Potansiyel olarak eşrefi mahlûkattır insan, hayat sahipleri içerisinde en kıymetlidir, en ayrıcalıklı olan varlıktır. Onun bu konumu kazanılmış bir konum değil, ilahî bir mevhibedir, insan hep insandı, karmaşık ve ayrıcalıklı vasıfları hep onun yanındaydı. İşte bu farklı insanın farklı özellikleri pek çoktur, lakin içlerinde en farklısı ise düşüne bilen olması yahut Heidegger'e göre varolan varlığının farkında olmasıdır. Yüce Allah, Kuran'ı Kerim'in birçok yerinde insana vermiş olduğu en büyük nimet olarak, onu yoktan var etmesini buyurmaktadır. İnsan bu nimetin farkında olmasıyla kendisini daha bir değerli kılmakta, üstelik varlığını tüm boyutlarıyla görebilmesiyle de varlığına değer katmaktadır. Maddî ve manevî bu boyutlardaki potansiyel güçlerini görebilmesi sonucunda, bunlar üzerine yatırım yapmakta, üzerine titizlenmektedir.
Bu noktada çok dikkat edilmesi gereken durum ise; insanın farkına varmış olduğu boyutlarını ayrı görmemesidir. Aksine esas olan, insanın kendisini bir bütün olarak görüp öyle değerlendirmesidir.
Sen su değilsin, toprak değilsin, başka bir şeysin sen...
Balçık dünyadan dışardasın, yolculuktasın sen.
Kalb bir arktır, can o arka akan bengisu
Fakat senliğinde kaldıkça ikisinden de bîhabersin.
Ey İlahî Kitab'ın nüshası, Onun güzelliğine aynası!
Âlemde her ne varsa hepsi sende var,
Senden dışarıda değil, gönlünde var
Ne istiyorsan kendinden iste, kendinde ara!..
Öyleyse yaratılış hedefine ulaşmak için, hem zahir düzenlenmeli ve hem de batın; dünya ve ahiret ayrı şeyler değillerdir bir terazinin iki kefesi gibidirler, ikisinin de eşit ölçüde düzenlenmesi icab eder, aksi halde insan tek boyutlu olacaktır ve bir bütün arz etmeyecektir. Dünyasını düzenleyemeyen ahiretini, ahiretini düzenlemeyen de dünyasını kaybeder, her ikisini doğru düzenlemek için tam bir teslimiyet ile yüce Allah'ın emir ve yasakları uygulanmak gerekir. Güzel bir niyet, doğru bir bakış, dolayısıyla iç âlemin gerektiği şekilde dengelenmesi hayata da istikamet kazandıracaktır.
Günümüz batı insanı sadece maddî boyutuna önem verdi ve ruhanî boyutunu unuttu, yani kalpsiz bir akıl sahibi oldu, evet övülecek nice mesafeleri kat etti, ama asl olan kendisini ihmal etti, kendisinden uzaklaştı, sadece akıl oldu kalbini ise terk etti. Avrupa'nın muasır filozoflarından birisi kitabında şunları yazıyordu: "20. yüzyıl insanı gökyüzünde bir kuş gibi uçmayı ve denizin engin derinliklerinde bir balık misali yüzmeyi başardı, lâkin ne yazık ki yeryüzünde bir insan gibi yürümeyi başaramadı." Aya gidişi nasıl gerçekleştireceğini düşünmüştür ama ruhunu, kalbini mekanikleşmenin cenderesinden nasıl kurtaracağını düşünmeyi ihmal etmiş, bu ihmal sonucu da insanlığından uzaklaşmıştır. Bunun en büyük göstergesi de yaşam standartlarının en yüksek olduğu, teknolojinin merkezi koskoca şehirlerde hep mutsuz, suratı asık insan görünümleri, manevî buhranla, psikolojik tedaviye ihtiyaç duyanların ve dahası intihar edenlerin sayısının artmasıdır.
İnsanın bu şekilde kendisini sadece fiziksel yönüyle sınırlandırıp, maddî boyutuyla değerlendirmesi kadar büyük bir yanlış olamaz, çünkü insan misal-i musağğardır. Bir yönüyle kâinattan daha ulvîdir, küçük olmasına rağmen âlemleri içinde barındıran ve büyük hakikatleri kendisinde toplayandır. Mevla Ali bir şiirinde buyuruyor: "Ve tez'umu enneke cirmun sağîr / Ve fîke'ntave'l-âlemu'l-ekber". Mehmet Akif ise bunu şöyle tercüme ediyor:
Haberdar olmamışsın kendi zâtından da hâlâ sen
Muhakkar bir varlığım! Dersin ey insan fakat bilsen
Senin mahiyyetin hatta meleklerden ulvîdir
Avâlim sende pinhan, cihanlar sende matvîdir.
