.
.
Ehlader Araştırma Bölümü
Yumuşaklık ve hoşgörünün bizim kültürümüzde uzun bir geçmişi vardır. Hafız bunu “İki dünyada huzur”un anahtarı saymakta ve şöyle demektedir:
İki dünya huzuru, bu iki harfin tefsiridir
Dostlara cömertlik, düşmanlara hoşgörü.[1]
Sâdî, Gülistan adlı kitabında hoşgörüyü halkın gönlünü alma ve kalplerini kazanma vesilesi olarak görmektedir:
Söz, hoşgörü ve insancıllığın lütfuyla
Çekersin kalpleri kabul kemendiyle[2]
Bostan adlı kitabında da yumuşaklığı şan ve makama ulaşma sebebi saymıştır:
Yumuşak huyla öyle korkunç konumdan
Ulaştırdı zaman onu böylesi makama[3]
Rivayetlerde de yumuşaklık üzerinde durulmuştur. Bir rivayette yumuşaklık, amellerin süsü sayılmıştır:
“Yumuşaklık, neyle beraber olursa onu süsler.”[4]
Emiru’l-Muminin Ali (a.s) de hoşgörüyü “kurtuluş anahtarı ve akıllıların sıfatı”[5] olarak tanımlamıştır.
Allah, Kur’ân’da Peygamber’in (s.a.a) yumuşaklığını ve hoşgörüsünü Allah’ın Peygamber’e (s.a.a) rahmetinin bir parçası ve insanların Onun çevresinde toplanmasının kaynağı saymakta ve şöyle buyurmaktadır:
“Allah’ın rahmetinden dolayı sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi.”[6]
Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyt’in (a.s) eğitimsel siyerinde de yumuşaklık ve hoşgörü özel bir konuma sahiptir. Bu sebeple bu bölümde onların eğitimsel siyerinde yumuşaklık ve hoşgörüyü inceleyeceğiz. Bu incelemede şu sorulara cevap bulmaya çalışacağız:
Yumuşaklık ve hoşgörünün anlamı nedir? Acaba Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyt, dinî eğitimde de yumuşaklık ve hoşgörüye riayet ediyorlar mıydı? Hangi durumlarda yumuşaklık ve hoşgörüden faydalanıyorlardı? Her bir durumda yumuşaklığın ve hoşgörünün oranı ne ölçüdedir? Yumuşaklığın ve hoşgörünün dinî eğitime ne etkisi vardır?
Bu bölümün konularını birkaç başlık altında sunacağız:
1- Yumuşaklığın ve hoşgörünün anlamı.
2- Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyt’in (a.s) eğitimsel siyerinde yumuşaklığın ve hoşgörünün konumu.
3- Masumlar’ın (a.s) eğitimsel siyerinde yumuşaklık ve hoşgörü vakıaları.
4- Yumuşaklığın ve hoşgörünün sınırları.
5- Yumuşaklığın ve hoşgörünün eğitimsel etkileri.
Yumuşaklığın ve Hoşgörünün Anlamı ve Tanımı
Yumuşaklığın (rıfk) sözlükte dört anlamı vardır:
1- Bir işin kötü yapılmasına karşılık, o işin iyi yapılması.
2- Amelin şiddetine ve öfkeye karşılık yumuşak huyluluk.
3- İşin yapılmasında orta yolu ve dengeyi gözetme.
4- İş yapılırken dikkat gösterme ve sıkı tutma.[7]
Hoşgörü de lügatte letafet, yumuşaklık ve ihtiyat anlamlarında kullanılmıştır.[8]
Yumuşaklığın lügat anlamına teveccühle bu kelimenin Arapça’da kişinin bir işi güzel, dakik ve sağlam yapması anlamına geldiği söylenebilir. Bu kelime genellikle “Hark” kelimesinin karşıtıdır ki bu, bir işin şiddetle, öfkeyle ve çirkin yapılması anlamındadır.
Hoşgörü de lügat anlamına teveccühle başkalarına yumuşak ve mülayim davranmak demektir. Bu mülayimlik ve yumuşaklık bazen başkalarının şerrinden korunmak için (ihtiyat hoşgörüsü), bazen de onlardan faydalanmak içindir.
