Hiç şüphesiz geleneksel tıbbın tarihçesi en az insanoğlunun geçmişi kadar eskiye dayanır. Yani insan açlık hissettiği zaman içgüdüsel olarak ta Âdem’den bu yana bir şeyler bulup açlığını yatıştırma gayreti içerisinde olmuştur. Elbette bunun peşi sıra ortaya çıkan hastalıklarla mücadele etmek ve yine bunların tedavisi için de tabiatın kendisine bahşettiği, çevresinde var olan sayısız faydalı ve çeşitli bitkileri bu yönde kullanmaya başlamıştır.
Karnı ağrıyan bir kedi nasıl ot yiyorsa, güdüsel olarak insan da aynısını yapmış ve asırların birikimi ile bu konudaki tecrübeleri bizlere bir miras gibi bırakmıştır.
Âdemoğlunun ruh hali ile beslenmesi arasında da büyük ilişki vardır; kimi besinler insanı ruhî olarak kötü etkilerken, bazıları da onu tedavi eder. İşte bu yüzden doğru besinler yatışmamıza ve kendimizi daha iyi hissetmemize neden olur.
Bu konuda yapılan ciddi araştırmalar bezginlik ve tükenmişlik hissiyatını pişmemiş sebzeleri tüketerek, yorgunluk hissini bezelye, havuç yiyip, taze sıkılmış meyve suları içerek, çekingenliği nohut, fasulye, kırmızı mercimek ve balık tüketerek, saldırganlık ve agresifliği fındık, fıstık ve ceviz yiyerek, endişeyi ise vücut aşırı sıvı kaybı yaşadığı için bol su, çorba ve komposto ile gidermeyi bizlere salık vermekte ve kırmızı etin ise öfke ile depresyonu tetiklediğini bildirmektedir.
Elbette hayvan etinin insan üzerindeki olumsuz ruhî etkisi boğazlanan canlıların kesilirken yaşadığı ruh hallerinin bizden bir intikamıdır dersek yanılmayız. Bu konu başlı başına uzun uzadıya bir makale olacak haldedir lakin mezkûr mesele ile ilgili İmam Ali’nin şu naif buyruğunu kulağımıza küpe etmekte fayda var:
"Midenizi hayvan mezarlığına çevirmeyin."
Geçtiğimiz günlerde geleneksel tıbbın tanınmış isimlerinden birisi olan Üstad Hüseyin Hayrendiş’in bir videosuna denk geldim. Gıdaların bizler üzerindeki o müthiş etkisini şu cümlelerle anlatıyordu:
“Geleneksel tıpta yemek, bedenin gelişimindeki alt yapıyı oluşturan esas unsur olarak tabir edilir. Yemek yoksa insan da yoktur. İnsan bedeni dört hılt ve sıvı olarak adlandırılan Safra, Sevda, Dem ve Balgam olarak adlandırılan dört temel üzerine kurulmuştur. İşte bu dört unsur bedenin her bir bölümünün oluşup gelişimini sağlar.
Safra, kanın en ücra beden azasına ulaşmasını sağlar. Dem ile kaslar, kalp ve diğer benzeri uzuvlar vücuda gelirken, Balgam sayesinde beyin oluşur, sinirler, omurilik sistemi ve lifler meydana gelir. Sevda da kemiklerin oluşum ve gelişimini sağlar.
Peki, şimdi geleneksel tıbba göre bedenin gelişimindeki alt yapıyı oluşturan bu unsurlar nereden gelmektedir?
Dört hılt diye adlandırılan bu sıvılar geleneksel tıbba göre gıdalardan meydana gelir.
Öyleyse burada sorulacak güzel bir soru ortaya çıkmaktadır ve o da; ‘Yemek seçiminin bedenin oluşumu ve üzerindeki etkileri nelerdir?’
Burada şüphe götürmez bir gerçeği size kısaca izah edeyim:
Eğer gıdalar yumuşak ve güzel yiyeceklerse; insanda güzel düşünceler meydana gelir. Ama bunlar hazmı zor ve sindirim sistemini zorlayan yiyecekler olursa; kaba ve haşin düşünceler kendini gösterir.
Öyleyse toplum ahlak ve karakterini düzeltip, güzelleştirmek istiyorsak; bunu yiyecek üzerinden yapmamız gerekmektedir.
Eğer bir camia ve toplumu ahlaksızlaştırıp, yozlaştırmak istiyor ve her zaman pesimist düşüncelerin o toplum içerisinde diri kalmasın temenni ediyorsak bunu gıda ile yapabiliriz. Bir toplumu mutlu etmek, enerjisini yükseltmek ve optimist düşünce yapısını hakim kılmak istiyorsak da bu yine gıda ile mümkündür.
Diri bir dimağa ve yüksek bir zekâya sahip toplum yaratmak için gıdaya önem vermeliyiz ve yine bunun aksini yapmak da gıdadan geçmekte.
Soğuk gıdaların tüketilmesi toplumumuzdaki zekâ seviyesini son on-on beş yılda yüzde otuz değerinde düşürmüştür. Bu durum yedi-sekiz sene daha devam ederse; geç anlayan ya da anladığını sanan bir toplumun meydana gelmesi işten bile değildir.
Bunların hepsi tüketilen gıdalarla alakalı. Bu, sözde olan ya da teoride kalan bir şey değil; tamamen uygulanabilecek bir realite. Deneyin göreceksiniz.
İbn-i Sina çok güzel bir taktik vermekte bizlere: eğer bir tartışma ortamında bir ya da daha fazla kişiye galebe çalmak istiyorsanız, üstünlüğün sizde olmasını ve onların da yenilgisini görmek istiyorsanız;
‘Onlara sirke ver, sen de bal ye!’
İnanın kimse karşınızda direnemez böylelikle. Çünkü sirke insanı bitkinleştirir ve kendisini zihinsel olarak savunacak halini elinden alır.
Kısaca yemekle heyecan ve iştiyakı yok edip tembelliği getirebilir veya tam aksine yine yemekle tembellik uyuşukluğu giderip kesin zekâyı kazanabiliriz.