.
.
Alptekin DURSUNOĞLU
İran ile İsrail arasında 1979’daki İslam Devrimi’nden beri çeşitli düzeylerde devam eden ‘soğuk savaş’, 13-14 Nisan’da askeri müdahale düzeyine yükselmişti. 31 Temmuz’dan sonra ise açık ve kapsamlı savaşa dönüşme ihtimali bulunuyor.
‘Soğuk savaş’, istihbarat operasyonlarını, suikastları, sabotajları içeren bir kavram. İsrail, 1979’dan beri İranlılara yönelik çok sayıda suikast ve İran tesislerine de sabotaj yaptı. Casus devşirdi, iç kargaşa ve kaos çıkarmaya çalıştı.
İran da İsrail’e bazen birebir aynı yöntemlerle, bazen de farklı yöntemlerle karşılık verdi.
Soğuk savaş doğası gereği istihbarat servisleri aracılığıyla yürütülen bir savaş olduğu için doğal olarak bu operasyonların hedeflerini, etkilerini ve ayrıntılarını sadece savaşan taraflar biliyor.
Soğuk savaş operasyonlarının tüm ayrıntıları doğası gereği kamuoyuna yansıtılmıyor.
Taraflar sadece psikolojik savaşta kendi çıkarlarına olacak ayrıntıları basına sızdırıyor veya basın, propagandasını yapmak istediği tarafın lehine olacak ayrıntıları kamuoyuna yansıtıyor.
Dolayısıyla soğuk savaşta hem operasyonların bizatihi kendisi hem de o operasyonun kamuoyuna sunumu, karşı tarafta ve üçüncü taraflar üzerinde etki yaratıyor.
Örneğin İsrail, 27 Kasım 2020’de İran’ın en önemli nükleer fizik profesörlerinden Muhsin Fahrizade’yi suikastla öldürdü.
Muhsin Fahrizade, Devrim Muhafızları Ordusuna ait İmam Hüseyin Üniversitesinde ders veren bir fizik profesörüydü. Hem nükleer alanda hem de savunma sanayii alanında hazırlanan birçok projede yer almıştı.
İsrail, Muhsin Fahrizade’yi öldürdüğünü resmi olarak kabul etmedi; ancak medya aracılığıyla bunu büyük bir başarı olarak kamuoyuna sundu.
Dolayısıyla hem hedefi yok ettiği için operasyon düzeyinde hem de bunu kamuoyunu kendi lehine etkileyecek bir hikayeyle yansıttığı için propaganda düzeyinde büyük bir taktik kazanım elde etti.
Elbette İsrail’e hem operasyon hem de propaganda düzeyinde bu kazanımı armağan eden etken, İran’ın suikast öncesinde ve sonrasında süreçleri iyi yönetememesiydi.
İran, 1979’dan beri İsrail’le soğuk savaş halindeydi ve İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, 2018’de İran'ın nükleer programıyla ilgili yaptığı sunumda Fahrizade'nin ismini anıp “Bu ismi unutmayın” demişti.[1]
Suikasta ilişkin basında yer alan ayrıntılar, bu açık tehdide rağmen İran’ın Farhizade’ye rutin dışı koruma tedbirleri uygulamadığını ortaya koydu.
Öte yandan İran'ın basına herhangi bir sınır getirmemesi ve suikastla ilgili her türlü ayrıntının cömertçe yayımlanmasına izin vermesi ise hem İsrail istihbaratına geri bildirim sağladı hem de propaganda savaşında zengin bir malzeme sondu.
* * *
Aby Har Even’ı nasıl bilirdiniz?
Aby Har Even, İsrail’in Muhsin Fahrizade’siydi. Romanya kökenliydi, askeri akademisyendi. İsrail Uzay Ajansı başkanlığı sırasında rejimin uzaya uydu taşıyan ‘Şavit’ füzesini geliştirmişti.
