği doğurur. Bilgi noksanlığı ve kirliliği ise bulunduğunuz makam ile bağdaşmamaktadır. Namaz, iftar saatleri Caferi fıkıh anlayışında Ehli sünnetten farklıdır. Caferilerin fıkıhları gereği amel etmelerini suç ve tehlike gibi göstermeniz hangi anlayışla bağdaşıyor. Bu ülkede çalan kilise çanları var; acaba siz onlara da bu denli tepkili misiniz!

Siz Iğdır’da veya diyanet teşkilatı Türkiye genelinde yıl içerisinde bir çok dini programlar yapar ve bu programlara Caferi din alimleri konuşmacı olarak davet etmediğiniz zaman kimse buna ses çıkarmıyor. Ama Caferi alimleri yaptıkları programlara hem yurt içi ve hem de yurt dışından şia Sünni ayrımı yapmadan her iki kanattan da konuşmacıları davet etmelerine rağmen konuyu ters düz etmeye çalışmanıza hayret doğrusu. Olayın İranlısı, Turanlısı ile uzaktan yakından bir bağı bulunmamaktadır.

Davet edilenler büyük ilim adamlarıdır ve bundan dolayı konuşmacı olarak davet edilirler. Burada bir yerlere yaranma mantığı içerisine düşülerek bu ayrıştırıcı söylemlerin, İranlı mollalar adı altında İran’da okuyan Caferi alimlerini hedef göstermeyi hedeflediğini düşünüyorum.

Madde 9- "Iğdır’da Caferi mezhebine mensup vatandaşlarımıza ait camilerin mutlaka Diyanet’e bağlı hale getirilmesi hususunda çalışmaların yapılması."

Sayın Kulaz, bu konu bayatladı. Nasıl ve neden mutlaka. Yirmi üç milyon da diyor ki; “Diyanet devlet bütçesine ağır bir yüktür” kapatılmalı. Onun için bırakın bu söylemleri. Siz bu güne kadar nasıl devlet bütçesini arkanıza alarak çalıştıysanız müsaade edin bizde devletimize yük olmadan kendi imkanlarımız ile hizmetimizi yapalım. Aramızdaki fark ortadadır aslında.

Madde 10- "Caferi inancıyla; vatan sevgisi, millet bütünlüğü için Diyanette görev almak isteyen Mollaların olduklarını, ancak bazı Mollaların baskısı sonucu müracaat edemedikleri bilinmektedir."

Sayın Kulaz, diyanete bağlı olan sizler ne kadar devleti milleti seviyorsanız emin olun ki diyanete bağlı olmayan bizler memleketimizi, milletimizi sizden daha ziyade sevmekteyiz. Burada diyanete bağlı olmayanları vatan sevgisine, millet bütünlüğüne karşı gibi göstermeniz ancak ve ancak süfyani zihniyeti olabilir. Herkes iradesinde hürdür. İnançları gereği diyanete bağlanmayan alimleri zorbacı, ayrıştırıcı göstermeniz sağlıklı bir yaklaşım değildir.

Sayın Kulaz fazla uzatmayı gerekli görmüyorum. Arkanızda koskoca bir Diyanet başkanlığı var ve elinizde bir çok medya kanalı mevcut. Sizin öngördüğünüz ve ayarladığınız bir Tv kanalında karşılıklı olarak bunları müzakere etmeye ne dersiniz! Varmı sınız. Hodri meydan diyorum şahsınıza ve bu zihniyete.

Belgeli, kaynaklı müzakere edelim. Edelim de Türkiye de yaşayan herkes tehlikenin kimler, neler, hurafe ve biadatın nerelerde olduğu ve kimler tarafından yapıldığını daha iyi öğrensinler.

Sözlerimi Hz. Peygamber efendimizin Medinesinin kapısı, ilim şehrinin kapısı Hz. İmam Ali'nin şu hadisi şerifleri ile noktalıyorum: "Bir fitne sizi kaplayıp çocuğu yaşlandırıp, yaşlıları yıpratınca, haliniz ne olacak?! 

O zaman insanlar bidatleri sünnet sanıp onlara amel eder ve onlardan biri değiştirildiğinde, "Resûlullah'ın sünneti değiştirildi" diyerek rahatsız olurlar, oysa insanlar kötü ve çirkin işler yapmaktalar. Ardından bela ve musibetler şiddetlenir, çocuklar esir düşer, ateşin odunu ve değirmen taşının taneyi ezdiği gibi fitneler onları ezer. İşte böyle bir durumda Allah'tan başkası için fıkıh (bilgi) edinirler ve ilim öğrenirler; fakat amel etmek için değil; ahiret amellerini vesile ederek dünyayı elde etmeye çalışırlar!" (Usul-u Kafi, Önsöz bölümü)

Selam ve dua ile...