İnsan toplumsal bir varlıktır; tek başına yaşayamaz. Toplum içinde insanın birçok kimse ile irtibatları vardır. Anne, baba, eş ve çocuklar gibi ailesiyle olan irtibatı; okulda arkadaşları ve öğretmeni ile olan irtibatı; camide diğer müminlerle ve hoca ile olan irtibatı; hocanın cemaat ile olan irtibatı gibi insanın yaşamında irtibat halinde olduğu birçok kimse vardır. İnsan bu irtibatlar yumağı içinde nasıl hareket etmelidir? Nasıl davranmalıdır? Kimlerle irtibat kurmalı ve kimlerle irtibat kurmamalıdır? Elbette bazı irtibatlar, mecburidir; bazıları bizim isteğimize bağlıdır.
Etrafımızdaki bütün insanlara, onların konumlarını dikkate almadan, aynı ve eşit şekilde davranamayız. Örneğin anne ve babamız bir hata yaptığında, çocuğumuzun hata yapmasına verdiğimiz tepkiyi veremeyiz. Okulda sıra arkadaşımızın yaptığı hataya verdiğimiz tepkiyi, aynı hatayı yapmasına rağmen öğretmene veremeyiz. Toplumsal ilişkilerde en önemli nokta, bireylerin birbirlerine saygılı olmalarıdır. Toplumda bazı kimselere biraz daha fazla saygı göstermeliyiz. Neye göre bazılarına daha fazla saygı göstermeliyiz? Bu konuda kriterimiz nedir? En önemli kriterimiz, İslami öğretilerdir. Örneğin İslami öğretilere göre anne ve babaya daha çok saygı göstermeliyiz. Din âlimlerine ve müçtehitlere daha çok saygı göstermeliyiz. Yaşlılara, özellikle mümin yaşlılara daha çok saygı göstermeliyiz. Eğitici ve öğretici olanlara saygı göstermeliyiz.
Toplumsal ilişkiler konusunda verilecek örnekler çoktur; ama burada daha çok önemli olan bir konuya değinmek istiyorum. O da insanlarla müdara etmek, yani alttan almak, esnek olmak ve sert ve katı olmamak. İnsanlarla olan ilişkilerimizde esnek olmalıyız. Sert ve katı olma doğru değildir. Komşularımızla, iş yerinde ve okulda arkadaşlarımızla, evde ailemizle ve toplumdaki diğer bireylerle iyi geçinmemiz gerekir. Elbette müdara etmenin ve alttan almanın da bazı sınırları vardır. Onlara da değinilecektir. Allah-u Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de Maide/159’da şöyle buyurmaktadır:
فَبِمَا رَحْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ لِنْتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنْتَ فَظًّا غَلٖيظَ الْقَلْبِ لَانْفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ
“Allah'ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi.”
Peygamber Efendimizin başarılı olmasının nedeni, bu ayette ifade edilmiştir. İnanlarla olan ilişkilerinde yumuşak huylu olmasıdır.
“اِذْهَبَا اِلٰى فِرْعَوْنَ اِنَّهُ طَغٰى * فَقُولَا لَهُ قَوْلًا لَيِّنًا لَعَلَّهُ يَتَذَكَّرُ اَوْ يَخْشٰى”
“Firavun'a gidin. Çünkü o azmıştır. Ona yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt alır, yahut korkar.” (Taha/43-44)
Bakın Allah-u Teâlâ Firavun gibi birisine tebliğ ederken dahi konuşmamızın yumuşak ve latif olmasını emrediyor. Bu toplumsal ilişkilerimizde çok önemli bir noktadır.
Peygamberimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“اَمرنی رَبِّی بِمُدَاراةِ النَّاس کما اَمرنی بِاَداءِ الفرائض”
“Allah bana farzları yerine getirmemi emrettiği gibi insanlarla müdara etmemi de emretti.”
İmam Cafer Sadık (a.s) da şöyle buyurmuştur:
جاء جبرئیل (ع) الی النبی (ص) فقال:یا محمد،ربک یقرئک السلام و یقول لک: دَار خَلقِی
“Cebrail Peygamber’in yanına gelerek şöyle dedi: Rabbin sana selam söylüyor ve şöyle emrediyor: Kullarımla müdara et.”
Müdara et, yani onlarla iyi geçin, esnek ol, sert ve katı olma; keskin olma; dediğim dedik olma.
İnsanın yumuşak huylu olabilmesi için sinir hastalığından kurtulması gerekir. Sinirli olan birsinin yumuşak huylu ve esnek olması zordur. Sinir, insanı sertliğe ve kabalığa sürükler.