Bu iki kelimenin anlamları birbirine çok yakın olmasına rağmen Arapça’da kullanım alanları birbirinden farklıdır. Yumuşaklık (rıfk) genellikle aynı fikirde olunanlar, dostlar ve en fazla muhalif olmayanlarla ilgili kullanılır. Oysa hoşgörü, özellikle de müdara (ihtiyat hoşgörüsü, tolerans) daha çok muhalifler ve düşmanlarla ilgili olarak kullanılır. Bu iki kelimenin rivayetlerde çeşitli kullanım şekilleri de bunu göstermektedir. Örneğin bir rivayette şöyle geçmektedir:
“Şialarımıza (zor şeyler) yüklemeyin ve onlara yumuşak ve mülayim davranın.”[9]
Başka bir rivayette de şöyle geçmektedir:
“Muhaliflerle müdaralı olarak hoşgörüyle konuşur.”[10]
Bu iki rivayette Şialarla ilgili yumuşaklık (rıfk), muhaliflerle ilgiliyse müdaralı hoşgörü kelimeleri kullanılmıştır. Elbette bazen bu iki kelime hem yumuşaklık, hem de hoşgörü anlamını içerecek daha geniş bir anlamda kullanılmaktadır. Örneğin:
“Rabbim bana vacipleri yapmamı emrettiği gibi, insanlara hoşgörülü davranmamı da emretti.”[11]
“Allah celle celaluhu Muhammed’i seçti; sonra ona sabrı ve yumuşaklığı emretti.”[12]
Yumuşaklık ve hoşgörü, ikisinin de anlamını içerecek şekilde tek başına kullanılmıştır. Günümüzde Farsça’da bu iki kelime eş anlamlıdır ve kalıp halinde beraber kullanılmaktadır.
Her halükârda Arapça’da ve Farsça’da bu iki kelimeyle kastedilen, eğitim ve öğretimdeki anlamlarıdır. Yani eğitimcinin öğrenciyi mülayimce, dikkatle ve güzellikle (sorun ve yükümlülük hissetmeden) istenilen eğitimsel hedeflere yönlendirmesidir.
Yumuşaklık ve Hoşgörünün Masumlar’ın (a.s) Siyerindeki Konumu
Masumlar’ın (a.s) siyerinde, onların öğrencilere yumuşak ve hoşgörüyle davrandıklarına dair çeşitli örnekler vardır. Burada sadece iki tanesini vereceğiz.
1- Medine’de Peygamber’e (s.a.a) ve Müslümanlara muhalif olan ve Müslümanların işlerini bozmak için her fırsattan –elbette gizlice- faydalanan kişilerden biri Abdullah bin Ubey’di. Bu kişi büyük münafıklardandı ve Hazrec kabilesinin reisiydi. Buna rağmen bu kişi öldüğünde belki bu sayede Allah’ın rahmetine nail olur diye etrafındakiler Abdullah bin Ubey’e kefen yapmak için Peygamber’den (s.a.a) gömleğini onlara vermesini istediler. Peygamber (s.a.a) onların bu isteğini kabul etti. Ashaptan bazılarının “Ya Resulullah (s.a.a), o kâfir olduğu halde neden isteklerini kabul ettin?” şeklindeki itirazlarına cevaben şöyle buyurdu: “Benim gömleğim onun ahirette azap görmesine engel değil. Ben bununla büyük bir çoğunluğun İslâm’a gireceğini ümit ediyorum.” Hazrec’ten bin kişinin, Abdullah bin Ubey’in Peygamber’in elbisesine bağlandığını görünce İslâm’a girdiği söylenmiştir.[13]
2- Yine şöyle nakledilmiştir: Bir gün İmam Zeynelâbidîn Medine’nin dışındaydı. Bir adamla karşılaştı ve Ona yakışıksız sözler etti. İmam’ın ashabı adama saldırdılar. İmam (a.s), “Bırakın” dedi ve adama dönerek şöyle buyurdu: “Yaptıklarımızdan bilmediklerin (bildiklerinden) daha fazladır. Acaba gidermemi istediğin bir ihtiyacın var mı?” Adam utandı. Sonra İmam (a.s) kendi elbisesini ona bağışladı ve bin dinar vermelerini emretti. Adam bu olaydan sonra her zaman şöyle diyordu: “Şehadet ediyorum ki sen Allah Resulü’nün evlatlarındansın.”[14]
Masumlar’ın (a.s) Eğitimsel Siyerinde Yumuşaklık ve Hoşgörü Durumları
Masumlar’ın (a.s) siyerinde yumuşaklık ve hoşgörü vakıalarını (olaylarını) iki genel gruba ayırabiliriz: Başkalarına karşı yumuşaklık ve hoşgörü, kendine yumuşaklık ve hoşgörü.
