Yaşam | Aile&GNÇ

Anne Sevgisi

 
.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

 

بِسْمِ اللهِ الْرَّحمَنِ الْرَّحِيمِ
وَ قَضَى رَبُّكَ ألاَّ تَعْبُدُوا إِلاَّ إِيَّاهُ وَ بِالْوَالِدَيْنِ إِحْساناً إِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبرَ أحَدُهمَا أوْ كِلاَهمَا فَلاَ تَقُلْ لهُمَا أُفٍّ وَ لاَ تَنْهَرْ همَا وَ قُلْ لهُمَا قَوْلاً كَرِيماً 


Bismillâhirrahmânirrahîm
 

“Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, anne-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine “öf!” bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle.”[1]



Akıl ni’meti ile donatılan insanoğlunun önemli görevleri vardır. Bunların başında Allah’a kulluk ve ana-babaya ihsân gelmektedir.

Allah Teâla bütün kâinatı, kâinatın içinde de insanoğlunu yaratmış, anne ve babamızı ise dünyaya gelişimizin sebebi kılmıştır. Yeni doğan bir çocuk, hayatını devam ettirebilmesi için tabii ihtiyaçlarını bile karşılamaktan elbette ki acizdir. Belli bir zamana kadar bakıma, himâyeye ve şefkate muhtaçtır. Bu yavruya bakacak, onu her türlü olumsuzluklara karşı, kendi hayatını bile tehlikeye atarak koruyacak ve himâye edecek olan anne ve babadır.

Onların büyümeleri ve iyi bir insan olabilmeleri için eşiyle birlikte çalışıp gayret eden annedir. O anne ki, gerektiğinde yemez yedirir. Giymez giydirir. Onun kucağı sevgidir, şefkattir, güvendir, sığınaktır. Atalarımız “Ana gibi yar, vatan gibi diyar olmaz” diyerek bunu ne güzel dile getirmişlerdir.


Allah’ın rızasının kazanılabilmesi için öncelikle anne-babanın rızasının kazanılmasını emredilmiştir. Anne-babanın rızasını kazanmak; gönüllerini hoş tutmakla, onlara hizmet etmekle, öğütlerini dinlemekle, onlara saygılı davranmakla, emirlerini yerine getirmekle, onları üzmemekle, incitmemekle, ihtiyâçları varsa o ihtiyâçlarını gidermekle mümkün olur. Bu konuda Allah Teâla İsrâ sûresi 23. ayetinde şöyle buyurmaktadır;

“Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, anne-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine “öf!” bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle.”

 


Evlatlar için, her türlü fedakârlığı yaptığı halde yalnızlığa itilmiş, meşakkatlerin kucağına terk edilmiş, sahipsiz, gözü yaşlı anne ve babalarla sık sık karşılaşıyoruz. Gözyaşlarının, terk edilmişliğin, hayata küsmenin meydana getirdiği bu tablolar vicdanları derinden yaralamaktadır. Oysa bu tabloları, huzur ve mutluluk, fedakârlık ve sabır, merhamet ve hoşgörü süslemelidir. Bizler onların varlığı ile sıkıntı değil onur ve mutluluk duymalıyız. Varlıklarını yük değil, ni’met olarak görmeliyiz. Zira Fahr-i Kâinat Efendimiz “Kim ömrünün uzamasını ve rızkının bollaşmasını istiyorsa, anne babasına iyilik etsin ve akrabalarına sılayı rahimde bulunsun”[2]  buyurarak onlara iyilik ve ihsânda bulunmanın hem dünyevî hem de uhrevî ne denli önemli olduğunu vurgulamıştır.

Ayrıca vefatından sonra da anne ve babamıza karşı görev ve sorumluluğumuzun devam ettiğini unutmamalıyız. Nitekim Peygamber Efendimiz’e (saa) “Yâ Resûlallah! Anamla babam öldükten sonra onlara yapabileceğim bir iyilik var mı?” diye sorulduğunda Resûl-i Ekrem şöyle buyurmuşlardır:

“Evet, onlara duâ eder günahlarının bağışlanmasını dilersin; vasiyetlerini yerine getirirsin; akrabasını koruyup gözetirsin; dostlarına da ikramda bulunursun.”[3]


Anneler, senenin belli bir gününde sevilip, diğer zamanlarda ihmâl edilecek varlıklar değildir. Anneler, ömür boyu sevgiye, saygıya, hizmet ve hürmete layık en yüce varlıklardır. Bu nedenle geçici dünya telaşı ile anne-babalarımızı ihmal etmeyelim ki hem dünyamız hem ahiretimiz değer kazansın.

Yazımızı Peygamber Efendimiz’in (saa) bizlere yapmış olduğu şu uyarı ile bitirmek istiyoruz:

“Burnu yere sürünsün! Sonra burnu yere sürünsün! Sonra burnu yere sürünsün” demiş Efendimiz. Ashâb bunun üzerine; “Kimin (burnu yerde sürünsün) ey Allah'ın Elçisi!” diye sorunca buyurmuşlardır;

“İhtiyarlığı anında annesi ile babasından birine yâhut her ikisine yetişip de, onlar sebebiyle cennete giremeyenin.”[4]
 



Şevket ŞİMŞEK


[1] [İsrâ / 23

[2] et-Terğîb ve’t-Terhîb C.3 s. 317.

[3] Ebu Dâvût, Edeb, 20.

[4] Müslüm, Birr, 9.