Evet, bunun farkına varamayan dolayısıyla ruhanî yönden çökmüş bu diyarların her yanı, bu ülkelerin her bucağı; yüzlerce zafer takısı, başarı sembolleri ve dragon timsalleriyle süslense bile, aslında oralar mezarlıktan farksızdır. Üstü gülistan altı bataklık mezradır. Nitekim Peygamber efendimiz (s.a.a) şöyle buyuruyor: "Bataklıkta yetişen güllerden sakınınız?" Ashap: "Bataklık gülünden kastınız nedir, ya Resulullah?" diye sual eder, "Kötü ortamda yetişen güzel kızlar" diye cevap buyuruyor Allah'ın Resulü. Bu hadisi, günümüz toplumunu ve batı kültürünü gördükçe ne kadar iyi anlıyoruz değil mi? Demek ki, gökdelenler yapmak yine de bataklık hakikatini gizlemez ve en pahalı elbiseleri giymek de insanı insan yapmaz. O bakımlı, temiz ve şık elbiselerin içinde ne kurtlar, çakallar ve yaratıklar vardır, basiret gözleri açık olanlar bilir.
Ruh ile maddî özelliklerin birleşimi sonucu zafer solukları üzerine kurulmamış sözde modern dünya, çok akıllı ruhsuzların elinde bir oyuncak, kemal yolunu kesmiş kravatlı kurtlar ve böylesi bir toplumda büyüyenler-yaşayanlar da depresyonlar içinde zavallı talihsizlerdir.
Ah! Keşke maneviyattan yoksun bunlar da bir kerecik dahi nefis ve benlikleri yönünden yokluğa erip, ruhta sonsuzlaşmanın esrarına nail olabilselerdi ve keşke büyük bir toplumsal ümitsizlik hastalığına yakalanmış maneviyata önem verenler de, potansiyel maddî özelliklerinin farkına vararak kemale ulaşma yolunu daha kestirmeden kat edebilselerdi.
Yukarıda dediğim gibi, eşrefi mahlûkat, kendisini tüm boyutlarıyla bir bütün olarak gören varlıktır; teknoloji medeniyetiyle kalp medeniyeti kaynaştırılmalıdır, kaynaştırılmadığı takdirde ise günümüz batı medeniyeti ve geri kalmış Müslüman ülkeler ortaya çıkacaktır.
Fakat akılla kalbi, ruhla bedeni, zahirle batını, maddeyle maneviyatı bir tutanlar, bunları uyuşturanlar, her ikisiyle de eşit ölçüde ilgilenenler, Medine-i Fazile'yi kuranlardır/kuracak olanlardır. Bu büyük başarıya ulaşanlar ilk uzay gözlem merkezini kuran ve aynı zamanda arif olan Hacı Nasruddini Tusi'dir, en güzel mimarî eserlerle, hadis eserlerini topluma kazandıran büyük âlim şeyh Bahaî'dir, Molla Sadra'dır, şeyh Ensari'dir ve daha onlarca hem din adamı ve hem de bilim adamı olan büyük insanlardır. Toplumun en fazla üreten ama en az tüketen müçtehitlerimizdir.
Demem o ki akıl-kalp birlikteliğini sağlamak lâzım, birbirini destekleyecek böyle bir dayanışma insanlık için gerekli ve şarttır. Kitaplarda ve bazı hadislerde karşımıza çıkan kalb-i selim kavramı, işte buna denir ( akıl-kalp birlikteliğinin tümüne).
Günümüz ilim havzalarında bu birlikteliği sağlama peşinde olan talebeler; ilim tahsil ederken ibadeti terk etme ihtiyacı hissetmemekte ve ibadeti de ilimden geri kalacak şekilde yapmamaktadırlar. İnsanı ilimden, yaşam standartlarını geliştirecek çabadan, etrafa faydalı olma idealinden uzak tutan ibadet, pekte makul-makbul ibadet gibi gözükmemekte, nitekim ibadetsiz salt ilim-bilim insanı insanlığından uzaklaştıracaktır. Gönüllerini büyük ideallerle abad etmiş ve insanlığa hizmet şevkiyle-sevgisiyle donatanlardır ki; kalplerinin enerjisini maksimum seviyeye çıkarmış, duygularını mükemmelleşme yolunda kontrolleri altına almış ve yüce hedeflere doğru kendilerini yönlendirmişlerdir. Evet, nice zahmetlere katlanan bunlar; hayvanî yaşayıştan kendilerini kurtarmışlardır, bedeni hazlar onlar için hedef olmamıştır ve ruhlarını coşturmuş, kalplerine urucu sağlayacak kanatları donatmış ve insanî kemallere ulaşma yönünden büyük zafere ulaşmışlardır. Hiç şüphesiz gelecekteki özlenen dünya çapında devletin tacidarları bunlar olacaktır.