1- Kendine Yumuşaklık ve Hoşgörü
Kendine eğitimsel yumuşaklık ve hoşgörü hakkında siyerler vardır. Bu siyerler yumuşaklık ve hoşgörüye riayetin sadece başkalarının eğitiminde değil, kendi eğitimimizde de gerekli olduğunu göstermektedir. Peygamber’in (s.a.a) ashabından biri şöyle diyor:
Peygamber (s.a.a) bana şöyle buyurdu: “Acaba sana geceleri namaz kıldığını, gündüzleri de oruç tuttuğunu haber vermeyeyim mi?” Ben “Evet, öyle yapıyorum” dedim. Peygamber (s.a.a) buyurdu ki: “Eğer böyle yaparsan gözlerin çukurlaşır, ruhun yorulur. Oysa ruhunun da ailenin de senin üzerinde bir hakkı vardır. (Bir gün) oruç tut ve (bir gün) iftar et (oruç tutma); gece (de hem) namaz kıl, (hem) uyu.”[15]
Yine Peygamber’in (s.a.a) Hz. Ali’ye (a.s) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
“Ey Ali! Bu din sağlam bir dindir. Bu yüzden yumuşaklık ve hoşgörüyle hareket et ve Allah’a ibadeti hoşlanmayacağın hale getirme. Çünkü aşırı giden ve ifrat eden ne bineğini salim bırakır, ne de yolda ilerler.”[16]
2- Başkalarına Yumuşaklık ve Hoşgörü
Masumlar’ın (a.s) eğitimsel siyerinde başkalarına yumuşaklık ve hoşgörü çeşitli durumlarda kullanılmıştır. Bunlardan bazılarını zikrediyoruz.
a) Dinî Meseleleri Anlatırken Yumuşaklık ve Hoşgörü
Masumlar (a.s) dinin hükümlerini ve öğretilerini anlatırken ve de insanları doğru yola hidayet ederken kendi anlayış ve idraklerine uygun değil, muhatabın idrak ölçüsüne uygun konuşuyorlardı. Peygamber’in (s.a.a) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
“Biz peygamberlere, insanlara akıl ve anlayışları ölçüsünde söz söylememiz emredildi.”[17]
İmam Sâdık’tan (a.s) şöyle nakledilmiştir:
“Resulullah (s.a.a) hiçbir zaman insanlara kendi aklının düzeyinde söz söylemedi.”[18]
Şimdi ortaya şu soru çıkmaktadır: Masumlar (a.s) neden insanların anlayış ve idrak düzeyine uygun konuşuyorlardı?
İki sebepten dolayı böyle yaptıkları anlaşılmaktadır:
1- Eğitimcinin, öğrenciyle ilişkisindeki hedefi, kastını anlamalarını sağlamak ve bu yolla istenilen değişiklikleri oluşturmaktan ibaret olan hedefine ulaşmaktır. Açıktır ki eğitimci bu hedefe ancak öğrenci onun kastını anlarsa ulaşabilir. Bu da eğitimcinin kastını öğrencilerin idrak düzeyine uygun anlatmasına bağlıdır.
