.
.
Ehlader Araştırma Bölümü
Siyon kelimesi Yahudi kutsal kitabında Kudüs şehrini tanımlamak için kullanılmaktadır. Siyonizm, bu kelimeden türemiş ve Kutsal metinlerde İbraniler, İsrailoğulları, Museviler ya da Yahudiler olarak isimlendirilen halkın kültürel ve dini mirasını siyasallaştıran bir ideoloji olarak ortaya çıkmıştır. M.S 70 yılında Babil’liler tarafından yıkılan Kutsal Mabet’ten itibaren Filistin’e dönme arzusu taşıyan Yahudileri bir araya getirip organize etmeyi amaçlamaktadır.
Siyonizm, Filistin’de “Yahudi yurdu” kurmayı amaçlayan bir harekettir/ideolojidir. XIX. yüzyılın sonlarında özellikle doğu Avrupa Yahudileri arasında ortaya çıkmış ve dünya Yahudileri arasında yayılmıştır. Siyonizm hareketinin Yahudiler arasında genişlemesinde birçok etken rol oynamış ve kitleleri Filistin’e yönlendirme noktasında başarı sağlamıştır. Kitleleri hareket ettirirken büyük bir tarihi geçmişten, dini metinlerden ve Yahudilere uygulanan pogrom’lardan yararlanılmıştır.
Siyonizm, Avrupa’daki Yahudilerin sosyal, siyasal ve ekonomik konumlarının tartışıldığı süreçte ortaya çıktı. Ayrıca 19. yüzyılın ikinci yarısında yaklaşık üç milyon Yahudi’yi barındıran Çarlık Rusya’sı ve Doğu Avrupa’da meydana gelen Anti-Semitizm (Yahudi düşmanlığı ) bu düşüncenin doğmasında etkili oldu. Bu dönemde ortaya çıkan Siyonseverler isimli yapılanma Yahudilerin, Filistin’e göçünü organize etmeye başladı. Yahudilerin sistemli bir şekilde göç etmesine Aliyah denilmektedir. Adı geçen dönemde göçler özellikle ABD’ye yöneldi. Fakat Siyon severlerin Filistin’e göçler düzenlemesi Siyonizm ideolojisinin temellerinin atılmasında çok önemli rol oynadı.[1]
Göçlerin yanı sıra XIX. yüzyılda Yahudilerin içerisinde bulunduğu zor şartları tartışan ve yayınladıkları eserlerle soruna yeni bakış açıları kazandıran kişiler bulunmaktaydı. Bunların başında Siyonizm kelimesini ilk defa kullanarak literatüre kazandıran Nathan Birnbaum gelmektedir. Mordecai Manuel Noah ise Amerika’da görüşlerini yayınlarıyla paylaşmaktaydı. Noah, Avrupa ülkelerinde ya da başka özgür, güçlü bir ülkede Yahudiler için bir yer kurulmasını istemekteydi.[2]
İlk Siyonistlerden olan Moses Montefiore ise İngiltere Yahudileri arasında yazdıklarıyla ön plana çıktı. Filistin’de, Yahudi yerleşimleri için ekonomik yardım noktasında aktif oldu. Kendi adına bir sinagog da açtı. Yahudilerin yurt arayışına destek bulmak için İngiltere kraliyeti nezdinde birçok görüşmelerde bulundu. Ön/ilk Siyonistlerin yanı sıra 1850’li yıllara kadar dünya çapında birçok devlet yöneticisi ve yazar, konuyla ilgili destekleyici açıklamalar yaptılar. George Eliot, Walter Scott, Benjamin Disraeli, Edward Ashleyve, Laurence Oliphant bunlardan sadece birkaçıydı. Bu kişiler Yahudilerin güvenli bir yerde yaşamayı hak ettiklerini düşünmekte ve yurt arayışlarına destek vermekteydiler.[3]
