Düşünce | İslamî Araştırmalar

İhtiyarî Ölüm

Mevlânâ "Ölmeden önce ölünüz" ve "İnsan yeniden doğmazsa âlemdeki melekûta aşina olmaz"

 
.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Mevlana ve İhtiyarî Ölüm

Yüce derecelere sahip olan arifler, ihtiyarî ölümü insanın ikinci doğumu ve irfanî eğitimin hedefi kabul etmişlerdir.

İhtiyarî ölüm insanın yaşarken tabiattan ve maddî bağlardan ölmesi ve melekût âleminde doğmasıdır. Nefsanî istekleriyle mücadeleye girişmesi, makamdan, namdan ve utançlardan geçmesi, vesveselerinden kurtulmak için şeytanını esir etmesi, vahşilik derecesindeki şeytanî ve hayvanî huylarını ve hasletlerini yok etmesi gerekir.

O kadar ilerlemelidir ki nefsi öldürüp kendisini azat etmeli, ilâhî ve ruhanî bir hayata, insanî övülmüş hasletlerle doğmalıdır. Bu doğuş, insanın ikinci doğuşudur.

Mevlânâ "Ölmeden önce ölünüz" ve "İnsan yeniden doğmazsa âlemdeki melekûta aşina olmaz" cümlelerine dayanarak ihtiyarî ölümü küçük kıyamet ve insanın kutlu doğumu olarak görmüş, bununla ilgili papağan ve tüccarın hikâyesini anlatmıştır:

Ne mutlu o kişiye! Ölmeden önce ölmüştür

Yani bizzat bu asmalığın kokusunu almıştır

Demek hayatımız sütten kesilmeye bağlı

Yavaş yavaş gayret et; oldu demektir

Delikanlı, ölmeden önce ölmek emniyettir

Mustafa bize böyle buyurmuştur

Dedi: Ölün ölüm gelmeden önce

Ölün sınamalarla ölmeden önce

Papağanın ölümü niyaz demekti

Niyaz, fakr içinde ölmüş say kendini

İsa nefesi böylece diriltsin seni

Kendisi gibi güzel, kutlu etsin seni

Bahar geldi diye kayalar nasıl yeşerir?

Toprak ol, kendinden renk renk gül bitir

Güneş doğudan nasıl doğuverdiyse

Ölmüş papağan da öyle uçuverdi[1]

* * *

Şuhud veya Gönül İlmi

Yüce derecelere ulaşmış ârifler zahirî ve resmî ilimleri kabul, akıl ve düşüncenin değerini ve itibarını itiraf ve bunların eğitimini almaya davet etmekle birlikte keşfî, ledünnî ve huzûrî ilimlerin asaleti üzerinde de durmuşlardır. Bütün teveccühlerini ve özenlerini sermayesi gönül sefası ve ruhun nuraniyeti olan mükaşefeye ve müşahedeye yöneltmişlerdir. İnsan maddî bağlarından ve bağlılıklarından kurtulursa, kalbiyle varlık hakikatlerini görebilir.

Mevlânâ sâlik ârifin, şuhûd makamına ulaştığında hakikatte hak kadehinden içtiğine ve ilâhî ilmin sonsuz kaynağına ulaştığına inanır. Şüphesiz varlığın sırlarını, hatta maarif ve hakikat deryasını keşfeder ki diğerleri bundan nasiplenememiştir. Bu şuhûdî ve ledünnî ilim sona ermediği gibi sürekli çoğalır ve sâlike sürekli yeni maarifler sunar:

Ârifler Hakk’ın kadehinden içmişlerdir

Sırları bilseler de örtmüşlerdir

Kime öğrettilerse bu işin sırrını

Onun ağzını dikip mühürlediler

Nitekim ârif olan da gizli bir yoldan

Yüz cihana gidiyor güzel güzel otururken

Onun böyle gidişleri mümkün olmadıysa

O vilayetten bu haberleri kim getiriyor?

Çünkü mahiyetler, onların sırrının sırrı

Ancak kâmil olanların gözüne görünür

Hakk’ın sırrını, onun zâtını anlamak

Varlık âleminde olan için ne kadar uzak!

Gizli olan şey mahrem olandan gizli değildir

Zatı, vasfı mahrem olana nasıl gizli kalır?

Diğer akıl, Tanrı’nın bağışıdır

Bunun pınarı can içindedir

Bilgi suyu göğsünden kaynadığı zaman

Ne kokuşur ne eskir ne sararır

Kaynayış yolu tıkansa, ne çıkar bundan

O sürekli kaynar durur evin içinden[1]

- - - - - - - -


[1] Mesnevi, 5. Defter, 2241 ve 2242; 6. Defter, 4146 ve 4147; 3. Defter, 3653-3655; 4. Defter, 1965-1967. Beyitler. (Çev. Mehmet Kanar; Mesnevî, Ayrıntı yayınları)


[1] A.g.e., 4. Defter, 1373; 3. Defter, 49; 4. Defter, 2273 ve 2274; 1. Defter, 1919-1921 ve 1836. Beyitler. (Çev. Mehmet Kanar; Mesnevî, Ayrıntı yayınları)