Mürekkebi döken değil içendir ehil!

    
Her devirde kalem ve beyanın etkisi ve önemi herkes tarafından bilinmektedir. Yazan kalemlerin ve beyan eden lisanların çok olması, beyan ederken seslerin hançereler patlarcasına yüksek çıkması önemli değildir. Önemli olan kalemin yazdıkları ve lisanın beyan ettikleridir. Çok kalemler vardır yazarlar ve bir şey yazdıklarını zannederler, aslında mürekkebi dökmekten başka bir şey yapmazlar. Hançerelerini patlatırcasına yüksek sesle bağırarak çok konuşanlar vardır ama halkı cehaletten, kutuplaşmaktan, bağnazlıktan mezhepçilikten, ırkçılıktan, cemaatçilikten bilahare şuculuk, buculuk, çilikçilik, çulukçuluk,  taasubuna götürmekten başka bir şey yapmazlar. Ama mürekkebi içenlerin kalemlerinden beyanlarından ilim, irşat, birlik, mana, ahlak ve marifetten başka bir şey çıkmaz. Onun için Kalem ve beyan her toplum için çok önem arz etmeli ve nitelikli insanlar irşat ihraç eden kalemlere ve beyanlara sahip çıkmalı ve o kalemlerden ve beyanlardan yana olarak nitelikli olduklarını kaleme yemin içene kanıtlamalıdırlar. Zamanı çok iyi okuyan, İslami ilimler ile bakış ve görüşünü şekillendiren, bağnaz ve nefsi saplantılara girmeyen, ilmi şekil, kıyafet, binek ve cep de görmeyen, bildikleri ile ilimleri ile amel edenler, basiret ve hidayet üzere olanlar; alimler kesimini teşkil ederler. İslami realiteler bizlere ulema kaleminin mücahitlerin kılıcından daha etkili ve daha üstün olduğunu öğretti. Bu bağlamda Allah Resulü de şöyle buyurdu: "Âlimlerin kaleminin mürekkebi şehitlerin kanından daha üstündür." Zira kalemin irşadıyla yoğrulmayan bir insan, mücahit olamaz. Kalemin, beyanın irşadı ile basiret kazanmayanlar ancak ve ancak harici zihniyete sahip olup da zamanın hüccetine kılıç çekerler. Bu türleri bu gün de yok değildir. Silah, tank, top ve savaş aletleri tahrip eder, öldürür, savunma yapmak ve ülkeleri fethetmek için kullanılır. Ama vahşileri, canileri, barbarları, duyarsızları, sorumsuzları, bilinçsizleri, şuursuzları ve bunların toplumlarını samimi, manevi, insani toplumlara dönüştüren unsur kalem ve beyandır.

İlahi kavramlara göre, enbiyaya hakiki anlamda varis olan âlimlerin makamları önemli olduğu kadar, sorumlulukları da bir o kadar önemlidir. Varis konumunda olan ve bu konumda kalmak isteyen bir âlim bir takım şeylerden sonra, kendisine ve insanlığa acımalıdır.

Yüce İslam dini manevi ve maddi bütün sorun, noksanlık ve hastalıkların doktorunu da ilacını da belirtmiştir. Tüm olumsuzlukların doktoru Hz. Fahr-i kâinat efendimiz, o hazretin Ehlibeyti ve bu nurların doğrultusunda olan Allah kulları, erenler ve velilerdir, devası ise Kuran'ı Kerim'dir.

Ellerinde bunca deva olan İslam bilginleri bu devaları hastaların hizmetine sunmalı ve kendileri de hasta oldukları zaman bir an önce bu devalardan kullanarak kendilerini tedavi etmelidirler. Aksine halk arasında yaygın olan şu söz "yarım tabip candan yarım âlim dinden eder insanı" vuku bulmuş olur. İslami bir camiada hastalık ve hastaların sayısı çok ise ve bu hastalıklar ve hastalar her geçen gün artış kaydediyorsa bu durumun müsebbibi olarak biraz da sorumluluklarını yerine getirmeyen ilim adamlarını görmek gerekir.

Ellerinde her hastalığa karşı İslam gibi bir deva laboratuarı varken, insanlığın ruhunun hastalıktan ölmesine seyirci kalmamalıdır ilim adamları.

Yine ilim adamları insanların dertlerini, sorunlarını dert edinen, fedakâr, onların kederleri ile gamlanan, zamanı iyi okuyarak zamanına âlim olmalı ve insanlığa ilmi ve hizmeti ile ışık olup yol göstermelidirler. Habis hastaların, aşağılık kıskançların, kalıplaşmış kindarların, çaresizlerin, ümitlerini yitirenlerin, öfkeden kan kusanların, hatta böyle bir nesil ve hastalıklı bir toplum yetiştirmeye, oluşturmaya çalışan zalimlerin yersiz, hadsiz, çapsız, tutarsız, haksız tutumlarına aldırmamaları, Allah aşkı ile insanlığı sevmeli, severek onların hidayet olması uğrunda yılmadan çalışmalı, hastaların iyileşerek Allah ile sulh yapmalarını sağlamalı, Hz. Peygamber (s.a.a) ve Ehlibeytin prensiplerini yaşam felsefesi haline getirmeleri için onlara yardımcı olmalıdırlar. .

Kalem ve beyanın önemini bilen mürekkep içenler ve kaleme and içen Mevla'ya kendilerini kanıtlamak için bunların safında ve yanında yer alanlar kulluğun amacı olan Allah’ın rızası gibi ulvi bir değerden düşüncelerini asla ayırmazlar. Her iki sınıf da bu düşünce ile yaşar, her türlü çileyi, belayı, ızdırabı, zulmü, iftirayı, haksızlığı göze alarak yaşarlar ve değerlerinden asla ödün vermezler. Kalem ve beyancılar asla mı asla usanıp da insanlığı terk etmezler, meydanı insanlardan ve cinlerden olan şeytanlara, hannaslara, gulyabanilere bırakmazlar. Elbette onların bu kararlılığı ve tutumu cahilleri çok mu çok rahatsız eder, onlar bu rahatsızlıklara da aldırış etmezler.

Aziz kardeşlerim! Bu gün insanlığın çilesi nefsi eğitmemekten, cehalet ve bilgisizlikten kaynaklanmaktadır.

İslam dininin Peygamberlerden ve Ehlibeyt imamlarından sonra tebliğ ve irşat yükümlülüğünü emanet ettiği ilim adamları bu emanet bilinci ile insanlığın çilesinin kaynağını yani bataklığı kurutmak için bir şeyler yapmalıdırlar.

Bu, ilim adamları için vazgeçilmeyecek, önemsenmeyecek, hafife alınmayacak bir görev ve sorumluluktur. Kaleme ve yazdıklarına "Andolsun" diye buyuran "Mevla"nın tevfik ve inayeti üzerinize olsun.

Selam ve Dua ile…

Mehdi AKSU