Yahudileri, dinleri yerine milli kimlikleriyle değerlendirilmesi gerektiğini savunan Moses Hess, Siyonizm’in kültürel, siyasal alanına en büyük katkılardan birisini yaptı. Avrupa’da yaşanan Aydınlanma dönemiyle birlikte milliyetçiliğin etkin olacağını ön gören Hess, devletleri olmayan ulusların gelecekte farklı bir konumda olacağını da değerlendirmekteydi.[4]
Leo Pinsker ise 1881’de Çarlık Rusya’sında meydana gelen pogrom’ların ardından kaleme aldığı eseriyle erken dönem Siyonist ideolojiye katkı sundu. Ona göre, Avrupa’da yaşayan zengin Yahudiler, zor şartlarda ölüm kalım savaşı veren Yahudilere maddi yardım yapmalı ve onlara bir yurt satın almalıydılar. Ulus olarak kendilerine ait bir devlet olmadığı için sürekli Yahudi düşmanlığına maruz kaldıklarını ifade etmekteydi. Pinsker, ulusal yurtları için en uygun bölgenin Filistin olduğunu savunmaktaydı.[5]
Yahudi milliyetçiliğini kurumsallaştıran lider Theodor Herzl oldu. Gerçi Herzl öncesinde dünya Yahudileri yapılan çalışmalar neticesinde milli bir kimliğe sahip olduklarına inanmaya başlamışlardı. Fikri zemini hazır olan Siyonizm’in artık siyasallaşarak Yahudileri vaat edilmiş topraklara götürmesi gerekmekteydi. Budapeşte’de doğan Herzl, üniversite yıllarını Viyana’da hukuk okuyarak geçirmişti. 1890’lı yıllarda Paris’e yerleşerek gazetecilikle meşgul oldu. Gazeteci olması hasebiyle Yahudilerin maruz bırakıldığı olayları takip etmekteydi. 1891 yılında Yüzbaşı Alfred Dreyfus davasını haber sütunlarına taşıdı. Bir Yahudi yüzbaşısının ajanlık suçlamasıyla yargılandığı davayı izledi. Basın kuruluşlarının çoğu yüzbaşıyı Yahudi olduğu için mahkûm etmekteydi. Herzl’e göre bunun arka planında uzun zamandır Avrupa, Rusya ve Doğu Avrupa’da devam eden Antisemitizm vardı.[6]
Herzl, Fransa’da meydana gelen Dreyfus olayından etkilenerek kendi manifestosu diye adlandırabileceğimiz Yahudilerin Devleti isimli eserini yayınladı. Ona göre azınlık olarak gettolarda yaşamaya maruz bırakılan Yahudiler, yaşadıkları ülkelerde huzur bulamayacaklardı. Bunun için Yahudilerin kendi milli kimliklerini, dillerini, tarihlerini yaşatacak bir devlet kurmaları elzemdi. Bu sayede Yahudiler, Avrupa’dan göç edecek ve diğer devletler gibi eşit şartlarda uluslararası platformlarda yer alacaklardı. Herzl’e göre Kutsal kitaba dayanarak Vaat edilmiş toprak kavramsallaştırılması yapılmalı ve topluluklar ikna edilmeliydi. Antisemitizmin yoğun olarak yaşandığı devletlerde Yahudileri ülkelerinden uzaklaştırmak için bu süreci destekleyeceklerdi.[7]
Herzl’in bu kavramsallaştırmasına Yahudiler arasından tepkiler hatta karşı çıkışlar gelse dahi genelde kabul gördü. Özellikle dini çevreler, siyasi Siyonizmin Tanrı’nın bir lütfu olarak değerlendirdi. Mesih’in gelerek özlenen Yahudi devletini kuracağı inancı siyasi Siyonizme geniş kitleleri etkileme fırsatı verdi. Herzl’in ilahi bir planın parçası olarak algılanması ona olan inancı artırmaktaydı.[8]
