Kur'an | Ehlibeyt

Allah’tan Hayır İstemiyle İlgili Dua

.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Ebru Erdem

وَ کانَ، مِنْ دُعَائِهِ علیه‌السلام فِی الِاسْتِخَارَةِ

Duasının her biri birer inci tanesi olan imamın sözlerini beraber açıklamaya çalışacağız inşallah. Bizim dördüncü İmamımızın, yani;  İbadet edenlerin efendisi, zahitlerin önderi, çok secde eden, arınmış ve gönülden kulluk edenlerin ışık kaynağının dilinden dökülen bu hikmetli sözlerinin her birinde, elbette ki bizler için ayrı ayrı dersler ve öğütler bulunmaktadır. Ancak bu nakıs bilgimle bunu açıklamaya çalışırken sizlerin affınız sığınıyor ve Allah-u Teâla’dan yardım diliyorum. Kalbimden ve zihnimden ‘’O’’nun rızası doğrultusunda olmayan cümleleri geçirtip, kalemime getirmesi dileğiyle…

* * *

اللَّهُمَّ إِنِی أَسْتَخِیرُک بِعِلْمِک، فَصَلِّ عَلَی مُحَمَّدٍ وَ آلِهِ، وَ اقْضِ لِی بِالْخِیرَةِ

‘’Allah’ım, bildiğin için, senden hayrı istiyorum. O halde, Muhammed ve âline salat eyle’’

İmamın cevher dolu duasının bu cümlelerinden;  Allah’tan, hayır, iyilik ve her şeyin en üstününü bizim için seçmesini istemeyi ve bunu dilerken Yüce Peygamberimiz (s.a.a) ve O’nun pak Ehlibeytine (a.s) salavat okumanın önemini öğreniyoruz. Rabbimizden istekte bulunurken O’nun güzel isimleri ve sıfatlarıyla duada bulunmamıza işaret ve tembih ediyor imamımız bizlere. İmam Seccad (a.s) burada hayrı isterken çok önemli bir konuya da değinerek ‘’bildiğin için’’ cümlesini kullanıyor. Allah bilendir (âlimdir) onun için ondan istiyoruz buyurmaktadır. Allah’ın İlmi ezeli ve ebedi olup bütün kâinatı ve her şeyi kuşatmıştır. Hiçbir şey onun ilminin dışında kalamaz.  Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır:

بِكُلِّ شَیْءٍ عَلٖيمًاوَكَانَ اللّٰهُ 

“Allah her şeyi hakkıyla bilendir.”[1] O herkes için, her şeyin en iyisini ve hayırlısını bilendir. Dolayısıyla bizi hayra ulaştıracak ancak ‘O’ dur.

İmam (a.s) cümlesinin devamında salavatın önemini gözler önüne sermektedir. Salavat ilahi hediyelerin en büyüğü, insanların umudu, kısa ama mana dolu bir zikir, namazın ve duanın kabul şartıdır. Kur’an-ı Kerim’de Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

اِنَّاللّٰهَ وَمَلٰئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِىِّ يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُواصَلُّواعَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلٖيمًا

“Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber'e salât ediyorlar.  Ey iman edenler! Siz de ona salât ve selâm edin.”[2]

İmam Muhammed Bakır (a.s) şöyle buyurmaktadır:

أثقَلُ ما یوضَعُ فی المیزانِ یومَ القیامةِ، الصَّلاةُ علی مُحمَّدٍ وَ(علی) أهلِ بِیتِه.

“Kıyamet günü Mizan’a (amel terazisine) konulacak en ağır ve değerli amel, Muhammed (s.a.a) ve Ehlibeyti’ne salat etmektir!”

وَ أَلْهِمْنَا مَعْرِفَةَ الِاخْتِیارِ، وَ اجْعَلْ ذَلِک ذَرِیعَةً إِلَی الرِّضَا بِمَا قَضَیتَ لَنَا وَ التَّسْلِیمِ لِمَا حَکمْتَ فَأَزِحْ عَنَّا رَیبَ الِارْتِیابِ، وَ أَیدْنَا بِیقِینِ الْمُخْلِصِینَ

"ve benim için hayrı mukadder et; iyiyi seçebilme bilgisini bana ver; bunu, bizim için mukadder ettiğin şeye hoşnutluk ve hakkımızda hükmettiğin şeye teslimiyet vesilesi kıl. Kuşkulanma kaygısını bizden uzaklaştır; ihlaslı kullarının yakiniyle bizi destekle."

