"Biz" kavramı kişiden kişiye, toplumdan topluma değişebilen bir kavramdır. Bazen aynı kabileden olan insanlar veya aynı ırktan olanlar yahut aynı mezhepten olanlar kendileri gibi olanlara "BİZ" derler. Aslında bazıları "BİZ" derken ayrıştırmaktadırlar. Aynı inancı, ideolojiyi, kültürü, mektebi paylaşan insanları mezkûr inanç, ideoloji, kültür ve mektep "BİZ" etmiştir demektir. Dolayısıyla bu insanları "BİZ" eden ve "BİZ" haline getiren inanç, kültür ve mekteptir. Bu kavrama göre özelde Ehlibeyt velayetine iman edenlerin tamamı ve Müslümanlar birbirlerini "BİZ" olarak görmeli ve ona göre hareket etmelidir. Aynı inanç, ideoloji, kültür ve mektebi paylaşan insanların toplumlarında "BİZ" birin dışına çıkmış ve bu "BİZ" iki, üç, dört, beş, altı diye çoğalarak "BİZLER" oluşmuşsa burada doğru gitmeyen ve doğru olmayan bir şeyler var demektir. Öncelikle ilim adamları, toplum mühendisleri, akil ve samimi insanlar, ahiret kaygısını güden ihlâslı ve dinamik, aktif gençler "bir olması gereken BİZ'i" birlikten çıkarıp çoğul hale getiren nedenleri ve sebepleri çözmeli ve o nedenlerin aksini yaparak "bizleri" azaltarak "bir bize" doğru gitmelidirler. Çünkü bu "bizlerin" çokluğunun gelecek yıllarda aynı inancı, ideolojiyi, kültürü ve mektebi paylaşan insanlar için vebalinin yanı sıra birçok tehlikeleri de söz konusu olabilir.
İslam dininin kendisinin ve Ehlibeyt mektebinin doğurmuş olduğu ilk "BİZ"e sonradan katılanlar da geçmişte hangi kültürden, hangi ırktan olurlarsa olsunlar, onlarda o "BİZ"den olmuş olurlar. Böyleleri kendilerini dışlanmış kompleksine sokmamalı. Zira bir olan "BİZ" kavramına inananlar onları "BİZ" halkasında olanlar gibi görür ve değerlendirirler. Dışlanmış, ikinci plana atılmış kompleksi onların kendilerinden önce "BİZ" dairesi içerisinde bulunanlara mesafeli ve farklı bakmalarına neden olur. Örneğin; "BİZ" dışında olan ve hac yolculuğu dönüşünde Küfe güzergâhında imam Hüseyin'in aşk kervanı ile karşılaşmak istemeyen Züheyr b. Kayn ve yine Hür b. Yezidi Riyahi ve daha niceleri sonradan aşk kervanına katılarak bir olan "BİZ"den olmuş ve kanları ile destan yazanlarla ebedileşmiştir. Züheyr b. Kayn aşk kervanına katılmadan ve "biz" halkasına girmeden önce Osmani idi, Hür b. Yezidi Riyahi İmam Hüseyin'in karşısında idi. Bunlar ve emsallerinin tamamı "BİZ"den gayrıydılar. Ama geçmişlerini bırakıp "BİZ" halkasına katıldıktan sonra halkanın içinde bulunanlara mesafeli olmamış ve farklı bakmamışlardır. Hatta bazıları geç kalmanın, sonradan gelmenin ezikliğini, mahcupluğunu yaşamışlar, kendilerinden önce "BİZ" halkasında olanlara tepeden bakmamışlar ve kendilerini onlardan farklı görmemişlerdir.
Toplumlar kendilerine, değerlerine, inançlarına hizmet eden, destek veren insanların fiili ve fikri çabalarını ve üretimlerini sadece bir grup insanın çıkarı için yok sayarlarsa ilerleyemezler, bunların yok sayılmasına zemin oluşturanlar da daima zayıflamaya ve kaybetmeye mahkûm olur ve her geçen gün erirler.
Bu zemini oluşturarak her geçen gün kaybedenler davadaşlarım dediklerinin düşüncelerine değer vermediler, onları dinlemediler, sadece kendileri ihtiyaç duyduklarında onlarla yana yana görüntü verdiler. Böyle olunca bunun muhasebesini bile yapma gereği duymadan, daima suçlu aradılar ve başkalarını suçladırlar. İnsanın bu ruh hali kendisini vazgeçilmez, tartışılmaz görmesinden kaynaklanmaktadır.
