.
.
Ehlader Araştırma Bölümü
Durumumuz işte böyle! Ecnebiler propaganda ve misyonerler vasıtasıyla işi bu noktaya getirdiler, bu esası uydurdular. İslam’ın yargı ve siyasi kanunlarının tamamı uygulama safhasından kaldırılmış, yerine Avrupa usulleri yerleştirilmiş ve böylelikle İslam’ı küçümseyip Müslümanların hayatından uzaklaştırmak ve kendi uşaklarını iş başına geçirip o malum emellerini -İslam ülkelerinin imkânlarını kendi çıkarları için kullanmayı- gerçekleştirmek istemişlerdir.
Sömürünün yıkıcı ve bozucu rolünü anlattık; şimdi buna bir de kendi toplumumuzdaki -yabancılaşmış- unsurların iç etkilerini eklememiz gerekir. Bu da sömürücülerin maddi sahalardaki ilerleme ve kalkınmaları karşısındaki unsurların aşağılık kompleksine kapılarak kendi kimliklerini yitirmeleridir. Sömürücü emperyalist ülkeler bilim ve teknikte ilerleyince veya daha yerinde bir deyişle, Asya ve Afrika milletlerini sömürüp yağmalayarak servet yığıp konforlara kavuşunca bunlar komplekse kapılarak kendilerini kaybettiler. Teknik gelişme ve kalkınmanın yolunun ‘kendi inanç ve kurallarından vazgeçmek’ olduğunu zannettiler! Onlar, meselâ aya ayak basınca, bunlar kendi öz kaide ve kurallarını -artık- bırakmaları gerektiği zehabına kapıldılar. Aya gitmenin İslam kanunlarıyla ne ilgisi var?! Birbirine tamamen zıt kanunları ve sosyal yapılara sahip ülkelerin teknik ve ilmî kalkınma ve uzayı fethetme sahasında yekdiğeriyle yarıştığını ve -farklı yapıları olduğu halde- ilerlediklerini görmüyorlar mı?! Onlar Mars'a da gitseler, Samanyolu'na da ulaşsalar insanî ahlak, fazilet ve ruhi yüceliklerden aciz kalacaklardır, kendi sosyal müşkülatlarının hallinden acizdir onlar. Çünkü onların bedbahtlıkları ve sosyal meselelerinin çözümü için itikadi ve ahlaki çözümler gereklidir; maddi güç kazanmak, servet yığmak, tabiatı ve uzayı fethetmek bu müşkülatı halledemez. Tamamlanıp denge bulabilmesi ve insanoğlunun başına belâ değil, ona fayda verebilmesi için servet, maddi güç ve uzayı fethetmenin İslami iman, inanç ve ahlaka ihtiyacı vardır. Bu inanç, ahlak ve kanunlarsa bizde var. Binaenaleyh birileri bir yerlere gittiler veya bir şeyler icat ettiler diye bizim; insanoğlunun hayatıyla ilgili olup onun dünya ve ahiret hayatını ıslah ve tanzim eden kural ve ilkelerden hemen yüz çevirmemiz doğru değildir.
Sömürücü emparyalistlerin propagandaları için de durum aynıdır. Düşmanlarımız birtakım propagandalarda bulunmuş ve toplumumuzdan bazı bireyler de maalesef etkilenmişlerdir, oysa etkilenmemeleri gerekirdi. Sömürücüler İslam’ı devlet düzeni yokmuş gibi, yönetimle ilgili teşkilatlanmaları yokmuş gibi gösterdiler bize; birtakım hüküm ve kuralları varsayılsa bile, bunların uygulayıcısı yoktur, sadece kanun koyuculuktur diye şartlandırdılar bizi.
Bu propagandaların, Müslümanları politika ve devlet esasından uzak tutmak isteyen sömürücülerin plânlarının bir parçası olduğu apaçık ortadadır. -Yoksa-, bu düşünce bizim temel inançlarımıza aykırıdır.
Biz ‘Velayet’e inanıyoruz ve Hz. Peygamber-i Ekrem Efendimizin -saa- halife tayin etmesi gerektiğine inanmaktayız ki bunu yapmıştır da. Halife tayini sırf hükümlerin beyanı için midir?
