.
.
Bismillâhirrahmânirrahîm
Muhammed Meysem Korkmaz
Yaşadığımız zaman, coğrafyamız ve değişen dünya sistemleri içerisinde İslam’ın ve hatta Müslümanların konumunu tartışmamak olmaz: Peki, Neredeyiz?
Nasıl anlamalıyız ülkelerin siyasetini ve ne yapmalıyız? Belki de en önemli nokta, ne yapacağımız hususundadır. Hiç unutmam, yıllar önce bir habere denk gelmiştim: Katolik ve Ortodoks dünyası barışmış, birbirlerinin azizlerini tanımış/aziz ilan etmiş ve mezhebi hareketten öte “İsa Mesih’te” birleşmişlerdi. Tüm inançsal farklılıklarına rağmen birlikte yürüme kararı almışlardı. Peki, İslam?
Geçmişin üzerine kalem çekerek, bugününe ve yarınına bakacağımız İslam’dan bahsediyorum.
İslam dini temelde iki anayola ayrılmıştır: Ehl-i Sünnet ve Ehl-i Beyt. Her iki yolun içerisinde de birçok farklı görüş (tali yol) vardır: Hanefi, Maliki, Zeydi, İsmaili gibi. Ancak bu farklı yollar bir anayola bağlanır ve bu iki anayol da tek bir hedefe. Bu temel hedef, asıl amaç elbette ki Hz. Muhammed’in (saa) bıraktığı yol, Allah’a kulluk ve O’na ulaşmadır. Peki, hedefi aynı olan bu onlarca yolun arasındaki savaş/çekişme niye?
Eğer geçmişte yaşamış alimlerin fetvalarını-sözlerini delil olarak getireceksek Şafiler, Hanefileri sapkın olarak tanımlamadı mı? Selefi zihniyet tüm tarikatları küfür saymadı mı? Bu ve bunun gibi görüşler, kendi dönemleri içerisinde birçok olaya-ölüme sahne olmadı mı? Peki, bu olayları bugüne taşımak, tekrar yorumlamak ne kadar sağlıklı?
Bugün mezhepçilik algısı bitmek zorundadır! Akan kanın durması, İslam’ın sıhhati, gençlerin kurtuluşu birlikte, beraber adım atmakta saklıdır. Bugün, mezhepçilik iddiasında bulunanlar taşralılık zihniyetinden öteye geçebilir mi? İslam’ın kitabı Kur’an, defaten ümmete birlik olmayı, birlikte hareket etmeyi emretmemiş midir? Hatta bizi uyarmaz mı, Hristiyanlar ve Yahudiler gibi parça parça olmayın diye. Bu uyarıyı alan bizler paramparça iken, uyarıya örnek olanlar birleşmedi mi? Birlikte hareket etmemek sadece kayıp, yenilgi, dağılmışlık ve bitmişlik getirir, bunu görenler el ele yürümeye başladılar, peki, Müslümanlar?
Herkesin diline persenk ettiği “Şiiler Sünnileri öldürüyor” jargonunun çıkmazda debelendiği görülmüyor mu? İsrail gibi bir Siyonist, ateşli kafir, insan olamayan mahluk bir gasp rejimi-devleti, her gün bebek, çocuk, kadın ayırt etmeden öldürürken, diri diri yakarken, insani her türlü yardımı kesmişken ve üstelik Filistin Şafii mezhebine tabii iken, hâlâ bu yalanlarla oyalanmak ve asıl savaşı görmemek, büyük bir körlük ve bilinçsizlik hâli değil midir? En önemlisi de Özgür Filistin uğruna şehit düşen büyük Şii komutan ve askerlere hakaret değil midir? Eğer dediğiniz gibiyse ve Şiiler Sünnileri öldürüyor ise neden Gazze’ye sahip çıkıyor ve neden Özgür Filistin davasını tutuyor? Netenyahu gibi aşağılık birisi neden her fırsatta tek düşman, şer odağı, yılanın başı gibi tabirler ile İran’ı hedefine koyuyor ve İran ile savaştığını beyan ediyor?