Rejimin füze ve gelişmiş silah programlarının kurucularından biriydi ve savunma bakanlığı ödülü almıştı.[2]
Aby Har Even, Fahrizade suikastından yaklaşık 6 ay sonra Akka’da öldürüldü. Fakat İsrail’in uzay, füze, hava savunma ve uydu teknolojileri alanında sıçrama yapmasını sağlayan bu kadar önemli bir kişinin ölümüne ilişkin ayrıntılar bir paragrafı geçmedi.
Gerek İngilizce ve gerekse İbranice basında Aby Har Even’ın ölümüyle ilgili “soruşturmada yayın yasağı olduğu” vurgusuyla klişe halinde tekrarlanan ayrıntılar şunlar: [3]
Aby Har Even’ın Akka’da kaldığı otel, bir grup Arap isyancının molotoflu saldırısına uğradı. Otelde yangın çıktı, Aby Har Even yangında yaralandı ve birkaç hafta sonra da hastanede öldü.
Aby Har Even’ın otelde kaldığı günlerde Gazze direnişi, rejimin Kudüs’ün Şeyh Cerrah mahallesindeki Filistinlileri tehcir etmeye çalışmasına tepki olarak füze saldırısı başlatmış ve 1948 topraklarındaki Filistinliler de isyanlar başlatarak direnişe destek vermişti.
Yani rejimin Aby Har Even’ın ölümüyle ilgili anlatısını destekleyen bir arka plan gerçekten de vardı.
Ancak cevaplanamayan bazı sorular, rejimin Aby Har Even’in ölümü konusundaki hikayesinin bariz şekilde açıklar vermesine sebep oluyor ve dolayısıyla da Aby Har Even’in Fahrizade suikastının misillemesi olarak ortadan kaldırıldığı anlatısını güçlendiriyordu.
Rejimin anlatısına göre Aby Har Even, bir istihbarat operasyonu sonucu suikastla öldürülmemişti. Sadece yanlış zamanda yanlış yerde bulunmasının kurbanı olmuştu.
Eğer Kudüs’ün Kılıcı operasyonu ile başlayan isyanlar sırasında tesadüfen Akka’da otelde olmasaydı ölmeyecekti.
Bu anlatının doğruluğu konusunda kuşkular yaratan cevaplanmamış sorular şunlar:
1- Tekil olarak Aby Har Even hedef alınmadıysa ‘isyancı bir grubun’ molotoflu saldırısında neden ondan başka hiç kimse ölmedi? Sadece 17 yaşındaki bir genç dumandan hafif etkilendi? (Haaretz’in 6 Haziran 2021 tarihli haberi)
2- Ölümün üzerinden aylar geçmesine rağmen neden bu konudaki yayın sansürü kaldırılmadı ve olayın nasıl geliştiğine dair tek bir yeni ayrıntıya dahi yer verilmedi?
3- Hepsinden önemlisi de “Filistinli bir grup tarafından” öldürülen böylesine önemli birinin dosyası neden faili meçhul bırakıldı?
Aby Har Even’in rejimin anlatısıyla ‘kim vurduya’ götürüldüğünü yani dosyanın faili meçhul olarak kapatıldığını Haaretz’in 5 Ağustos 2021 tarihli haberinden öğreniyoruz. Haber şöyle:
“Hayfa Bölge Savcılığı, geçtiğimiz Mayıs ayında Duvar Muhafızı Operasyonu sırasında kentte çıkan ayaklanmalar sırasında Akka'daki Efendi Oteli'nin ateşe verilmesine karışan yedi kişi hakkında iddianame hazırladı. Ancak yangında yaralanan ve sonrasında hayatını kaybeden otel misafiri Avi Har Evan'ın öldürülmesiyle ilgili olarak hiç kimse suçlanmadı ve ölümüne kimin sebep olduğu hala belirsizliğini koruyor. Bunun yayımlanmasına Haaretz’in başvurusu üzerine izin verildi.