Hükümlerin beyanı halifeyi şart kılmaz ki! O Hazretin kendisi ahkâmı bizzat beyan ediyordu zaten! Bütün hükümleri bir kitapta yazabilir ve uygulaması için halka verirdi -olup biterdi- Halife tayin etmesi gerektiğinin mantıkî tarafı, yönetim, idare ve devlet içindir. Biz, kanun ve hükümleri uygulayıp icra etmesi için gerekli görmekteyiz halifeliği -sırf kanunu beyan etmesi için değil- kanunun bir uygulayıcısı olmalıdır. Dünyanın her yerinde böyledir bu. Sırf kanun koymuş olmanın hiçbir faydası yoktur ve insanlığın saadetini sırf kanun koymayla temin edemezsiniz. Kanun koyulduktan sonra bir yaptırım gücü ve bir icraat -yürütme- kuvveti de oluşturulmalıdır. Bir devlet veya bir yasamada yürütme kuvveti de olmazsa eksiklik var demektir.
Bu nedenledir ki İslam kanun koyuculukta -yasama- bulunduğu gibi yürütme kuvvetini de belirlemiştir. İslam’da "Veliyy-i emr" kanunları uygulama -yürütme- vazifesini de üstlenmiştir. Eğer Hz. Resul-i Ekrem -saa- halife tayin etmeseydi risaletini tamamlamış olmayacaktı.İslam hükümlerinin uygulanma zarureti ve yürütme gücünün gerekliliği ve bunun; insanlığın saadetini temin edecek bir adalet düzeninin kurulması ve -böylece- risalet ve peygamberlik gayesinin tahakkuk bulup gerçekleşmesindeki önemidir ki peygamberin kendisinden sonra bir vasi tayin etmesini "risaletin kemal bulup tamamlanması"yla eşdeğer saymıştır.
Hz. Resul-i Ekrem -saa- zamanında kanun sadece iblağ ve beyan edilmiyor bilakis, aynı zamanda uygulanıyordu da! Hz. Resulullah Efendimiz kanunu uygulayan merci ve yürütme gücüydü. Mesela ceza kanunlarını uyguluyordu o; hırsızın elini kesiyor, had vuruyor, recmediyordu. Halife de bu işler içindir. Halife kanun koyucu değildir. Halife, Allah Resulü'nün -saa- getirdiği kanun ve hükümleri icra etmek için vardı. Devletin kurulması, yürütme ve idare sisteminin oluşturulması bu noktada zaruri olmaktadır işte! -İslam- devleti kurulması gerektiğine, -bunun- yürütme organı, yönetim ve idare kurumunun oluşturulması gerektiğine inanmak ‘velayet’in bir parçasıdır; tıpkı bunun gerçekleşmesi için mücadele verip gayret göstermenin, velayete inanmanın bir parçası olması gibi!.,. Buna dikkatinizi çekerim! Onlar size zıt olarak İslam’ı nasıl kötü tanıtıyorsa; siz de buna karşılık İslam’ı olduğu gibi tanıtın; velayeti, olduğu gibi tanıtın.
“Biz velayete inanıyoruz; Hz. Resulullah'ın -saa- halife tayin etmiş olduğuna ve bunun da kendisine Allah Tealâ tarafından emredilmiş bulunduğuna, onun bu yüzden Müslümanların ‘veliyy-i emr’inin belirlediğine inandığımıza göre devlet kurulması gerektiğine de inanmamız gerekir, Allah hükümlerinin uygulanması ve yönetimle ilgili işlerin ele alınıp yoluna konulması için çaba göstermemiz gerekir” deyin.
İslam devletinin kurulması yolunda mücadele vermek velayet inancının bir gereğidir. Siz İslam kanunlarıyla onun sosyal fayda ve etkilerini yazıp yayınlayın, tebliğat ve faaliyet yönteminizi tekmil edin; dikkat edin ve bilin ki sizler bir İslam devleti kurmakla mükellefsiniz. Kendinize güvenin ve bu işin üstesinden gelebileceğinizi bilin.
Sömürücü emperyalistler 300-400 yıl öncesinden başlayarak bugünkü yere geldiler. Biz de sıfırdan başlarız!.. Birkaç batı çarpılmışı garbzedeyle sömürü uşaklarının yardakçılarının yaygaralarından korkmayın. İnsanlara İslam’ı tanıtıp anlatın ki genç nesil, din adamları ve ulamanın Kum ve Necef'te oturup hayz ve nifas hükümlerinden başka şeyler okumadığı, siyasete karışmadığı ve din işleriyle siyasetin birbirinden ayrılması gerektiği gibi -yanlış- bir zanna kapılmasınlar. Dinin siyasetten ayrı olması ve İslam âlimlerinin siyasi ve sosyal işlere karışmaması gerektiği yolundaki -lâik- düşünceyi ortaya atıp yayanlar sömürücü emperyalistlerdir. Dinsizlerin sözüdür, onların fikridir bu.