2- Eğer bu denge gözetilmezse eğitimci hedefine ulaşmamakla kalmaz, yanlış anlamalar da meydana gelebilir ve neticede eğitimcinin istemediği değişiklikler ortaya çıkabilir. Bu sebeple Masumlar (a.s) bazı konuları sadece özel kimselere anlatıyorlardı. Örneğin Cabir şöyle diyor:
“İmam Bâkır (a.s) bana doksan bin hadis anlattı ki asla (onları) kimseye anlatmadım ve asla anlatmayacağım.” O şöyle diyor: İmam Bâkır’a (a.s) şöyle arzettim: “Fedan olayım, bana ağır bir yük yükledin; kimseye anlatmamam gereken sırları (yani hadisleri) bana anlattın. Bu yüzden bazen içim kabarıyor, öyle ki deliliğe benzer bir hale bürünüyorum.” İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Bu haldeyken civardaki dağlara git, bir çukur kaz, başını ona sokarak “Muhammed bin Ali bana şöyle şöyle dedi” de.”[19]
b) Cemaat Namazlarının Kılınmasında Yumuşaklık ve Hoşgörü
Peygamber (s.a.a) cemaat namazlarını muhtasar kılıyordu ve diğerlerine de böyle yapmalarını tavsiye ediyordu. Şöyle nakledilmiştir:
“Peygamber (s.a.a) (cemaat) namazını muhtasar ama kâmil bir şekilde kıldırıyordu.”[20]
Başka bir rivayette şöyle buyurmuştur:
“Namaz için kalkıyorum, namazı uzatmaya niyetleniyorum ama bir çocuğun sesini duyuyorum ve namazı hızlı kılıyorum. Çünkü çocuğun annesinin meşakkate düşmesinden hoşlanmıyorum.”[21]
Peygamber (s.a.a), cemaat namazlarını muhtasar kıldırmasının sebeplerini de anlatmıştır:
Bir adam Peygamber’e (s.a.a) dedi ki: “Ey Resulullah, falanca namazı o kadar uzatıyor ki zorlukla kılıyorum.” Peygamber (s.a.a) o zamana dek görülmemiş bir öfkeyle vaazında şöyle buyurdu: “İnsanlar! Siz diğer insanları kaçırıyorsunuz. Cemaatle namaz kılan kimse, namazı muhtasar kılsın çünkü aralarında hasta, güçsüz ve işi olanlar vardır.”[22]
Bu siyere göre cemaat namazı, insanların namazdan bıkmasına sebep olmayacak şekilde kıldırılmalıdır ve namaz kılanların hepsinin durumunu gözetmek, cemaat imamının vazifesidir. Çünkü aralarında uzun rükûlara, secdelere ve kıraate dayanamayacak hasta, yaşlı veya güçsüz kimseler veya zaruri ve acele işi olanlar olabilir. Elbette bu, namazın şartlarına uyulmadan, eksik kılınabileceği anlamında değildir. Cemaat imamının namazın zaruri ve vacip adabına ve şartlarına riayet ederek muhtasar kıldırması anlamındadır. Bu sebeple Peygamber’in (s.a.a) kendisi namazı muhtasar ama kâmil kıldırıyordu.