Yaklaşık üç ay önce ülke genelinde çıkan isyanlarda Araplar, Akka'daki oteli ateşe vermişti. Kundaklama sırasında İsrail Savunma Ödülü sahibi Har Even otelde kalıyordu. Ölümcül şekilde yaralandı ve 6 Haziran'da Rambam Hastanesinde öldü.” [4]
Haaretz’in haberindeki diğer ayrıntılar da şöyle:
- İddianameye göre, 11 Mayıs'ta yedi Arap, "Yahudilere ait olduğunu bilerek, fitne tohumları ekmek amacıyla ve ırkçılık motivasyonuyla” otele Molotoflarla saldırdı.
- “Resepsiyondan odalara yayılan yangın yaklaşık on dakika sonra söndü.”
- “Bölgede çok sayıda kundaklama olduğu için” Har Even’in ölümüne neden olan “yangına kimin sebep olduğu belli değil.”
- Dolayısıyla “iddianameye göre, yangının söndürülmesinin ardından otele giren 7 sanık, sadece “isyan, hırsızlık, kasten zarar verme ve ırkçılık motivasyonu ile taşkınlık suçlarıyla suçlandı.”
Çin’in CCTV kanalından naklen İranlılara ait Aparat adlı video platformunda yayımlanan görüntüler ise rejimin Aby Har Even’in ölümüyle ilgili tüm anlatısını yalanlıyor.
Zira görüntülerde saldırının isyancı bir grup tarafından değil iki kişi tarafından yapıldığı görülüyor. Birinci kişi otelin girişinden Har Even’in muhtemelen odasının içine kadar benzin döküyor. Girişteki ikinci kişi ise benzine kibrit çakarak kaçıyor.[5]
İsrail basınındaki ağır sansür sebebiyle CCTV tarafından yayımlanan bu görüntülerin gerçekten otele yapılan saldırının güvenlik kameraları tarafından çekilmiş kayıtları olup olmadığını bilmek zor.
Ancak bu görüntülerdeki suikast yöntemi, sadece 10 dakika süren yangında otelde neden Har Even’den başka kimsenin ölmediğini açıklıyor.
* * *
Bir avuç göldeki fırtınanın kurbanı Mossad ajanı
İsrail’in hedef olduğu bir güvenlik operasyonu sonrasındaki süreci -destek cephesiyle birlikte- ne kadar başarıyla yönettiğinin ikinci örneğine 2023’te tanık olduk.
İtalya’nın Maggiore Gölü’nde İtalyan ve İsrailli istihbaratçıların bulunduğu bir yat, battı ve 4 kişi öldü.
Kaza olarak açıklanan olayı önemli kılan, ölenlerden birinin emekli Mossad görevlisi, 2’sinin de İtalyan istihbaratçısı olmasıydı.
Doğum günü partisi görüntüsü ile yapılan tekne toplantısında İtalyan istihbaratından 13, İsrail’den ise 8 görevli bulunuyordu.[6]
İngiliz Guardian gazetesinin İtalyan basınından naklettiği rivayete göre İtalyan ve İsrailli istihbaratçılar, “Rusya'nın Ukrayna'yı işgali nedeniyle AB'nin Rusya'ya uyguladığı mali yaptırımları İsviçre banka hesaplarından İtalya'ya para aktararak aşan, bölgede villalar ve oteller satın alan Rus oligarklarıgözetlemek için Maggiore Gölü'ndeydi.”
Yine İtalyan basınına dayandırılan bir diğer teoriye göre ise İsrailli ajanlar, Lombardiya'nın sanayi bölgesinde bulunan İranlı şirketler ile İtalyan şirketleri arasındaki temasları izlemek için oradaydı.[7]
New York Times, Mossad ile İtalyan istihbaratçıların “terörle mücadele veya İran nükleer projesi hakkında bilgi toplamak” için toplandığını bildirdi.[8]
İsrail istihbaratına yakınlığıyla bilinen İsrail haber portalı Walla, İtalyan La Repubblica gazetesinden naklen "teknede bulunan Mossad ve İtalyan istihbaratçılarının İran'ın stratejik silahlara sahip olmasını engellemek için çalıştığını" öne sürdü.[9]
Al Monitor da Mossad ve İtalyan istihbaratçıların İran'ın gelişmiş silahlara sahip olmasını engellemek için birlikte çalıştığını vurguladı.[10]
Peki, ne olmuştu da 21 istihbaratçının bulunduğu tekne batmış ve gerçek ismi bile gizlenen bir Mossad görevlisi ile iki İtalyan istihbaratçı ölmüştü.