Hz. Peygamber-i Ekrem -saa- döneminde dinle siyaset ayrı mıydı ki?! O dönemde Müslümanların bir kısmı politikacı ve yönetici, bir kısmı da din adamı mıydı yani?! Hak veya haksız yere halife olanlar döneminde, Hz. Emir'in -as- halifeliği sırasında dinle siyaset birbirinden ayrı mıydı? İki ayrı kurum muydu bunlar? Sömürücülerle onların siyasi uşaklığını yapanlar uydurdular bunları; böylece dinin dünya işlerine egemen olup Müslümanların toplum yapısını tanzim ve düzenlemekten uzaklaştırılmasını istediler; böylelikle İslam âlimlerini halktan ve hürriyet ve bağımsızlık yolunda mücadele verenlerden koparmış olacaklardı. Çünkü -ancak- bu durumda halka egemen olup servetlerimizi yağmalayabilmeleri mümkündür, onların maksatları budur işte!
Eğer biz Müslümanlar namaz, dua ve zikirden başka şeyle meşgul olmazsak sömürücü emperyalistlerle onların işbirlikçisi olan zalim devletler bize hiç karışmazlar. Gidin istediğiniz kadar ezan okuyup namaz kılın; onlar da gelip nemiz var nemiz yoksa hepsini alıp götürsünler, siz de onları Allah'a havale edin -öyle mi?!- Lahavle!... Velâkuvveteillabillahi! ! ! -Bu halimizle- bir de, öldüğümüz zaman sevap kazanmayı umacağız Allah'tan, öyle mi?! Mantığımız bu olursa eğer, onlar -elbette ki- bize hiç mi hiç karışmazlar tabi. O herif (Irak'ın işgali sırasında bir İngiliz subayı) “minarede ezan okuyan bu adamın İngiltere'nin politikasına bir zararı var mı?" diye sorduğunda “hayır” diyor; bunun üzerine “o halde bırakın istediği kadar okusun” diyor...
Siz sömürücülerin siyasetlerine karışmaz ve İslam’ı, sırf hep konuşup durduğumuz bu ahkâmdan ibaret bilip asla bundan şaşmazsanız onların sizinle işleri olmaz. Siz istediğiniz kadar namaz kılın, sizin petrolünüzü istiyor onlar, namazınızla ne işleri var? Bizim madenlerimizi istiyor onlar; ülkemizin onların malları için bir tüketim pazarı olmasını istiyorlar. Zaten bu yüzdendir ki onların kuklası olan baştaki devletler bizim sanayi ülkesi olmamızı engellemekte veya dışarıya bağımlı ve montaj sanayi kurmaktadırlar. Bizim adam olmamamızı istiyorlar! "Adam"dan korkuyorlar! Adam olmuş biri çıkacak olsa korkuyorlar ondan. Çünkü kendisine benzerler üretecektir; sömürü, diktatörlük ve kukla rejim gibi şeyleri temelinden söküp atan etkiler bırakacaktır. Bu nedenledir ki ne zaman ortaya bir ‘adam’ çıktıysa ya öldürdüler, ya hapsettiler, ya sürdüler veya lekelediler, ‘siyâsidir!" diyerek! ‘O molla siyasî biridir’ dediler... -Hâlbuki- Hz. Peygamber-i Ekrem de -saa-siyasiydi. Bu kötü propagandayı sömürünün güdümlü siyasî uşakları yapıyorlar ki sizi siyaset sahnesinden dışlayıp uzak tutsunlar, sosyal meselelere müdahale etmenizi engellemiş olsunlar; hain hükümetlerle, anti-milli ve anti-İslami siyasetlerle savaşmanızı önlesinler... Böylece kendileri diledikleri her şeyi yapabilsinler, her haltı işleyebilsinler ve karşılarına dikilecek hiç kimse kalmasın!...
Ruhullah Musavî el-Humeyni
* SON *
İslam Devleti I. Bölümü okumak için aşağıdaki linki kullanabilirsiniz