c) Çocuklara İbadet Eğitimi Verilirken Yumuşaklık ve Hoşgörü
Masumlar (a.s) kişilerin yaş farkından kaynaklanan eğitimsel etkilere özel dikkat gösteriyorlardı. Onlar dinî eğitimde çocuklar ve yetişkinler arasında fark gözetiyorlardı. Her birinden özel beklentileri vardı. Örneğin 60 yaşındaki bir Şiadan beklediklerini bir ergenden beklemiyorlardı. İmam Zeynelâbidîn’in (a.s) siyerinde şöyle geçer:
İmam Zeynelâbidîn (a.s) çocuklara akşam ve yatsı namazını beraber, öğle ve ikindi namazını da beraber kılmalarını emrediyordu. Ona “Namazı vaktinde kılmıyorlar mı?” diyorlardı ve O da “Uyuyup namaz kılmamalarından daha iyidir” diye buyuruyordu.[23]
Masumlar’ın (a.s) zamanında öğle ve ikindi ile akşam ve yatsı namazlarını aynı değil, ayrı vakitlerde kılıyorlardı. Buna rağmen İmam (a.s), mükellef olmamış ama namaz kılan çocuklara –ki ibadet eğitimi bahsinde bu konunun eğitimsel noktasına değindik- namaz kılmak sorun ve tahammül edilemez olmasın diye öğle ve ikindi ile akşam ve yatsı namazlarını birlikte kılma izni veriyorlardı. Başka bir rivayette de İmam Sâdık’ın (a.s) şöyle buyurduğu geçmektedir:
“Biz çocuklarımıza güçlerinin yettiği ölçüde yarım gün, biraz daha az veya fazlası kadar oruç tutmalarını emrederiz. Açlık ve susuzluğa yenik düştüklerinde iftar ederler. Böylece oruca alışırlar ve oruç tutma gücüne kavuşurlar. Siz çocuklarınıza dokuz yaşındayken güçlerinin yettiği ölçüde namaz kılmalarını emredin. Susuzluğa yenik düştüklerinde iftar etsinler.”[24]
Buna karşın Masumlar’ın (a.s), yetişkinlerden daha fazla beklentileri vardı. Hayatını İslâm ile geçirmiş birisinden amellerinde müstehapların hepsine veya çoğuna riayet etmesini bekliyorlardı.
Hammâd bin İsa şöyle diyor: Bir gün İmam Sâdık (a.s) bana şöyle buyurdu: “Hammâd! Güzel namaz kılabiliyor musun?” Dedim ki: “Seyyidim, ben Hariz’in namaz kitabını ezbere biliyorum.” Buyurdu ki: “Yok Hammâd, kalk ve namaz kıl.” Ben kalktım ve önünde kıbleye doğru dönerek tekbir getirdim, rükûları ve secdeleri yaptım. İmam (a.s) bana şöyle buyurdu: “Hammâd! Güzel namaz kılamıyorsun. Sizden birinin 60-70 yaşında olup da bir namazı bütün kurallarına uyarak kılamaması ne kadar çirkindir.”
Hammâd devamında şöyle diyor: İmam’a (a.s) şöyle arzettim: “Namazı bana öğret.” Kalkarak bütün kurallara riayet ederek bir namaz kıldı ve bitirince şöyle buyurdu: “Hammâd! Böyle namaz kıl.”[25]
İmam’ın (a.s) namaz kılma şeklinden, Hammâd’ın namazının yanlış olduğunu değil, tüm adabına ve müstehaplarına riayet ederek namaz kılmadığını kastettiği anlaşılmaktadır. İmam (a.s) –tüm ömrünü İslâm ile geçirmiş olan- Hammâd’dan, tüm kurallarına ve adabına uygun bir namaz kılabilmesini beklemektedir.
Burada şu soru ortaya çıkmaktadır: Neden çocuklardan ve ergenlerden bütün adabına riayet ederek namaz kılmaları beklenmezken yaşlılardan böyle bir beklenti vardır?
Bu sorunun cevabında iki konuya değinebiliriz:
Birincisi çocukların henüz yetişkinlerin yapabilecekleri işlerin üstesinden gelecek fiziksel olgunluğa erişmemiş olmalarıdır. Belki bir yetişkin için beş vakit namaz kılmak sorun değildir ama on yaşındaki bir oğlan çocuğu için namazı beş vakitte kılmak sorundur. İkindi veya yatsı namazını unutması veya rivayette geçtiği gibi uyuyakalarak yatsı namazını kılamaması mümkündür.
İkincisi çocuk ve ergen, yetişkinlerin aksine henüz olması gerektiği gibi İslâm’ın hükümleriyle, ilimleriyle ve adabıyla aşina değildir. Bu sebeple bunları kâmilen yapmaya, ruhsal ve zihinsel olarak hazır değildir.
