Yaşam | Aile&GNÇ

İnsanın Yüceliği

Sıkı tutunmak taassup, hamlıktır, Cenin kaldıkça işin kan içmektir..

.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

İnsanın, kökü varlıksal yapısına dayanan yüceliği, eğitimsel düşüncede genel bir kural telakki edilmelidir. Eğitimi ve gelişimi için program hazırlanmalı, etkenleri ve engelleri bilinmelidir. Eğitim planlarına insanın yüceliğini artıran etkenler yerleştirilmelidir. Yani hem öğrencinin âcil ve anlık ihtiyaçlarına teveccüh edilmelidir, hem de yüce ihtiyaçlarına. Eğitim programı anlık ihtiyaçlarla ve insana cazip gelen şeylerle başlamalı, yüce ihtiyaçlarla bitmelidir. Bunun neticesinde kişinin şahsiyeti şekillenir ve onda yüce bir ruh ortaya çıkar.

Eğer insan yüce ve büyük olduğunu hissederse, sadece aşağılığa, çirkinliğe ve zillete boyun eğmemekle kalmaz, kolayca güçsüzlük ve ümitsizlik duygusuna da kapılmaz. Hep kendi sorunlarının çözüm yolları üzerinde düşünür ve bu yönde girişimlerde bulunur. Bununla beraber insanın yüceliği ve büyüklüğü, eğitimcilerin ve eğitim programı hazırlayanların dikkate aldığı genel bir kural hükmünde olmalıdır.

Yücelik esasının ve belirleyici rolünün ortaya çıkardığı güzel sonuçlar, Mevlânâ’nın Mesnevî’de yer yer bundan bahsetmesine sebep olmuştur. Mevlânâ’ya göre insanın maddî ve zahirî ihtiyaçları temin edilirken, onun yüce ihtiyaçlarından gaflet edilmemesi gerekir. İnsan, Rabbu’l- Âlemin’in mazharı olabileceği, ilâhî cemal ve celal nurunu yayabileceği bir yapıda yaratılmıştır. Onun içinde binlerce Kâbe ve binlerce Cebrail vardır. Öyleyse sakın kendisini ve yüceliğini kaybetmesin ve ruhunun ayağı dikenle yaralanmasın:

Lokman’ın canı Tanrı’nın gül bahçesidir

Canının ayağı neden bir dikenle yaralanmıştır

Diken yiyen bu beden bir devedir

Mustafa’dan doğan bu deveye binmiştir

Hey deve! Gül suyu şişesi var senin sırtında

Yüz gül bahçesi açtı onun esintisiyle sende

Senin meylin deve dikenine, kumluğa

Değersiz kumul dikeninde ne gülü dereceksin acaba?

Öncelikle ayağındaki dikeni çıkarmazsan

Gözün kararır, böyle nasıl dolaşırsın?[1]

Toplumsallık

İnsan sosyal bir varlıktır ve şahsiyeti toplum içinde şekillenir. Eğitim ve öğretim düşünürleri, insanın bu boyutunu dikkate alarak toplumsallık esasını kabul etmişlerdir. Toplumsallık, insanın sosyallik isteğinin eğitilmesi, kişinin topluluğa ve topluma katılması için ortam hazırlanması, yalnızlığa yönelmesinin ve inzivaya çekilmesinin engellenmesi, toplumsal iletişime hazırlanması, eğitimciler tarafından toplumsal vazifelerinin ve mesuliyetlerinin öğretilmesi ve topluma uyum ruhunun oluşturulmasıdır.

Mevlânâ birçok yerde toplumsallık esasına değinmiş, "İslam’da ruhbanlık yoktur" hadis-i şerifini söyleyerek ve kuş ile avcının güzel diyaloğunu anlatarak toplumsallık esasının neticelerinden bahsetmiştir. Kemale ulaşmanın ancak topluma karışarak mümkün olabileceğine inanmış ve toplumun bir bireyi olmanın insanı değerli ve manevî kıldığını söylemiştir. Zira insan ancak topluma karıştığında ve toplumsal vazifelerini üstlendiğinde bireysellikten ve bencillikten kurtulabilir. Toplumun bir parçası olunduğunda insanda kendi türüne sevgi, sabır, iyi niyet ve muhabbet gibi duygular gelişir. Bu yüzden İslamî ibadetlerde toplumsallık esası gözetilmiştir, ibadetler bir araya gelinerek yerine getirilmektedir:

Allah her cinsi çift olarak yarattı

Böylece cemiyette sonuçları belirdi

O resul ruhbanlığı yasakladı

Münasebetsiz! Nasıl giriştin bu bid’ate?