Bu duanın eşsiz cümlelerinin bu kısmında ise; hayrı tanımanın, insanın Allah’ın mukadder ettiği şeylere razı olmasına neden olan ve bu yetiye ulaşmak için de ihlaslı kulları rehber edinmemizi öğreniyoruz. Öncelikle hayır nedir? Biz bu hayra nasıl ulaşabiliriz? Gelin bu sorunun cevabını Kur’an ayetlerinden araştırıp verelim.

Fatır sûresinin 31. ayetinde şöyle buyurmaktadır Rabbimiz:

وَالَّذٖى اَوْحَيْنَا اِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ هُوَ الْحَقُّ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِاِنَّ اللّٰهَبِعِبَادِهٖ لَخَبٖيرٌ بَصٖيرٌ

“(Ey Muhammed!) Sana vahyettiğimiz kitap (Kur'an), kendinden öncekini tasdik eden hak kitaptır. Şüphesiz Allah (kullarından) hakkıyla haberdardır. Onları hakkıyla görür.”

Daha sonra 32. ayette ise şöyle devam etmektedir:

ثُمَّ اَوْرَثْنَا الْكِتَابَ الَّذٖينَ اصْطَفَيْنَا مِنْ عِبَادِنَا فَمِنْهُمْ ظَالِمٌ لِنَفْسِهٖ وَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌ وَمِنْهُمْ سَابِقٌ بِالْخَيْرَاتِبِاِذْنِ اللّٰهِذٰلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الْكَبٖيرُ

“Sonra kitabı, kullarımızdan seçtiklerimize miras bıraktık; derken o kullardan nefsine zulmeden var ve onlardan orta halli olanlar var ve onlardan, bütün hayırlarda herkesten ileri giden-önde koşanlar var Allah’ın izniyle; işte bu, pek büyük bir (İlahi) lütuftur.”

        

Görüldüğü üzere bu ayette seçilmiş kimselerden söz edilmektedir. Zikri geçen seçilmiş kullar kimlerdir acaba? Bunun cevabını da yine Allah’ın kelamından araştırıp verelim.

Âl-i İmran süresinin 33 ve 34. Ayetlerinde Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰى اٰدَمَ وَنُوحًا وَاٰلَ اِبْرٰهٖيمَ وَاٰلَ عِمْرٰنَ عَلَى الْعَالَمٖينَ
 

ذُرِّيَّةً بَعْضُهَا مِنْ بَعْضٍ وَاللّٰهُ سَمٖيعٌ عَلٖيمٌ

“Şüphe yok ki Allah, Âdem'i, Nuh'u, İbrahim soyunu ve İmran soyunu seçti, âlemlere üstün etti.  Onlar birbirinden gelmiş birer nesildir. Allah her şeyi hakkıyla işiten, her şeyi hakkıyla bilendir.”

Ayet-i Kerime’den de anlaşıldığı üzere bu ümmete kadar devam eden seçilmiş nesil, Hz. İbrahim’in (a.s) soyudur. Bu ise Resulullah ve onun pak Ehlibeyti’nde kendini aşikâr etmektedir. Demek ki Kur’an’ın gerçek mirasçıları, yani Kur’an’ı hakkıyla ve eksiksiz bir şekilde anlayan ve yaşayan Ehlibeyttir. Allah bizleri Onların şefaatinden nasipsiz etmesin inşallah.

Fatır suresinin 32. Ayetinin devamında ise kulları üçe ayırdığını görmekteyiz: Nefsine zulmedenler, orta halli olanlar ve bütün hayırlarda Allah’ın izniyle herkesten önde olanlar. Evet, şimdi burada kendimize bir soralım: Kur’an’ın hakiki ve kâmil mirasçıları sizce bu üçüncü gruptan başkası olabilir mi acaba? Kesinlikle düşünülemez ve olamaz değerli kardeşlerim. Yani anlaşıldığı üzere burada alacağımız netice: Bu ümmette seçilmiş nesil ve doğal olarak Kitabullah’ın gerçek mirasçıları ve bütün hayırlarda önde olanlar Resulullah (s.a.a) ve Onun pak Ehl-i Beyti’dir.

Varlık aleminin var olma sebebi Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmaktadır:

من من الله عليه بمعرفة أهل بيتي وولايتهم فقد جمع الله له الخير كله

“Allah bir kimseye, Ehlibeytim’i tanımayı ve onların velayetini kabul etmeyi lütfederse,  bütün hayırları onun için bir araya toplamıştır demektir!”

