Düşünce | İslamî Araştırmalar

İbn Arabî İçin Ne Dediler?

“Merhum Gâzî Tabâtabâî Muhyiddîn ibn Arâbî’nin kendisine ve ‘Fütûhât-ı Mekkiyye’ adlı eserine çok ilgi gösteriyor ve şöyle diyordu: “Muhyiddin kemale erenlerdendir."

.

.

Ayetullah Hasanzâde Âmulî şöyle anlatır: Necef-i Eşref’te Seyyid Gazî Tabâtabâî’nin ünlü talebelerinden olan bizim de bazı değerli üstatlarımız Gazî Tabâtabâî’den naklederek şöyle derlerdi:

“İsmet ve imamet makamından sonra, insanlar içerisinde hiç kimse irfânî ve nefsânî hakikatler noktasında İbn Arabî’nin seviyesinde değildiler ve hiç kimse ona yetişemedi.”[1]

Aynı zamanda şunu da söylerdi:

“Mollâ Sadrâ’nın sahip olduğu her şey Muhyiddîn ibn Arâbî’dendir, onun sofrasının kenarında oturduğundandır.”[2]

Ayetullah Seyyid Muhammed Hüseyin Tehrânî, Seyyid Hâşim Haddâd’dan naklen şöyle der:

“Merhum Ağa (Gazî) Muhyiddîn ibn Arâbî’nin kendisine ve ‘Fütûhât-ı Mekkiyye’ adlı eserine çok ilgi gösteriyor ve şöyle diyordu: “Muhyiddin kemale erenlerdendir."[3]

“Hakikat dergâhına vasıl olanlardan olan Seyyid Ali Gazî Tabâtabâî, Muhyiddin İbn Arabî’yi çok överdi. Onu nefsi tanıma ve bâtınî şûhud noktasında benzeri olmayan bir kimse olarak tanıyordu.”[4]

Şimdi konuyla ilgili Ayetullah Seyyid Ali Gazî’yle hem meşrep olan bazı âlimlerin görüşünü zikredeceğiz:

Allâme Tabâtabâî: “İslam’da ibn Arabî gibi bir satır getirebilen bir kimse yoktur.”[5]

Ayetullah Hasanzâde Âmulî: “Fusus ve Fütûhât ona verilen has keramettendir. Bu Allah’ın faziletidir, istediği kimseye verecektir.”[6]

Ayetullah Cevâd Âmulî: “Muhyiddin ibn Arabî irfan öğreti ve marifetleri arasında eşsiz ve geçmişten günümüze kadar uzanan benzersiz bir kimsedir… Hikmet-i Mûtealiye’nin sahip olduğu birçok ilkeleri de temelini ibn Arabî’nin atmış olduğu irfana borçludur.”[7]

“Sadrû’l-Müteellihin Mollâ Sadra’nın ibn Arabî’ye duymuş olduğu saygıyı anlatmaya ise gerek yoktur. Biliyoruz ki o, Hikmet-i Mütealiye’de birçok konuda ibn Arabî’ye borçludur; Mollâ Sadra ibn Arabî’ye karşı hadden fazla göstermiş olduğu saygıyı başka hiçbir arife ve bilgeye karşı göstermemiştir. İşte bu bizim iddiamızı doğrulamak için yeterlidir. Zaten Mollâ Sadra Hikmet-i Mütealiye’de yer alan birçok konuda ibn Arabî’ye borçludur.”[8]

Şehit Üstad Murtaza Mutahharî, ibn Arabi'yi dikkate almış ve birçok konuda onun hakkında yorum yapmıştır. ibn Arabi'yi "zamanın eksantrik harikası" olarak nitelendiren Mutahharî, Muhyiddin'in irfânı yeni bir aşamaya getirerek onu bir ilim ve ekol haline evirip nihai evrimine ulaştırdığına inanmaktadır. Bu nedenle onu İslam teorik irfânının babası olarak kabul eder ve şöyle yazar:

"İslam milletleri arasında olan, İranlı ve Farsça konuşan arifler de dâhil olmak üzere bildiğimiz tüm bu mutasavvıf ve urefânın en önemlileri on üçüncü yüzyıldan kalmadır ve hepsi Muhyiddin mektebinin öğrencileridir."