Cuma şarttır, namaz cemaatle kılınır

İyilik emredilir, kötülükten sakındırılır

Sabırla huysuzların zahmetine katlanmalı

Halka bulut gibi yararlı olunmalı

Babam, insanların hayırlısı insana faydalı olandır

Taş değilsen, kerpiçle, kesekle ne işin var?

Müslümanların arasında bulun

Bırakma Ahmed’in sünnetini, uy ona

Sünnet yoldur, cemaat arkadaş gibidir

Yolsuz, arkadaşsız dara düşersin

Diyelim ihtiyatın yüzünden kurt seni bulmadı

Cemiyet olmadan bulamazsın sen o neşeyi

Kim bir yolda tek başına mutlu mutlu giderse

Mutluluğu yüz kat olur arkadaşlarla birlikte

Kim bakına bakına mutlulukla giderse

Kuşkusuz daha mutlu gider arkadaşlarla

Duvarların yardımlaşması olmasa

Evler, ambarlar nasıl yükselir?

Mürekkeple kalemin yardımlaşması olmasa

Yazı yazılabilir mi kâğıt üstüne?

Birinin serip döşediği şu hasır

Sazlar örülmese birbirine, rüzgâr götürür

O haşmet sahibi bunun için men etti

Keşişliği, dağlarda halvete çekilmeyi

İnsanların böyle görüşmesi kaybolmamalıydı

Çünkü bu görüş bahttır, kalıcılık iksiridir

Yâr yâr ile oturunca

Yüzbinlerce gönül sırrı bilinir

Dostun alnı levh-i mahfuzdur

İki dünyanın sırrı orada açıkça görünür[2]

Kişisel Farklılıklar

Kişisel farklılıklar eğitim-öğretimin temel esaslarındandır. Bu, insanların her ne kadar birbirleriyle benzerlikler taşısalar da kendilerini diğerlerinden ayıran ve bağımsız, kendine özgü bir birey yapan bedensel ve ruhsal özelliklere, kendilerine has akıl ve idrak gücüne sahip oldukları anlamındadır. Bu özellikler psikologlar açısından şahsiyet bâbında da kişisel farklılıklar olarak geçmektedir.

Kişisel farklılıklar esasına eğitim programlarında teveccüh gösterilmesi durumunda:

Eğitim alanların yetenekleri belirlenmeli, her birinin akıl, duygu ve idrak özellikleri ortaya çıkarılmalıdır

Eğitim alanlar akıl, zekâ ve ruh durumlarına bakılarak sınıflandırılmalı ve her sınıfın yeteneklerine ve özelliklerine uygun özel programlar hazırlanmalıdır.

Eğitimcinin her biriyle ilgilenebilmesi için her sınıftaki katılımcı, sınırlı sayıda olmalıdır.

Edouard Claparede –Cenova Üniversitesi eğitim bilimleri bölümünün kurucusu- bu düşünceyi izleyerek, eğitimlerinde taşıdıkları özelliklerin tümünü dikkate alabilmek için her bir öğrenciye özel bir program hazırlanması gerektiğini önerecek kadar ileri gitti.[3]

John Lock da bu esasa dayanarak her öğrenciye diğerlerinden farklı bir birey olarak davranılması ve onun eğitim-öğretimine uygun yöntemin çok dikkatli bir şekilde belirlenmesi gerektiğini söylüyor.[4]