İmam Ali (a.s):
“إِیِّاکَ وَ الغَضَبَ فَأَوَّلُهُ جُنُونٌ وَ آخِرُهُ نَدَمٌ”
“Gazap ve sinirden kaçının; çünkü onun başı delilik ve sonu ise pişmanlıktır.”
Kur’an-ı Kerim:
“وَالَّذٖينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَائِرَ الْاِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ وَاِذَا مَا غَضِبُوا هُمْ يَغْفِرُونَ”
“Onlar büyük günahlardan ve çirkin işlerden kaçınanlar, öfkelendikleri zaman bağışlarlar.” Şura/37
Trafikte, arkadaş çevresinde, cami içinde, aile içinde ve diğer toplum alanlarında sinirden uzak olmalıyız ki müdara edebilelim, alttan alabilelim. Çünkü insan müdara edebildiği kadar Allah katında değerlidir. Bir insan gece gündüz sürekli ibadet etse, sürekli sadaka verse ve bunun gibi hayırlarda ve iyiliklerde bulunsa, ama müdara edecek, alttan alacak gönül genişliği yoksa Allah katında değeri yoktur. Allah-u Teâlâ, manevi nimetleri gönül kabımıza doldurur. Gönül kabımız ne kadar geniş olursa, o kadar çok manevi nimetlerden nasipleniriz. Gönül kabımızın genişlemesinin tek yolu, müdara etmekten, tahammül etmekten, alttan almaktan geçer.
Etrafımızda gerçekleşen bütün olaylar, bizim için birer imtihandır. Hiçbir şey tesadüf değildir. İş yerinde arkadaşımızın bize olumsuz davranması, camide birisinin bize kötü laf söylemesi, eşimizin şahsiyeti, baba ve annemizin şahsiyeti, bulunduğumuz şehir ve… bunların hiçbirisi tesadüf değildir; bizleri imtihan etmek için ayarlanmıştır. Bazen anne ve babamızla imtihanımız vardır; bazen eşimizle imtihan ediliriz. Bazen çocuklarımızla imtihan ediliriz. Bazen cami içinde imtihan ediliriz. Bütün bu imtihanlardan başarılı çıkmanın tek yolu, sinirimize hâkim olmak ve tahammül etmektir.
Tahammül etmeyi Ehlibeytten öğrenmeliyiz. Peygamberimiz’in (s.a.a) peygamberliği süresince nelere sabrettiğini hepimiz biliyoruz. İmam Ali (a.s), Peygamber’den (s.a.a) sonra İslam’ın maslahatı için hiç kimsenin sabretmesinin mümkün olmadığı kimselere sabretmiştir. Acaba bizler İslam için ne kadar sabrettik? Acaba bizler de bir şeylere veya birilerine sabrettik mi? Yoksa en ufak sıkıntı da nefsimizin sesini dinleyerek, ya ben niye her gün bunları göreceğim, diyerek küsüp gittik mi? İmam Ali (a.s) hiçbir zaman küsmedi ve kırılmadı; hayatta olduğu sürece çeşitli fedakârlıklarla İslam’a hizmet etti. İmam Ali’nin bu sabrı ve tahammülü onun gönlünün ne kadar geniş olduğunu göstermektedir. Bizler de onun yolundan gittiğimizi iddia ediyorsak; sabretmeliyiz ve tahammül etmeliyiz.
Elbette sabrın ve tahammülün, yani müdara etmenin sınırı vardır. O da kısaca İmam Ali’nin şu sözüdür:
“و اضنن بدینک و عرضک عن کل احد”
“Dinin ve ırzın konusunda cimri ol.”
Yani bu konularda kimseye taviz verme. Dinine zarar verecek, seni Allah’tan uzaklaştıracak konularda dikkatli ol. Birilerinin kalbini kırmayım, diye kendini cehenneme atma. Cimri ol. Irzın konusunda da kimsenin kalbi kırılmasın diye taviz verme. Her şeye tahammül et, ama senin namusuna veya müminlerin namusuna zarar gelme durumunda tahammül etme. Genel olarak bu iki konu sınırdır. Elbette bunların daha çok açıklamaya ihtiyacı vardır.
Kısacası hayatımızda etrafımızdaki insanlarla olan irtibatlarımızda, evde ailemize davranışımızda, okulda veya iş yerinde arkadaşlarımıza tavrımızda, mescitlerde gelen kimselerle konuşmalarımızda yumuşak huylu olmalıyız, tahammül etmeliyiz. Tahammülümüz ölçüsünce Allah katında değer kazanırız. Önemli olan şudur: Biz başkalarına tahammül edelim; başkaları bize tahammül etmesin. Çünkü her zaman tahammül eden taraf, değerlidir.