BBC’nin anlatısına göre 15 metrelik teknenin kapasitesi 15 yolcuydu ve fazladan 8 kişinin bulunması, teknenin “kötü hava koşullarında manevra yapmasını zorlaştırmış" ve tekne de bu yüzden batmış olabilirdi.
Teknedeki diğer kişiler kıyıya yüzmeyi başarmış ya da çevrede bulunan teknelerce kurtarılmıştı.
Tümünün ölüm sebebi ‘boğulma’ olarak açıknamış ancak ölenlere otopsi yapılmamıştı. Ayrıca yaralılar da vardı; ancak hastanede tedavi görenlerle ilgili hiçbir kayıt yoktu. Sağ kurtulanlar da adeta kaçırılırcasına bölgeden uzaklaştırılmıştı.
Elbette istihbaratçıların yer aldığı bir olayda gizlilik anlaşılabilir bir durumdu; ancak anlatıda gizliliğin bile kapatamayacağı açıklar söz konusuydu.
Örneğin BBC’ye göre teknenin kaptanı Carminati hava durumunda fırtına öngörülmediğini ve herhangi bir fırtına uyarısı yapılmadığını belirtmiş ve "30 saniye kadar kısa bir sürede üzerimize kıyamet çöktü” demişti.
Haaretz’e göre “teknenin alabora olmasının ardından hem İsrailli hem de İtalyan istihbaratçılar kısa bir mesafe yüzerek” kıyıya ulaşmıştı”[11]
Dolayısıyla bir okyanusta değil, 212 km yüzölçümü olan bir gölde, fırtına uyarısının yapılmadığı bir günde, 15 metre uzunluğundaki bir teknenin, yüzerek kıyıya çıkılabilecek bir mesafede 30 saniye içinde ‘fırtına’ sebebiyle battığına inanılması isteniyordu.
İçinde ajanların olduğu 15 metrelik bir tekneyi 30 saniyede batıran fırtına, sağ kalanların hemen imdadına yetişen diğer teknelere nedense hiç zarar vermemişti.
Olayın gerçekliğini örtbas etmeye yönelik bu rivayetin kamuoyuna hazmettirilmesi için olsa gerek ki İsrail rejimi, Maggiore Gölü olayının dizisini yaptırıyor.[12]
* * *
İsrail’in karşı istihbarat propagandası için açıkladığı operasyonlar
Elbette anlatılarındaki açıklar, tutarsızlıklar ve açık yalanlar, Har Even’in öldürülmesinin ve Maggiore Gölü olayının İran’ın güvenlik operasyonlarının sonucu olduğunu kanıtlamıyor.
Nitekim İran da tıpkı İsrail gibi bu tür operasyonları resmi olarak üstlenmiyor; sadece basını üzerinden imalarda bulunuyor.[13]
Ancak İsrail rejiminin kendi karşı istihbaratının propagandasını yapabilmek için açıkladığı bazı bilgiler, İran’la İsrail arasındaki soğuk savaşın ne denli sert ve sürekli olduğunu gösteriyor.
Örneğin İran’ın nükleer tesislerini sabote etmek için ABD ve İsrail tarafından üretilen ‘Stuxnet’ virüsü, sabotaj konusunda; Muhsin Fahrizade, General Seyyid Rezi, General Muhammed Rıza Zahidi ve nihayet İsmail Heniye’nin öldürülmesi ile suikast alanında şimdiye kadar üstünlük kurdu.
İsrail İran içerisinde Halkın Mücahitleri örgütünü, Kuzey Irak’ta Kürt gruplarını ve bölgede İslamcı örgütleri İran’a karşı istihbarat ve sabotaj operasyonlarında kullanıyor.