Bu bağlamda Şehit Mutahharî Mevlana Celaleddin Belhî Rumî, Hâfız-ı Şirâzî, Molla Câmî ve diğer önemli isimleri onun ekolünün öğrencileri olarak görür.

Merhum İmam Humeynî, irfânî eserlerinde ibn Arabî’yi büyük bir zat olarak zikreder ve Şeyhû’l Kebir, Şeyhû’l Arif, Büyük Adam olarak anar ve onu büyük ariflerden birisi olarak kabul eder.

ibn Arabî'nin sunmuş olduğu delil ve çıkarımlar prensibi İmam Humeynî tarafından kabul edilebilir, ancak bazı durumlarda onunla aynı fikirde olmadığı zamanlar da olmuş ve onları eleştirmiştir. Bunun örnekleri ise ‘A’la Şerh-u Fusûsü'l Hikem’ kitabında görülebilir.

Öte yandan Merhum İmam’ın eski Sovyetler Birliği lideri Mihail Gorbaçov'a hitaben yazdığı mektubunda, ibn Arabî'nin irfânî kitaplarını, Marksizmin çöküşünden kaynaklanan ideolojik ve kültürel boşluğu doldurabilecek İslâmî bilgi kaynaklarından biri olarak tanıttığını görüyoruz.

Dilerseniz İmam Humeynî’nin Gorbaçov’a yazmış olduğu mektubun bir kısmını nakledelim; bu mektupta âlimleri ve düşünürleri, başta İbn Arabî olmak üzere büyük şahsiyetlerin kitaplarını mütalaa etmeye davet etmiştir.

“Değerli üstatlardan Sadru’l Müteellihin’in “Hikmet-i Mütealiye” adlı ekolüne müracaat etmelerini isteyin. Böylece ilmin hakikatinin maddeden mücerret olan vücut hakikati olduğu anlaşılsın. Her çeşit düşünce maddeden arıdır ve maddenin hükümlerine mahkûm değildir. Artık sizi yormak istemiyorum. Ariflerin kitaplarından özellikle İbn Arabî’nin kitaplarından bahsetmeyeceğim. Eğer bu büyük insanın söylediklerinden haberdar olmak istersen, bu konuda güçlü olan birkaç zeki adamını Kum’a gönder, böylece birkaç senede Allah’a tevekkül ederek kıldan daha ince olan marifetin derin ve latif menzillerini öğrensinler. Bu yolculuk dışında bu marifetler hakkında bilgi edinmek imkânsızdır.”[9]

Elbette bütün bunlar, bu değerli insanların İbn Arabî’nin yazmış olduğu kitaplarda konu ettiği konuların hiçbirisini eleştirmedikleri anlamında değildir. Aksine diğer ilmî ve dinî konular gibi, İbn Arabî’nin de bazı düşünceleri de kabul görmemiştir. Ancak bütün bunlara rağmen onun genel şahsiyeti kabul görmüştür.

İbn Arabî ve İmam Ali (as)

İbn Arabi birçok yerde Hz. Ali'yi büyüklükle anıyor ve onu övüyor. Mesela bir yerde şunu yazmıştır:

"Bu Ali bin Ebu Talib'dir; Nebevî ilim şehrinin kapısı, sırların sahibi ve o şehrin imamı olan zattır.”

Muhyiddin ibn Arabî Ruhû'l-Kuds risalesinde İmam Ali'nin (as) zühd ve takvasıyla ilgili rivayetler anlattıktan sonra, o salih İmam hakkında şöyle yazar:

"Bu yüce makamda Ali'ye benzeyen kimdir ve ona mevki ve söz bakımından eşit olabilecek kim vardır?"

Ayrıca Muhyiddin ibn Arabî, velayet makamı ve o Hazretin vesayetine işaretle Hz. Peygamber’den şöyle nakleder:

“Ali gibi bir yiğit yoktur, çünkü o benim halifem, sizin veliniz ve koruyucunuzdur.”