Diğer bir deyişle dinî vazifelerin yapılması, aynı spor faaliyetlerinin yapılması gibidir. Futbolda, halterde veya atletizmde uzun bir geçmişi olan kimse, daha uzun süre futbol oynayabilir, daha uzun mesafeli koşabilir veya daha ağır bir halteri kaldırabilir. Oysa yeni başlayan biri bunların üstesinden gelemez, zamanla bu güce ulaşabilir. Eğer yeni başlayan biri bunları yapmaya gücü yetse bile bazı sorunlarla karşılaşacaktır. Dinî vazifeler ve ameller de tam olarak bu kurala uymaktadır. Bu yüzden yaşlı birinden beklenenin aynısı, bir çocuktan beklenmemelidir. Bu reva olmadığı gibi, çocuğun bu beklentileri karşılamaya mecbur olması ardında istenmeyen etkiler bırakabilir.
d) İman Açısından Dereceleri Farklı Olan Kişilere Yumuşaklık ve Hoşgörü
Kişilerin iman derecelerinin farkına da Masumlar’ın (a.s) eğitimsel siyerlerinde teveccüh edilmiştir. Bu teveccühleri iki hususta çok öne çıkmaktadır:
Birincisi, Onlar kimseyi, iman derecelerinin düşük olmasından dolayı dışlamıyorlar ve onunla da diğerleri gibi sohbet edip bir arada bulunuyorlardı.
İkincisi, Onlar herkesten iman derecelerine uygun beklentilerde bulunuyorlar ve bundan fazlasını kişiye yüklemiyorlardı. İmam Sâdık (a.s) ve şialarından biri arasında geçen soru-cevap dikkate değerdir:
Şialardan biri şöyle diyor: İmam Sâdık’ın (a.s) huzurunda söz bir gruptan açıldı. Ben İmam’a (a.s) şöyle arzettim: “Biz onlardan uzak duruyoruz çünkü onlar bizim ulaştıklarımıza ulaşamamışlardır.” İmam (a.s) buyurdu ki: “Bizi seviyorlar ama sizin ulaştıklarınıza ulaşamadıkları için onlardan beri mi duruyorsunuz?” Ben “Evet” dedim. İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Eğer böyleyse biz de sizin sahip olmadığınız üstünlüklere sahibiz, o zaman biz de sizden uzak mı durmalıyız?.. Onlarla arkadaşlık edin ve onlardan uzak durmayın. Zira bazı Müslümanların İslâm’dan bir payı, bazılarının iki payı… ve bazılarının da yedi payı vardır. İslâm’dan bir payı olana, İslâm’dan iki payı olan kadar yük yüklenmesi doğru değildir ve İslâm’dan iki payı olana, üç payı olan kadar ve…
Senin için bir örnek vereyim: Bir adamın Hıristiyan bir komşusu vardı. Onu İslâm’a davet etti, İslâm’ı ona güzel bir şekilde gösterdi ve Hıristiyan, Müslüman oldu. Sehere doğru onun evinin kapısını çaldı. Hıristiyan “Kim o?” diye sorunca Müslüman komşusu “Benim, falanca. Abdest al, giysilerini giy, namaza gidelim” dedi. Yeni Müslüman olan Hıristiyan böyle yaptı ve camiye gittiler. Fecr doğana kadar namaz kıldılar. Sonra sabah namazını kıldılar ve güneş doğana kadar orada durdular. Yeni Müslüman olmuş Hıristiyan evine gitmek için kalktı. Müslüman adam ona “Nereye gidiyorsun? Günler kısa, öğlene bir şey kalmadı” dedi ve bu şekilde onu önce öğlene ve ikindiye, sonra akşama ve yatsı namazına dek camide tuttu. Daha sonra beraber evlerine döndüler. Müslüman adam sehere yakın tekrar yeni Müslümanın kapısını çaldı. Yeni Müslüman “Kim o?” diye sorunca o yine “Benim, kalk abdest al, giysilerini giy de camiye gidelim” dedi. O dedi ki: “Git benden daha işsiz-güçsüzünü bul; ben fakirim ve aile sahibiyim.”
