Allah'a hakkı ile inanan bir insanın tüm insanları memnun etmesi mümkün müdür sorusunun cevabı, elbette ki hayır olacaktır. Zira herkesi memnun etmek, her kesin nabzına göre şerbet vermeği gerektirir. Bu da inançlı, ilkeli, erdemli insanların yapacağı şey değildir.

    Dünya'da herkesi memnun etmek mümkün değildir. şayet böyle bir şey deniyorsa orada bir sorun var demektir. Bu kavram herkes için geçerlidir. Doktor tüm hastalarını memnun edemez. Öğretmen tüm öğrencilerini memnun edemez. İnsan tüm akrabalarını memnun edemez. Her kes bütün arkadaşlarını memnun edemez. Âlim cemaatin tamamını memnun edemez. Yazar okurlarının tamamını memnun edemez. Bunları çoğaltmak daha da mümkündür. Dolayısıyla hiç kimse halkın tamamını memnun edemez.

    Peygamberler, Ehlibeyt imamları, evliyalar bile herkesi memnun etmemiş, edememiştir. Aslında bunun sebebi bellidir. Halk farklı farklı düşüncelere, ilmi seviyelere sahiptir. Birinin seviyesi diğerinde yoktur, biri beyazı severken diğeri beyazdan nefret eder yeşili sever. Biri bir şeye inanırken diğeri ona şiddetle karşı gelir… Her kesin ve kesimin düşüncesine, isteğine göre hareket etmek çok renkli olmağı gerektirir. Bu da bir Müslüman için günahtır. Zira böyle olmak münafık olmağı gerektirir.

    Bir kuruluşun, ilim adamının, yazarın sırf katılımcıları, dinleyicileri, okuyucuları memnun etmek için programlar yapması, konuşması, yazması düşünülemez. Ya da halk memnun olsun diye bir şeyler yapılmaz. Program, etkinlik, yapılan konuşma, kaleme alınan yazı bir düşüncenin ürünüdür. O düşünceyi tasvip edenler de olacaktır, etmeyenler de.

Önemli olan şey şudur: İnsan fikir ve inanç dünyasında ne yaparsa yapsın, hangi etkinliği gerçekleştirirse gerçekleştirsin, neleri yazarsa yazsın yaptıklarına, yazdıklarına, anlattıklarına her şeyden önce kendisi inanacak, düşüncelerine güvenecektir.

    Yazdıklarının, yaptıklarının, anlattıklarının, savunduğu fikirlerin arkasında durmayan bir yazar, bir toplum, bir kurum fikir sahibi olamaz.

İlkeleri olan ve davasına inanan her insanın görevi muhataplarını doğru bilgilendirmek, inandırmak, ikna etmektir. Bunda ne kadar başarılı olur, bu onun marifetine, bilgisine, becerisine bağlıdır. Dolayısıyla insan denince akla çoğul, Allah denince akla Ehed gelir. Çoğulu razı etmek gayri mümkün olması ile birlikte İlahi ölçütlerle asla bağdaşmaz. Amaç Ehedi razı etmek olmalıdır ve Ehedi razı etmek de çoğulu razı etmeğe nazarak daha kolaydır. Bu düşünce ile hareket eden-edenler başarılı olurlar. Zira böylelerinin üzerinde Allah'ın lütuf ve inayeti bulunur. Hakkın desteği hakkı razı etmek isteyenlerin yanında olur daima. Bu gerçekten dolayı Allah adamları Allah'ın rızası ve hoşnutluğunu ölçü bilirler ve insanların söylemlerine göre hareket etmezler.

Halk arasında yaygın bir görüş vardır. Deniyor ki: "Allah bir kulunu severse herkes de onu sever."
Bu söz açıklanması gereken bir sözdür.     Zira bu söz ve düşünce realiteyle örtüşmüyor. Çünkü Allah bütün enbiyayı, Ehlibeyt imamlarını, evliyayı sevmektedir ama tüm insanlar bunları sevmemekte, sadece kalbinde iman nuru olanlar bunları sevmektedir. Öyleyse şöyle dersek daha doğru olur: "Allah bir kulunu severse kalbinde iman nuru olanlar onu sever." Zira cazibe kanununa göre cins hemcinsini çeker ve aksini ise iter.

 Herkesi memnun etmek mümkün olsaydı eğer; Bütün Peygamberler yaşadıkları toplumları memnun ederlerdi. Ama böyle olmadı. Herkesi memnun etmek mümkün olsaydı eğer; Hz. Nuh, oğlu başta olmak üzere kavmini memnun ederdi. Hz. Lut sapkın kavmini memnun edemedi.

Hz. İbrahim, Nemrut ve avenesini memnun edemedi. Hz.Yusuf, kendi öz kardeşlerini memnun edemedi. Hz. Musa, kavminden neler çekti.Firavun ve yönetim kadrosu onu yok etmek için, az mı tuzak kurdular!

Hz. Musa'yı, iktidarlarına hep bir tehdit olarak gördüler. Hz. Yahya ve Hz. Zekeriya, memnun edemedikleri halkı tarafından doğrandılar, öldürüldüler. Hz. İsa, Yahudi kavmi tarafından öldürülmekten ve çarmıha gerilmekten kıl payı kurtuldu. Bütün bu Peygamberler ve nurani isimlerini burada zikretmediğimiz tüm peygamberler halklarının çoğunluğu tarafından hep dışlanmışlar, sevilmemişler, zulme maruz kalmışlardır.

    Kendi tarihimizde ilahi şahsiyetlere de baktığımızda durum bundan farklı değildir. Hz. Muhammed (s.a.a) memnun edemediği kavmi tarafından öldürülmek istendi. Hz. Peygamber, zulme, tahakküme, haksızlığa, ahlâksızlığa karşı çıktı diye istenmedi. Sonunda kendi yurdundan sürülerek Medine'ye göç etmek zorunda bırakıldı. Hz. Peygamber (s.a.a) efendimizden sonra meveddet ve muhabbetleri Allah tarafından farz olan İslam'ın can damarları olan Ehlibeyt imamlarını birer birer şehit ettiler, sevenlerini derbeder edip zindanlara attılar, kılıçtan geçirdiler…

    İnsanlığın rehberleri için bu böyleyken, bu nurların yolundan gidenler için de benzer akibetler kaçınılmazdır. Dolayısıyla herkesi memnun etmek imkânsızdır.
    
Böyle bir amaç da güdülmez. Amaç; hakkı ve hakikati seslendirmek, hakka taraf olmak, hakka hizmet etmek,  haklının, iyinin, doğrunun, güzelin yanında yer alıp batılın, yanlışın, kötünün, çirkinin karşısında durabilmektir. İnsan bu düşünce ve felsefe ile program yaptığında, konuştuğunda, bir şeyler kaleme aldığında yapılanlara şaşı bakıldığını duyduğu veya gördüğünde kendisi adına asla üzülmez, şaşı olanlar ve şaşı bakanlar adına üzülür. Onların Allah için, Allah yolunda, ümmetin birlik dirliği, insanların hidayet mihveri olan Ehlibeyte yönelmeleri hususunda yapılan programlara şaşı bakarak günaha düşmelerine üzülür.

    Zira böyleleri amaç ve hedeflerinin hakkı memnun ve razı etmek olduğunun bilinci ile hareket ederler. Böyleleri vazife ve sorumluluk ehli olup neticenin ilahi irade dâhilinde olduğunun bilinci ile hareket ederler. Rabbim şaşı bakanlardan karar kılmasın ve şaşı bakanların şerrinden samimi Müslümanları muhafaza buyursun.

Selam ve Dua ile…

Mehdi AKSU