O aynı zamanda Allah Resulüne en yakın kişinin, âlemin imamı ve enbiyanın sırdaşı Ali bin Ebu Talib (as) olduğuna inanmaktadır.

İbn Arabî ve Ehl-i Beyt (as)

İbn Arabî, pek çok eserinde Ehl-i Beyt'in faziletlerinden söz etmiş, açık ve net bir şekilde velayetin masum ve pak oluşundan, Ehl-i Beyt'in (as) sevgisinden bahsetmiş ve onlara düşmanlığı zararlı ve yıkıcı tahripkâr saymıştır.

“Allah Resulü'nü (sav) sevdiğimiz gibi, onun ailesini de sevmemiz ve onlara düşmanlık ve nefretten kaçınmamız gerektiği farz kılınmıştır.”

Masum İmamların hadislerini nakletmenin yanı sıra, birçok durumda onların velayetini kabul etmiş ve onlara oldukça yüce makamlar atfetmiştir. ibn Arabî kitaplarında masumlarla ilgili hadislerden de bahsetmiştir:

“Ali ibn Ebu Talib (Allah'ın selâmı onun üzerine olsun) şöyle buyurdu: Benim sırlardan haber vermemin kaynağı, Allah'ın bazı kullarına lütufta bulunduğu Kur'an'ı idrak inayeti ve yetisindendir.”

İbn Arabî ve Beklenen Mehdi

İbn Arabî, Hz. Mehdi'den (af) “Zamanın Kutbu” olarak bahseder. ‘ed-Diaû'l Mahtum a’la's-Sırri'l Mektum’ adlı irfânî ve tasavvufî risalesini ve zamanın imamı ve onun ortaya çıkış şekli hakkında ‘Şakkû’l Cib' risalelerini yazmıştır. Öte yandan ‘Fütûhât-ı Mekkiyye’ adlı kitabında da onun zuhurunun ve ashabının suretleri, faziletleri ve olaylar hakkında pek çok şey anlatmıştır.

Tüm bunların yanı sıra, bu kitabın yetmiş üçüncü bölümünde şundan bahsedilmektedir:

“Artık Muhammedî velayetin sonu, haseben ve neseben insanlar içinden en yakını ve Arap olan, bugün dahi hayatta bulunan kişiye aittir. Hicrî Kamerî 595'de (m.1199) Hakk'ın kullarının gözlerinden sakladığı onun kudretini tanıdım (mutlak hükümdarlığın sonunun) işaretini (Fas'ta bir şehir olan) Fes'te müşahede ettim”[5]

- - - - - - - - - -


[1] Haşimiyân, Hadî, “Deryâ-yi İrfân; Şerh-i Hal-i Seyyid Ali Gazî Tabâtabâî”, Kum: Müesese-i Ferhengi Tâhâ, s. 32

[2] Duvvumin Yâdnâme-yi Âllâme Tabâtabâî”, s. 41; Muhammed Tayyâr Merağî - Sâdık Hasanzâde, “Usve-i Arifân”, İntişarât-i Al-i Ali, s. 65

[3] Hüseynî Tehrânî, Muhammed Hüseyin, “Ruh-i Mücerred”, Tercüme ve Neşr-i Dovre-i U’lum ve Mearif-i İslâm, s. 342

[4] Haşimiyân, Hadî, “Deryâ-yi İrfân; Şerh-i Hal-i Seyyid Ali Gazî Tabâtabâî”, Kum: Müesese-i Ferhengi Tâhâ, s. 32

[5]     Mutahharî, Murtaza, “Şerh-i Manzume”, s. 239

[6]     Bediî, Muhammed, “İhyâgeri İrfân: Pejuheş-i der Zendegi ve Mezheb-i Muhyiddin ibn Arabî”, Müesese-yi Ferhengî ve İntişarat-i Pazine

[7]     Cevad Amulî, Âvâ-yi Tevhid, Şerhnâme-yi İmam Humeynî be Gorbaçov, s. 78.

[8]     a.g.e.

[9]     a.g.e, Önsöz


[5] Bediî, Muhammed, Şöhre-i Ârifân, Merkez-i Pejuheşha-yi İslâmî Sedâ û Simâ s. 190