(İmam devamında şöyle buyuruyor) Onları sıkı tutmayın. Bilmiyor musunuz… ki bizim imametimiz yumuşaklık, ünsiyet, vakar ve… üzerinedir. İnsanları dininize ve inandığınıza isteklendirin.”[26]
Belki de Masumlar’ın (a.s) bazı günahkârlara yumuşak ve mülayim davranmaları, onların iman açısından daha düşük bir seviyede olmaları sebebiyledir. Nuru’s-Sekaleyn tefsirinde Süleyman bin Abdulmelik’ten şöyle nakledilmiştir:
İmam Rıza’nın (a.s) yanında oturuyordum. Yüzü arkasına dönmüş olan bir kadını O’nun (a.s) yanına getirdiler. O (a.s), sağ elini kadının alnına ve sol elini başının arkasına koydu ve başını sağ taraftan bastırdı. Sonra şöyle buyurdu: “Allah, kendi durumunu değiştirmeyen hiçbir kavmi değiştirmez.” Bu sırada kadının başı eski haline döndü. O zaman İmam (a.s) kadına şöyle buyurdu: “Bir daha böyle yapma.”[27]
İmam (a.s), görünüşe göre günah işlediği için bu sorunla karşılaşan kadına suçlayıcı hitapta bulunmadı, sadece sakındırmayla yetindi.
e) Öğütte Yumuşaklık ve Hoşgörü
Masumlar (a.s) öğütlerinde de muhataplarının durumlarını dikkate alıyorlardı ve öğütlerini genellikle insanları yormamak ve sıkmamak için kısa tutuyorlardı. Ashabından biri şöyle naklediyor:
“Peygamber (s.a.a) her gün değil, muhtelif günlerde öğüt veriyordu zira yorulmamızı ve sıkılmamızı istemiyordu.”[28]
- - - - - - - - - - -
[1] Divan-ı Hafız, s. 99.
[2] Gülistan-ı Sâdî, s. 170.
[3] Bostan-ı Sâdî, s. 129.
[4] Mîzânu’l-Hikme, C. 4, s. 156, 7355. rivayet.
[5] a.g.e.; s. 157, 7361. rivayet.
[6] Âl-i İmran, 159.
[7] Tarihî, Fahruddin; Mecmau’l-Bahreyn, Rıfk maddesi zeylinde.
[8] Tarihî, Fahruddin; Mecmau’l-Bahreyn, Dereye maddesinin altında.
[9] Kâfî, C. 8, s. 334, 522. rivayet.
[10] Mîzânu’l-Hikme, C. 3, s. 239, 5495. rivayet.
[11] Bihâru’l-Envâr, C. 9, s. 202, 66. rivayet.
[12] a.g.e.; 5490. rivayet.
[13] Huveyzî, Abdulali; Tefsiru Nuri’s-Sekaleyn, C. 2, s. 251.
[14] Erbilî, Ebu’l-feth; Keşfu’l-Gumme, C. 2, s. 293.
[15] Erbilî, Ebu’l-feth; Keşfu’l-Gumme, C. 2, s. 49.
[16] Kâfî, C. 2, s. 71, 6. rivayet.
[17] Tabatabaî, Seyyid Muhammed Hüseyin; Sünenu’n-Nebî, s. 57, 1. rivayet.
[18] a.g.e.; s. 57, 1. rivayet.
[19] Bihâru’l-Envâr, C. 2, s. 69, 22. rivayet.
[20] Sahih-i Buharî, C. 1, s. 173.
[21] a.g.e.
[22] a.g.e.; s. 31.
[23] Mustedreku’l-Vesâil, C. 3, s. 19, 1. rivayet.
[24] Tabatabaî, Seyyid Muhammed Hüseyin; Sünenu’n-Nebî, s. 157, 158. rivayet.
[25] Kâfî, C. 3, s. 311, 8. rivayet.
[26] Vesâilu’ş-Şia, C. 11, s. 427, 3. rivayet.
[27] Huveyzî, Abdulali; Tefsiru Nuri’s-Sekaleyn, C. 2, s. 488.
[28] Sahih-i Buharî, C. 1, s. 25.