وَ لَا تَسُمْنَا عَجْزَ الْمَعْرِفَةِ عَمَّا تَخَیرْتَ فَنَغْمِطَ قَدْرَک، وَ نَکرَهَ مَوْضِعَ رِضَاک، وَ نَجْنَحَ إِلَی

الَّتِی هِی أَبْعَدُ مِنْ حُسْنِ الْعَاقِبَةِ، وَ أَقْرَبُ إِلَی ضِدِّ الْعَافِیةِ

‘’Senin seçtiğini anlayamama aczine düşürme bizi. Yoksa takdirini küçümser; hoşnutluğunun bulunduğu şeylerden hoşlanmaz; güzel sonucu olmayanı, selamete aykırı olanı seçeriz.’’

Abidlerin ziyneti bu cümlelerinden ise; bilip ve amel etmemiz için Allah’tan güzel ve doğru olan şeyleri istemeyi öğretmektedir. Bunu ise bizler ancak ve ancak Ehlibeyt’in önderlik ve kılavuzluğunda yapabiliriz.

Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır:

ألا إن العلم الذي هبط به آدم وجميع ما فضلت به النبيون إلى خاتم النبيين في عترة خاتم

النبيين والمرسلين محمد (صلى الله عليه وآله(، فأين يتاه بكم وأين تذهبون

“Şunu iyice bilin ki Adem’in kendisiyle birlikte indirdiği ilim ve Hâtemü’l-Enbiyâ’ya kadar bütün peygamberlerin üstün kılındığı ilim ve faziletlerin hepsi peygamberlerin ve elçilerimin Hâtemi Hz. Muhammmed’in (Allah ona ve Ehlibeyti’ne salat etsin) Ehl-i Beyti’ne ulaşmıştır.”

Ve diğer bir hadiste ise değerli kardeşlerim, İmam Cafer Sâdık (a.s) şöyle buyurmaktadır:

حديثي حديث أبي، وحديث أبي حديث جدي، وحديث جدي حديث الحسين، وحديث الحسين

 حديث الحسن، وحديث الحسن حديث أمير المؤمنين (عليهم السلام)، وحديث أمير المؤمنين

                    حديث رسول الله (صلى الله عليه وآله)، وحديث رسول الله قول الله عز وجل

“Benim hadisim, babamın hadisidir; babamın hadisi, dedemin hadisidir; dedemin hadisi, Hz. Hüseyin’in hadisidir; Hz. Hüseyin’in hadisi, Hz. Hasan’ın hadisidir; Hz. Hasan’ın hadisi, Emirü’l-Mu’minin’in hadisidir (Allah’ın selamı hepsinin üzerine olsun); Emirü’l Mu’minin’in hadisi Resulullah’ın hadisidir (Allah ona ve Ehlibeyti’ne salat etsin); Resulullah’ın (s.a.a) hadisi ise Allah Azze ve Celle’nin sözüdür.’’

Yani anlaşıldığı üzere bizlerin hayra ve iyiliğe ulaşabilmemiz ve doğruyu seçebilmemiz için İlahi rehberiyete ve önderliğe ihtiyacımız vardır, onlarsız asla ulaşamayız hayra.

حَبِّبْ إِلَینَا مَا نَکرَهُ مِنْ قَضَائِک، وَ سَهِّلْ عَلَینَا مَا نَسْتَصْعِبُ مِنْ حُکمِک

‘’Hoşlanmadığımız yargını sevdir bize; güç bulduğumuz hükmünü kolaylaştır bize’’

İmam (a.s) bu nur misali cümlelerinde ise, kaza ve kadere teslimiyetin, insanlara nefis tezkiyesinde gerekliliğini öğretmektedir. Yaşantımızı bazen o kadar çekilmez hale getiririz ki kendi ellerimizle, bir işin kendi istediğimiz şekilde sonuçlanması için kendimizi helak ederiz. Hâlbuki bu iş belki de istediğimiz şekilde sonuçlansa bizim zararımıza olacaktır, biz bunu bilemeyiz. Yani bir kısım işler bizim kendi elimizde olup kendi istek ve irademizle yaptığımız şeylerdir. Diğer bir kısım işler ise, bizim irademizin dışındadır ve de bunlara karşı boyun eğmek zorundayız. Onlara karşı koyma imkânına da sahip değiliz. Allah kullarına öz annelerinden dahi daha şefkatlidir ve kulunun her zaman iyiliğini istemektedir. Nefsimize ağır gelen şeyler bizim hakkımızda hayırlı olan ve nefsimize güzel gözüken şeyler bizim zararımıza olabilir.

Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor:

“İnsan, kendi nefsinin sorumluluğunu üzerine almalı, devamlı kalbini gözetmeli ve dilini korumalıdır.”

وَ أَلْهِمْنَا الِانْقِیادَ لِمَا أَوْرَدْتَ عَلَینَا مِنْ مَشِیتِک حَتَّی لَا نُحِبَّ تَأْخِیرَ مَا عَجَّلْتَ، وَ لَا تَعْجِیلَ مَا

أَخَّرْتَ، وَ لَا نَکرَهَ مَا أَحْبَبْتَ، وَ لَا نَتَخَیرَ مَا کرِهْتَ

‘’Hakkımızda geçerli olan iradene teslimiyeti bize ilham et; böylece öne aldığının gecikmesini, geciktirdiğinin öne alınmasını istemeyelim; sevdiğinden hoşlanalım, sevmediğini seçmeyelim.’’

         

Secde Edenlerin Efendisi, duasının bu bendinde ise bizlere; Allah’ın hakkımızda geçerli olan iradesine teslimiyeti ve hakkımızda geciktirdiğinin öne alınmasını istemememiz gerektiğini iletmektedir. Hak Teâlâ’nın hakkımızda irade etmiş olduğu her şey bizim hayrımıza olandır, lakin bunu bazen geç, bazen ise erken verir. İsteklerimiz bazen gecikiyorsa Allah’ın takdiri bu şekildedir diye kabullenip buna isyankâr olmamalıyız. Kayıtsız şartsız yaratanın iradesine teslim olmalıyız.

وَ اخْتِمْ لَنَا بِالَّتِی هِی أَحْمَدُ عَاقِبَةً، وَ أَکرَمُ مَصِیراً، إِنَّک تُفِیدُ الْکرِیمَةَ، وَ تُعْطِی الْجَسِیمَةَ، وَ تَفْعَلُ مَا تُرِیدُ، وَ أَنْتَ عَلَی کلِّ شَیءٍ قَدِیرٌ

İşimizi sonuç olarak en övgün, dönüş olarak en saygın olan ile bitir. Hiç kuşku yok, sen, büyük ve değerli nimetler verir, dilediğini yaparsın. Çünkü sen, her şeye kadirsin.

İbadete âşık olanların nurunun bu cümlelerinden ise;  teslimiyet ve tevessülün önemini kendimize ders ediniyoruz. Teslimiyet boyun eğmek, başa gelen hâdiseleri itirazsız kabullenmek ve selâmete çıkmaktır. Hani Kur’an’da teslimiyet konusunda güzel bir ders vardı ya. Gelin hep birlikte hatırlayalım yeniden.

Hz. İbrahim (a.s), ateşe atılacağı zaman melekler yardımına gelmişti. Ancak O:

“–Size ihtiyacım yok!.. Ateşe, yanma gücünü kim vermiştir?” demiş ve «Allah ne güzel vekildir!» diyerek Rabbine sığınmıştı.

O’nun bu teslimiyetinin biri mükâfatı olarak ateşe:

“–Ey ateş! İbrahim’e serin ve selâmet ol!” (Enbiya/69) buyrulmuştu.

Hz. İbrahim’in (a.s) malı da, Cebrail’in (a.s) Allah’ı zikretmesi neticesinde, nazarında ehemmiyetsiz bir hâle gelmiş ve ona:

“–Al bunların hepsini götür!” demişti.

Hz. İbrahim(a.s), evlâdı İsmail’i kurban etmekle imtihan edilmiş ve Rabbinin emrine gösterdiği teslimiyet ile bu imtihanı da yüzünün akıyla geçebilmişti.

Bizlerde başımıza gelen her zorluk ve musibette gelin Hz. İbrahim (a.s) gibi olalım!

Çünkü teslimiyet hakiki kulluktur. Yaradan asla kulunun kendisinden başkasına ram olmasını istemez. Teslimiyet muhabbettir, itaattir.

Teslimiyet: “…Ben âlemlerin Rabbine teslim oldum!” (Bakara/131) demektir. 

Allah her şeye kadirdir.

Bu duada İmam Seccad (a.s) teslimiyet ve tevessülü ne de güzel özetlemiş bizlere, Rabbim bizleri, her biri bir nur olan İmamımızın bu derslerle dolu dua kitabından ders alanlardan ve bu derslere amel edenlerden etmesi dileği ve ümidiyle…

[1] Ahzap Suresi, 40. Ayet.

[2] Ahzap Suresi, 56. Ayet.