Yahudilerin Avrupa dışında göç edeceği bir yurt arayışına başlaması kurumsallaşmayı da beraberinde getirdi. Herzl önderliğinde 29 Ağustos 1897'de İsviçre Basel'de ilk Siyonist kongresi toplandı. Kongreye farklı ülkelerden gelen 400’ün üzerinde delege katıldı. Basel kongresi siyasi Siyonizm’in kurucu metninin de yazıldığı bir kongre oldu. Alınan kararlara bakıldığında milli bir devletin meydana getirilmek istendiği rahatça anlaşılmaktaydı. Basel Kongresinde alınan kararlar ile Filistin'de bir yurt edinilmesine çalışılması kararı alınmış ve Filistin’de bir Yahudi devleti kurma düşüncesi düzenli siyasi bir program haline dönüşmüştü.[9]
Kongrenin toplandığı yıllarda Filistin’in bir Osmanlı toprağı olması, Dünya Siyonist Örgütü lideri Theodor Herzl’in Osmanlı yetkilileriyle temasa geçmesini zorunlu kılmaktaydı. Herzl’in amacı, Osmanlı Devleti’nden Yahudilerin Filistin'e göç edebilmesine ve bölgeye yerleşmelerine izin alabilmekti. Bu amaç doğrultusunda Herzl, 1896-1902 yılları arasında beş defa İstanbul’a gelerek II. Abdülhamit ile görüşmek için çabaladı.[10] Herzl, yerleşim izinlerine karşılık Sultan’a Osmanlı dış borçlarını ödemeyi teklif etmiştir. Fakat II. Abdülhamit bu teklifini 5 Şubat 1902’de ki görüşmelerinde kabul etmemiştir.
Yahudi ulusal evine nasıl gidileceğine dair sorular tartışılırken I. Dünya Savaşı’nın başlaması bir fırsat olarak değerlendirildi. Kongrelerde alınan kararların en önemlileri arasında yer alan büyük bir devletin desteğinin sağlanması ilkesi savaş yıllarında hayata geçirilmeliydi. Doğru tarafta saf tutulduğu takdirde Filistin’de bir Yahudi Devleti’nin kurulması kaçınılmaz olabilirdi. Hedefler etrafında planlar yapılırken beklenmedik bir şekilde Herzl öldü.
Siyonistlerin liderliğine 1905 yılında Manchester Üniversitesi Kimya Fakültesi öğretim üyesi Chaim Weizmann geçti. Weizmann, patlayıcı yapımında kullanılan asetonu geliştiren bir kimyager olarak. I. Dünya Savaşı sırasında İngiltere’nin savaşta kullanacağı patlayıcı ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir konumdaydı. Bu özelliği sayesinde Weizmann, Lordlar Kamarası’nda görev yapan İngiliz devlet adamlarıyla ilişkilerini rahatça geliştirdi. David Lloyd George, Herbert Samuel ve Arthur James Balfour İngiliz dostlarından sadece bir kaçıydı.[11]
Weizmann, İngiliz yönetimi nezdinde Siyonizmin hedeflerini sürekli gündemde tuttu. İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Balfour 2 Kasım 1917’de, İngiltere’de bulunan Siyonistlerin ileri gelenlerinden Lord Rotschild’e “Filistin’de Yahudi halkı için bir ulusal yurt” kurulması için İngiliz sempatisini içeren bir mektup yolladı.[12]
Balfour Deklarasyonuyla İngiltere, Yahudilere desteğini açıkça belli etti. Balfour Deklarasyonu İngiliz mandasının oluşturulma sürecinde önemli bir dönüm noktası oldu. 1917 yılı aralık ayında İngiliz General Allenby’nin Kudüs’ü işgal etmesiyle Filistin’de İngiliz askeri yönetimi başladı. 16-25 Nisan 1920’de toplanan San Remo Konferansı’nda Filistin, İngiltere’nin mandasına bırakıldı. Filistin’de 1917 işgalinden beri süren İngiliz askeri yönetimi yerini sivil manda yönetimine bıraktı. 1922 yılında sivil manda yönetiminin Milletler Cemiyeti tarafından onaylanması İngiltere ve Yahudi milliyetçileri için Filistin’de uluslararası bir sistem kurulduğunun belgesi oldu.