İran istihbaratı da Gonen Segev örneğinde olduğu gibi bakan düzeyinde bir İsrailliyi casus olarak kullanıyor.[14]
Savunma bakanının evine kadar girebiliyor.[15] Amerika’nın İran’a karşı kullanmak üzere görevlendirdiği istihbaratçı Monica Elfriede Witt’i Amerika’ya karşı casus olarak kullanıyor.[16]
Muhtemelen Aby Har Even türü operasyonlar yaptırmak için İsrail içindeki Yahudilerden oluşan casus ve sabotaj ağları kuruyor. [17]
* * *
Güvenlik operasyonlarının açık savaşa dönüşme ihtimali
İran’la İsrail arasında 1979’dan beri süren soğuk savaşta iki taraf da birbirlerine bu savaşın doğasına uygun operasyonlar yapıyor.
İsrail’in İran’ın Şam konsolosluğunu bombalamasından ve İran’ın kendi topraklarından doğrudan İsrail’i füzelerle vurmasından sonra iki taraf arasındaki soğuk savaştaki güvenlik operasyonları ilk kez açık askeri operasyona dönüştü.
Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniye’ye Tahran’da yapılan terörist saldırı ise Tahran’ın vereceği karşılığa bağlı olarak iki taraf arasında başlayan askeri operasyonları açık ve kapsamlı bir savaşa dönüştürebilir. Bunun olup olmayacağını zaman içerisinde göreceğiz.
Taraflardan birinin mutlak stratejik zaferine kadar süreceği anlaşılan bu savaşta her iki tarafın da taktik kazanımları ve yenilgileri var.
Ancak İsrail’in İran’a karşı hem siyasi, hem diplomatik hem de psikolojik üstünlüğü bulunuyor. Çünkü sadece Batı dünyasını değil, Arap ve İslam dünyasını da içeren çok geniş çaplı bir destek cephesine sahip.
İsrail’in herhangi bir suikastıyla elde ettiği taktik kazanım, stratejik bir zafer gibi sunulurken, İran’ın 300’den fazla füze ile İsrail’i vurması İsrail verileri kullanılarak etkisiz gösterilebiliyor.
Bölgedeki saray rejimlerinin medyası, bununla da yetinmiyor. İran ile İsrail arasında ‘danışıklı dövüş’ olduğunu iddia ediyor.
* * *
Saray rejimlerinin BOP’a uzanan İsrail destek cephesi rolü
Elbette bölgedeki saray rejimlerinin İsrail’e destek cephesi rolü sadece propaganda düzeyiyle sınırlı ve yeni bir rol değil. Bunun Irak işgalinden sonra gündeme getirilen Büyük Ortadoğu Projesi’ne (BOP) kadar uzanan bir geçmişi var.
BOP, Amerika’nın bölge stratejisindeki en ileri aşamaydı; Çünkü artık İsrail’i kabullenen bir bölge düzeni değil, İsrail’in liderlik ettiği bir bölge düzeni söz konusu ediliyordu.
2005’te Irak’ta başlayan siyasi süreçlerin General Kasım Süleymani’nin müdahalesi ile Amerika’nın Irak’ta kurmak istediği modele izin vermemesi, BOP’un siyasi çöküşüne neden oldu.
İsrail’in 2006’da Hizbullah’a yenilmesi ise, BOP’un askeri düzeyde ölümü oldu.
Ancak 2011’deki Arap Baharı, özellikle de Suriye savaşı BOP’un küllerinden doğmasını sağladı.
2005’te istisnasız her kesimin şiddetle tepki gösterdiği BOP, 2011’de ‘İslamcıların’ uğruna cihat ettiği bir kutsala dönüştü.
Hâlbuki ‘Arap Baharı’ ile hedeflenenler, BOP’un bölge için vaat ettiklerinin ta kendisiydi. İslamcılar da bu sürecin en kullanışlı aktörü oldu.
