Efendimiz ile Hz. Fatıma Arasındaki İlahi Bağ

Hz. Fatıma’nın (s.a) Hz. Peygamber (s.a.a) olan bağlılığını anlamak mümkün değildir. Nasıl bir bağlılıktı ki Peygamber’in (s.a.a) vefatında bu kadar acı çekmişti, sürekli ağlamıştı ve babasının vefatından sonra çok fazla yaşamamıştı.

Hz. Fatıma ile Peygamber Efendimiz (s.a.a) arasında nasıl bir sır vardı; bunu anlamak çok zor ve hatta mümkün değildir. Yeri geldi babasına teselli verdi ve Peygamberimiz onun hakkında “Babasının annesi” tabirini kullandı. Hz. Fatıma (s.a) Peygamber Efendimiz’in yanına geldiğinde Efendimiz (s.a.a) kızının ayağına kalkıyor, onu öpüyor ve yerine oturtuyordu. Peygamber Efendimiz (s.a.a) buyuruyordu: “Fatıma benim parçamdır.” Ne demek benim parçamdır? Elbette burada bedensel bir parçadan bahsedilmiyor. Bunların hepsi birer sırdır.

Ne Peygamber Efendimiz kızı Fatıma’nın acı çekmesine dayanabiliyor ve ne de Hz. Fatıma babası Hz. Muhammed’in acı çekmesine dayanabiliyordu. Bu durum aralarındaki bağdan kaynaklanmaktaydı. Elbette bu aradaki bağ, dünyalık baba kız arasındaki bir bağ değildi; ilahi bir bağdı. Bu bağı, dünyalık bir bağ olarak değerlendirmek, basitlik olur, Efendimiz’e çok büyük bir hakaret olur.

Bu aradaki bağın kaynağı, Allah idi. Bunu, Peygamber (s.a.a)’in Hz. Fatıma’ya buyurduğu şu sözünden anlıyoruz:

“إِنَّ اللَّهَ یَغْضَبُ لِغَضَبِکِ وَیَرْضَى لِرَضَاکِ”

“Allah-u Teâlâ, senin gazaplanmanla gazaplanır ve razı olmanla razı olur.”

Evet, Hz. Fatıma’nın Allah katında öyle bir makamı vardı ki onun gazabı ve rızası Allah’ın gazabı ve rızası idi. Bu sözün kendisi, Hz. Fatıma’nın azametini ve yüceliğini ortaya koymaktadır.

Hz. Peygamberin vefatından sonra Hz. Fatıma da çok yaşamadı. Üç ay sonra o da vefat etti. Bu üç ay içersinde vazifesini kâmil bir şekilde yerine getirmişti. Peygamber’in (s.a.a) Gadir Hum’da dinin kemali hususunda ilan ettiği, 23 yıllık peygamberlik vazifesine bedel olan velayet konusunu bütün varlığıyla savundu. Velayet konusu o kadar önemli bir konuydu ki ilan edilmediği takdirde 23 yıllık çekilen bütün zahmetler boşa gidecekti. Belki de Peygamber Efendimiz ile Hz. Fatıma arasındaki sır buydu. Belki de vefatından sonra bu yükün kızı Fatıma’nın boynuna bineceğini bildiği için onun ayağına kalkıyor, öpüyor ve yerine oturtuyordu. Babasının annesi, diyordu. Anneydi Hz. Fatıma; bu ümmetin annesiydi. Her annenin evlatları için yaptığı fedakârlık gibi o da bu ümmet için fedakârlık yaptı. Bu ümmet için en büyük değer, velayet konusuydu; ümmetin hayrı bundaydı. Peygamber Efendimizin vefatından sonra kapı kapı dolaşarak velayeti anlattı ümmete; tüketti, bitirdi kendisini. En sonunda gazabını ortaya koydu ve göçüp gitti bu vefasız dünyadan. Cenazesinde dahi bu hakikati haykırıyordu insanlığa. Cenazesi gece yarısı sekiz kişiyle defnedilmişti. Nasıl olabilir böyle bir şey? Âlemlere rahmet olarak gönderilen, yaratılmışların en üstünü Hz. Muhammed Mustafa’nın kızı bu şekilde garip olarak defnedildi. Bu işte bir gariplik yok muydu? Ümmet sorsun bu soruyu, düşünsün, tefekkür etsin ve velayeti anlasın diyeydi bu gariplik. Daha da ileri gidildi; hatta defnedildiği yeri dahi gizledi Hz. Fatıma. Belki düşünürler de idrak ederler, diyeydi bunların hepsi. Bu, Hz. Fatıma’nın gazabıydı. Elbette kurunun yanında yaş da yandı. Onu sevenler de onun kabrini ziyaret etmekten mahrum kalmıştı artık.

Evet, Allah’ın gazabı da bu şekilde; Allah’ın kendisini kullarından mahrum etmesi, O’nun gazabıdır. Allah’tan mahrum kalmak en büyük bela ve musibettir.

Evet, gazabıyla gitti bu dünyadan Hz. Fatıma. Gazabıyla gitti, çünkü biliyordu kendisinden sonra bu ümmetin, eşi İmam Ali’nin başına neler getireceklerini; biliyordu oğlu İmam Hasan’ı zehirleyeceklerini; biliyordu Kerbela denen ıssız ve kurak bir çölde evladı İmam Hüseyin’i hunharca şehit edeceklerini. Biliyordu, o yüzden her gördüğünde evladı Hüseyin’in o minik boğazından öpüyordu.

Hz. Fatıma’nın bu dünyadaki son zamanlarıydı. Hasta ve yaralı bir şekilde yatağında yatmaktaydı. Her şeyden daha çok yavruları İmam Hasan, İmam Hüseyin ve Zeynep’i düşünmekteydi. Esma’nın yardımıyla elini duvara koyarak suyun başına gitti ve titreyen elleriyle yavrularının elbiselerini yıkamaya koyuldu. Bir yandan da Fatıma’nın gözlerinden yaşlar akıyordu. Daha sonra kendisi de guslederek yeni elbiselerini giyindi. İmam Ali (a.s) eve gelip de bu manzarayı görünce şöyle sordu: “Bu hastalık ve zayıflığına rağmen neden bu işleri yaptın?” Hz. Fatıma şöyle cevap verdi: “Çünkü bugün benim son günümdür. Evlatlarımın elbiselerini yıkamak istedim; onlar yarın annesiz kalacaklar.”

Evet, kendisinden sonra velayetin başına, evlatlarının başına neler getireceklerini bildiği için bu dünyaya küserek gazabıyla gitti.

Allah’ım! Senden istediğimiz bir şey var. Kıyamet gününde senin Peygamberinin kızı Fatıma, bizlere gazaplanmasın. O, bizim annemizdir; şefaatinden bizleri mahrum etme…