Asırlar boyu çeşitli sebeplerle birbirlerine karşı savaşmış ve serencamında Katolik baskısından ve zulmünden kurtulmak için Osmanlı himayesini kabul etmiş Ortodokslar dahi birlik olmanın önemini kavramış ve beraber yürüme adımı atmışlarken, aynı Allah’a, aynı peygambere iman etmiş kişiler neden aynı yolda yürüyemiyor? Yürümeyi de geçtim, birbirlerinin yoluna taş koymaya çalışıyorlar? İftira ve yalana başvuruyorlar. Gerçekten de bu kadar imkânsız mı vahdet içerisinde olmak, anlamıyorum. Belki de Ortadoğu’nun kaderi de budur. Belki de Ortadoğulu olmak bunu gerektiriyordur. Sonuçta Katolik dünyasının lideri de Ortodoks dünyasının liderleri de (millî-mezhep algısı) artık Ortadoğulu değiller. Belki de birleşmelerine sebep, bu gizdedir. Ya da Kur’an birliği emrettiği için herkesin zihninde bir yük, imtihandır.
Şu anda herkesin okuması elbette ki Suriye olayları. Olaylar ilk çıktığı günden bugüne kadar birçok şey gerçekleşti: toplu katliamlar, açlık, zulüm, sürgün… Hiç şüphesiz ki herkesin tuttuğu bir taraf vardı ve Suriye’de herkes kaybetti, herkesin yanlışı vardı (İran, IŞİD, Rusya, ABD vb.). Ancak nihayetinde taraflardan birisinin kesin zaferi ile sonuçlandı savaş. Şam alındı ve BAAS Rejimi düştü. Bu taraftarlık ayrılıkları da beraberinde getirmişti ancak Suriye defteri kapandı şimdi önümüzdeki dosya Filistin. Peki, bu ümmeti Filistin davası da mı birleştiremedi? Hem de düşman bu sefer Müslüman da değil, Kur’an’ın “Size düşman olarak yeter” (Mâide/82) dediği Yahudilerden bahsediyoruz.
Evet yazıyoruz, karalıyoruz, düşüncelerimizi aktarıyoruz ancak biliyoruz ki bu ayrılık ve ikilik mezhepçilikten çok öte, birleşmek bir hayal, İslam dünyası fikri sadece bir avutma. Seyyid Hasan Nasrallah’ın şehadetindeki sessizlik perdesini Yahya Sinvar’ın şehadeti yırttı. Müslümanların sessizliğinin de bağırmasının da basit bir tarafgirlik olduğuna şahit olduk bizde.
Unutulmamalı ki İslam, adalet dinidir. Herkesin hatırlaması gereken şeyler var. Mesela, İmam Humeyni değil miydi Kudüs Davası’nı İslam’a kazandıran? Seyyid Nasrallah değil miydi İsrail’i bozguna uğratıp, sembol bir kahramana dönüşen? Amerika’ya “Büyük Şeytan” unvanını verip, bizlere kazandıran kimdi?
Unutmayın: İslam bir davadır ve her Müslüman bir dava adamı! Bu din, yaşlı bir kadın, bir çocuk ve bir adamın omuzlarından yükselmiş ve bizleri aydınlatmaktadır. Bu din bizlere şeref ve izzet vermektedir. Allah’ın verdiği bu izzeti kenara itmeyelim! Unutmayalım ki, Allah’ın bize ihtiyacı yok, bizim O’na ihtiyacımız var ve biz birbirimizi ötekileştirmeye devam edersek, birlik olmazsak kaybeden sadece biz olacağız, İslam olacak. Eğer vahdet bir ütopya ise ve umudumuz kırılmaya devam edecekse, o zaman yerlerimizde oturalım ve bekleyelim: Ebabil kuşlarının gelip başımıza taş yağdırmasını…