İnsanın bu durumu itiraf etmesi elbette zor ve acıdır. Genelde insan kendisinden ve en yakınından saklayamadığı hatalarını, yanlışlarını başkalarına yansıtmamak ve başkalarından saklamak için türlü türlü bahaneler üretir. Ancak bilinmelidir ki, bunun kimseye bir faydası olmadığı gibi aksine birçok zararları da vardır. Bazı insanlar gelişme, büyüme, ilerleme ve daha çok imkânlara sahip olma umutlarının bitmişliğinin verdiği öfkeyle daima başkalarını suçlar sağa sola, insanlara hakaret eder, bu yanlış ile kendilerine daha çok zarar verirler ve zarar verdiklerinin farkında bile olmazlar. İşte nefsin dürtülerinden dolayı bu noktaya gelenler her gittikleri yerlerde "biz" derler ama "biz" hakikatini, kavramını ihlal ettiklerini kabul etmezler. Çünkü onlar "BİZ" derken başka bir "BİZ"i murat etmektedirler, İslam dininin oluşturduğu ilk "BİZ"i değil.
Gönüllerini ve gözlerini nefret, kin, kıskançlık bürüyenler, ama ne strateji, ne taktik üretemeyenler, nefsanî dürtülerden dolayı takım tutar gibi tarafgirlik yaparak kutuplaşmadan ve tefrikadan başka bir şey yapmayanlar ve öte taraftan da ne dostu, ne düşmanı, ne mektebi ve ne de onun davet ve tebliğ metodunu bilmeyenler her zaman olduğu gibi bu günde bol keseden atıyor ve böylelikle insanları daha da soğutup kaçırıyorlar. "BİZ" derken "BİZ"den uzaklaşıyor ve İslam dininin oluşturduğu ilk "BİZİ" parçalayarak bölünmüşlüğü daha da artırıyorlar. Ama ilkeli olup idealleri olan insanlar davaları ve değerleri uğruna "kol kırılır yen içinde kalır" düşüncesi ile her bildiklerini ortaya dökmezler ve ulu orta yerde seslerini yükselterek dile getirmezler.
Bugün dünyada, bölgemizde ve ülkemizde yaşananlar gözümüzün önünde cereyan etmektedir. Ancak aklının, fikrinin, tercihlerinin tamamını bir kuruma, kuruluşa, siyasi partiye, onların başında bulunanlara ve onların medyasına, kaynaklarına bağlayanlara bu gerçekleri anlatmanız çok zordur. Çünkü bu da bir çeşit bağnazlık ve gaflettir. Siyasi bir parti, tarz, meşrep, üslup, kurum, kuruluş, cemaat, dernek, vakıf, kişi sevgisinde ifrat edilirse, bu ifrat gözleri kör eder ve yerine göre gaflete, bağnazlığa ve asabiyete sebep olur. Bunu aşarak gerçekleri görmek ve bu halin gafletinden kurtulmak o kadar kolay değildir.
"Aynı inancın, aynı mektebin, aynı kültürün ve aynı düşüncenin" insanı olduklarını bilemeyen, derk edemeyen ve bu gerçekleri göremeyen, fakat her konuda, bütün dallarda kendilerini ehil, doğru, hak başkalarını ise yanlış, iş bilmez, batıl, fasık, fitneci görenler her geçen gün yanlış yaparlar ve yanlışlarının fark edilmemesi için başkalarının hizmetlerinin saklı, üzeri örtülü kalmasını ve konuşulmamasını isterler. Böylelerinin, kendilerinden gördüklerini ve kendilerinden hesap ettiklerini kastederek söyledikleri ve savundukları tek bir cümle vardır: "BİZ". Onlar, onların şahıslarını kabul etmeyip onlar gibi inananları ağyar, ama kendilerini kabul edenlerle beraber onlarla aynı inançları paylaşmayanlara da "BİZ" derler. Bu "BİZİ" kendi "BİZ"lerini güçlendirmek için söylerler. Ama böylelerinin samimiyetsizliği ortadadır. Zira kardeşi "AğYAR" görüp amcaoğlunu "BİZ" görmek samimiyet olmasa gerek.
Aslında "BİZ" çok önemli bir kavramdır. Ancak bu "BİZ" kelimesinden kimlerin ve nelerin amaçlandığı önemlidir. O "bizlerin" her yaptıklarını, söylediklerini savunur, onaylar ve o "bizlere" avukatlık yaparsanız, bir zaman sonra sizlerde o "bizlerden" olursunuz ve imkânlar, kapılar sizlere de açılmış olur. Çünkü onlara göre siz de bir "BİZ" oldunuz artık. Fakat bu tür bir "BİZ" anlayışı tekelleştirmek olduğundan, "BİZDEN" gayrı olup da dalında uzman ve ehil olanları görmemeyi gerektirdiğinden sakıncalar doğurur.
Fakat yanlış olan, bu tür "BİZ" anlayışına sahip olanlar, kendilerine yapmış oldukları gülistan bahçelerinin devamlı böyle gideceğini ve gülistanın asla solmayacağını hiç düşünmüyorlar. Onların bu hali sarayları bile tez zamanda harabeye dönüştürebilir. Zira böylelerinin yıllardan beridir söyledikleri hep aynı nakarattır: "sizin düşünmenize, bir şeyler yazmanıza, yapmanıza gerek yoktur, her şey hazırdır ve yapılmaktadır, sizler boşuna yorulmayınız, biz zaten yapıyoruz!"