Dini otoriteler İsrail’den esirgedikleri cihat fetvalarını Suriye için seferber ettiler.
Sünni dünyanın ‘ılımlı’ dini otoritelerinden Yusuf el-Karadâvî, “Hz. Muhammed (s.a.s.) eğer bugün yeniden gönderilseydi, elini NATO’nun elleri üzerine koyardı.”[18] dedi ve bu çağda yaşasaydı Peygamberin NATO’ya biat edeceğini söyledi.
Amerika'nın Irak işgalinde Türkiye topraklarını kullanabilmesine yönelik tezkere çıkarılması için olağanüstü çaba gösteren dönemin Başbakanı Erdoğan, Irak’ı yerle bir eden Amerika’dan Suriye’ye kapsamlı bir müdahale talep etti. Daha da ötesi ‘sınırlı bir operasyonunun kendisini tatmin etmeyeceğini’ vurguladı.[19]
Bölgedeki İslam ülkeleri liderlerinin siparişi üzerine verilen fetvalar ile on binlerce İslamcı militan Suriye’ye ve Irak’a akın etti. Irak ve Suriye’nin askeri altyapısını tahrip etti, demografik yapısını bozdu, etnik ve mezhebi düşmanlıklar yarattı ve 2010’da Irak’tan çekilmek zorunda kalan Amerika’nın hem Irak’a hem de Suriye’ye girmesini sağladı.
* * *
İsrail liderliğinde bölge düzeni için “cenk, cihat, şehadet”
Bölgedeki Amerikan hedefleri için ölümü göze alabilecek en kullanışlı kesim İslamcılardı. Çünkü bir radar üssünün tahrip edilmesinin rejim devirmek ile ne ilgisi olduğunu sadece onlar sorgulamazdı.
İslamcı örgütler, Kasım 2012’de tekbirler getirerek Suriye’nin İsrail’i izleyen Merc es-Sultan radar üssünü tahrip etti.[20] Böylece İsrail rejimi Suriye’ye güvenli bir şekilde hava saldırıları yapabildi.
Müslüman Kardeşler, Suriye’nin savaşla tahrip edilmemesi için kendilerine Suriye hükümetinde 4 bakanlık verilmesini içeren İran teklifini; “Suriye rejiminin yanında duran İran’ın arabulucuğunu kabul etmiyoruz”[21] diyerek reddetti.
Çünkü İslamcıların ulusal ülküleri yoktu; iktidar hevesleri vardı ve İsrail’le normalleşme yanlısı bölge ülkeleri ile Amerika'dan iktidar garantisi almışlardı.
Türkiye ve Katar destekli muhalifler, Suriye’ye askeri müdahalede bulunması ve güneyde 100 kilometrelik bir uçuşa yasak bölge oluşturması karşılığında Golan’ı İsrail’e bırakmayı teklif etti.[22]
Amerika’nın İsrail’i kabullenen bir bölge düzeni kurma hedefi, İslamcılar sayesinde İsrail liderliğinde bölge kurma hedefine dönüştürüldü.
İsrail’le Mısırsız savaş, Suriyesiz barış olmaz diyen Siyonist ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, Camp David ile Mısır’ı İsrail sınırına bekçi dikmeyi başarmıştı.
Onun Suriye konusunda başaramadığını, bölgenin İslamcı liderleri, hükümetleri ve militanları başardı.
Saray rejimlerinin Aksa Tufanındaki İsrail’e destek cephesi rolü bölgenin yabancısı değil. Çünkü bölge bu role 2003’te Irak işgali ve 2011’de Suriye savaşı sırasında da tanık olmuştu.
* * *
Araştırmacı-yazar Alptekin Dursunoğlu’nun kaleme aldığı üç bağımsız kitaptan oluşan ‘Direniş’in Kayıp Anlatısı’ serisinin ilk kitabı ‘Kayıp Direniş 1914-1967’ eseri hakkında aşağıdaki linki inceleyiniz:
https://www.ehlibeytalimleri.com/direnisin-kayip-anlatisi
- - - - - - - - - - - -