Mevlânâ kişisel farklılıkları, ruhsal ve zihinsel özellikleri ve de bunların yaşam alanlarında ve eğitim-öğretimde bilinmesinin zaruretini çok güzel bir şekilde anlatmıştır. Sonra da eğitim programlarının, öğrencinin idrak, anlayış, akıl ve kabiliyet ölçüsüne göre hazırlanmasının zaruretini eğitimciye hatırlatmıştır:

İyi bil ki akıllardaki bu farklılık

Yerden göğe kadar dereceyledir

Akıl vardır, güneş yuvarlağı gibidir

Akıl vardır, Zühre’den, akan yıldızdan geridir

Akıl vardır, sarhoş kandil gibidir

Akıl vardır, ateşli yıldız gibidir

Varlıkların içinde temiz ruhlar var

Çamura bulanmış karanlık ruhlar var

Şu istiridyeler de aynı derecede değil

Birinde inci var, birinde boncuk

Bu iyiyle kötünün ayrılması gerek

Buğday ile samanın ayrılması gibi

Herkes bir iş için yaratılmıştır

O isteği onun gönlüne yerleştirdiler

İnsanların aklı farklı farklıdır

Güzeller arasında da şekil farkı vardır

Akıllardaki fark asıldandı

Bunu sünnîlere göre dinlemeli

Madem çocuklara işim düştü

Çocuk diliyle konuşmalıyım onlarla

Renkle, kokuyla, mekânla övünmek

Çocukları sevindirir, aldatır onları

Renk ile koku gözümüzde değersizdir

Sen aşağılıksın diye sözün seviyesini düşürdük

Aklı dünyanın hesabını yapsa da

Baba yeni doğan çocuğuna tay tay der

Elifin bir şeyi yoktur dese de

Üstadın yüceliğinden bir şey eksilmez

Konuşma bilmeyen çocuğa öğretmek için

Kendi dilini terk etmesi gerekir

Senden ilim, hüner öğrenmesi için

Onun dil seviyesine inmen gerekir

İnsanlar da onun çocukları gibidir

Pirin vaaz sırasında buna uyması gerekir[5]

Kolaylık ve Kolaylaştırma

Kolaylık esası eğitim ve öğretimin esaslarından bir diğeridir. Eğer eğitimciler, programlarında bu esası dikkate alacak olurlarsa öğrenciler istekle eğitime yöneleceklerdir. Ancak programlar kolay olmazsa, daha çok zorluk, ağırlık ve huşunet olursa istekler söner, kalpler ölür ve eğitimin neticesi makûs olur. Oysa mülayimlik, merhamet ve kolaylık sağlama, isteği ve motivasyonu artırır.

Mevlânâ kolaylığın ve kolaylık sağlamanın bütün ilâhî dinlerin eğitim esası ve bütün ariflerin genel kuralı olduğuna inanır. Oysa zorluk çıkarma ve programa yüklenme cahilcedir ve hamlık göstergesidir:

Sıkı tutunmak taassup, hamlıktır

Cenin kaldıkça işin kan içmektir[1]

- - - - - - - - - - - -


[1] A.g.e., 3. Defter, 1298. Beyit. (Çev. Mehmet Kanar; Mesnevî, Ayrıntı yayınları)

[1] A.g.e., 1. Defter, 1976-1979 ve 1982. (Çev. Mehmet Kanar; Mesnevî, Ayrıntı yayınları)
[2] A.g.e., 6. Defter, 528, 484-488, 507, 516, 517, 522, 524, 526, 527, 2628, 2629, 2649 ve 2650. Beyitler. (Çev. Mehmet Kanar; Mesnevî, Ayrıntı yayınları)
[3] Mebânî ve Usul-i Amuzeş ve Pervereş, s. 194.
[4] Chateau, Jean; Mürebbiyân-ı Bozorg, Golamhüseyin Şukuhî çevirisi, s. 153.
[5] Mesnevî, 5. Defter, 460-462; 1. Defter, 2927; 4. Defter, 3026-3028; 3. Defter, 1620, 1538 ve 1540; 4. Defter, 2578, 2577, 2576; 2. Defter, 3326-3330. Beyitler. (Çev. Mehmet Kanar; Mesnevî, Ayrıntı yayınları)