"Nedir güzellikler, yapılanlar, yazılanlar, ileri doğru kat edilen mesafeler, diye sorsanız, ortada elle tutulur gözle görülür, akılla derk edilip kabul edilir doğru dürüst bir şey bulamazsınız. Peki ne var? Bol bol "biz" sınıfında olanlarla oturup laflamalar var, vaatler var, hatta "biz"lerini koruma adına yapılan günahlar var. Var, var, var... Artık bu varları varın siz düşünün ve akledin. Ama şu inkâr edilmesi mümkün olmayan bir gerçektir ki; Helva, helva demekle tatlı olmaz, laf-ı güzafla peynir gemisi yürümez.
Aziz kardeşlerim! Burada anlatmaya ve uyarmaya çalıştığımız konu, "nasıl olsa "BİZ" diyenler var, "BİZ" diyenler yapılması gerekenleri yaparlar" diyerek, birçok ağır ve acı bedeller ve musibetlerle bizlere miras kalan, hatta bu günün konumunun muhasebesine göre Hz. Fatıma'nın (s.a) şehit Muhsin'inin şahsında bir milyon evladını feda ettiği ilahi ve vilayi dava için tebliğ, eğitim, öğretim, hizmet, gayret çabalarını o "BİZ"lere havale ederek bu işlerden vaz geçmeme gereğidir. Bu önemli ilahi ve vilayi davaya hizmet, tebliğ ve bu dalda çaba işi sadece dar, belli bir sınıf ve kutuplaşma anlamında oluşan "BİZ" mantığına sahip olanlar tarafından değil de, sorumluluk gereği ehil, tecrübeli, samimi insanlar tarafından da yapılmalı ve hatta toplum içerisinden ehil kadrolar oluşturularak, onlar tarafından da yapılmalıdır.
Çünkü hamama girenin terlemesi gibi, ilahi davaya hizmetin doğası gereği bu davaya mürekkep tüketenlerin, emek sarf edenlerin ve geceli gündüzlü hizmet edenlerin ağır, gereksiz suçlamalardan, kınanmalardan hatta yer yer iftiraya maruz kalmalardan uzak kalmaları muhaldir. Bu doğallık cennet ve cehennemin müşterilerinin varlığından kaynaklanmaktadır. Birileri cennete müşteri olduklarından her şeye rağmen yılmadan çaba sarf eder ve bir şeyler yaparlar. Birileri de cehenneme müşteri olduklarından hiçbir şey yapmazlar, bir şeyler yapma gayreti içerisinde olanları da yıpratmak ve yıldırmak için hiçbir meşru kavram tanımazlar. Gıybet günahmış, iftira günahmış, suizan Kâbe'de mahrem ile yapılan yetmiş zinadan ağır günahmış, bunların böyleleri için hiç mi hiç önemi yoktur. Böyleleri kınanmamak, tanınmamak ve iç dünyalarının dışa yansımaması için yapıcı, olumlu eleştiri yapıyorlarmış gibi görüntü verip acımasızca, hakarete, iftiraya varacak şekilde yazılı ve sözlü söylemler ortaya atarlar. Bu tür konum ve durumlarda cehennem müşterilerine göre cennet müşterileri "riyakârdır", "bölücüdür", "enaniyet sahibidir", "kendini beğenmiştir", "ırkçıdır", "bağnazdır", "fasıktır", "fitnecidir". Neticede bulabildikleri tüm olumsuzlukları söylerler onlar hakkında.
"BİZ" olma şuurunda olanlar kendi aralarında bir diğerini taca atma, lekeleme düşüncesi gütmeden elbette yarışacaklar. Bu hayırda ve takvada yarışın ilkesine göre benimsenen bir olgudur. "BİZ" kavramının her bir üyesinin böyle yapmasını olumlu görmek ve anlayışla karşılamak gerekir.
Fakat düşmanca tavır takınarak birbirlerini ofsayta düşürmeye veya taca atmaya çalışmalarını, birbirlerine tahkir etme, aşağılama, hakaret, dedi kodu, gıybet, nefret, kin ve su-i zan ile bakmalarını, bu günahları "hizmet" saymalarını kabul etmek ve anlayışla karşılamak asla düşünülemez. "BİZ" basiretine sahip olanlar böyle bir durumun yanında asla yer almazlar.
Bu haramlar ve günahlar İslam dinine göre herkes için haram ve günahtır. Bunların haram olduğunu bilmeyen de yoktur zaten. Ancak haramı meşrulaştırmak haramdan daha haramdır. Zira haram leşe benzer ama haramı meşrulaştırmak zehirli leşe benzer. Birincisi ruh için zararlıdır ama ikincisi ruhu öldürür. İkincisi zamanla sahibini her türlü mikrop bataklığına sürükler, bir günahtan başka bir günaha atar. Hakiki anlamda "BİZ" mantığına sahip olanlar bu yanlışları ve bu tür kısır döngüleri asla tasvip etmezler. Gerçek anlamda "BİZ" olabilme dilekleri ile…
Selam ve Dua ile…
Mehdi AKSU