Düşünce | İslamî Araştırmalar

Ayetullah Amuli'nin Kaleminden Kabe'nin Sırları

.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Ayetullah Cevadi Amuli

"Biz o taşı o kadar yumuşak hale getirdik ki Hz. Halil (as) onun üzerine bastığında ayakları gömüldü ve izleri kaldı." diye buyuruyor Yüce Allah.

Peki, sırlarla dolu bu mukaddes beldeyi böylesine önemli kılan detaylar nedir?  

Fahr-i Razi kendi tefsirinde başta Kâbe'nin inşa edilişi olmak üzere onun etrafında tezahür eden birçok özelliğe değinmiştir.

1. Zemzem Suyu

Zemzem suyunun şifalı olmasının yanı sıra uzun müddetler beklese bile diğer suların aksine bozulmadığı bilinen bir gerçektir. Ayrıca bu su yatağı, yağmur ve kar gibi doğa olaylarının bir hayli nadir görüldüğü bu kurak topraklarda binlerce yıldır kaynamaktadır. Yağmuru oldukça seyrek olan ve neredeyse kar yağışına tanık olanların sayısı bir elin parmakları kadar olan bir yerde kurumak nedir bilmeyen bir su gözüdür Zemzem. Bu elbette Allah'ın Beyyinat ayetlerinden birisidir.

Bu su oldukça bereketlidir hatta Allah Resulü (saa) ondan Mekke'ye gelenlere hediye ederdi. Zemzem suyunun şifalı olması, öte yandan bozulmaması ve kokmaması da şüphesiz ayrı bir mucizedir. Kısaca bu suyun kendisi bir başına Beyyinat ayetlerindendir.

* * *

2. Meş’ari’l-Haram (Müzdelife)

Mekke çevresinde yer alan Meş'ar, Arafat ve Mina da Yüce Allah'ın Beyyinat ayetlerindendir. İşin özünde şiddetli yağmurların ardınca ortaya çıkan selin getirisi olan büyük taş ve kaya parçalarının birbirlerine çarparak kırıla kırıla meydana getirdiği küçük küçük taşların orada yağmur ve sel olmaksızın yığılması ve ortalama her Hacının yerden yaklaşık yetmiş adet çakıl taşı alması ve hala bu taşların bitmemesi mucizeden başka bir şey değildir.

Yine Fahr-i Razi tefsirinde şöyle demektedir: "Yıllık yaklaşık altı yüz bin hacının (o döneme ait) her birinin yerden yetmiş irili ufaklı taş alıp Şeytan taşlamak için attığı o taşları remiden sonra kim toplamaktadır acaba?! İşte bu o toprakların bir faziletidir ki çok geçmeden taşlar kendi kendilerine bir yere toplanırlar."[1] Evet, bugün için Suudi görevlilerin o taşları bir yere yığdığını söyleyebiliriz ama peki o dönemlerde?

* * *

3. Hayvanların Kâbe'nin Saygınlığını Koruması

Uçan kuşların birçok kutsal mekânda olduğu gibi Kâbe üzerine de konmaması ve onu pisletmemeleri üzerinde durulması gereken bir başka konudur. Yukarıdan aşağıya doğru süratle Kâbe'ye doğru gelen kuşların bir anda değişik açılara yönelmeleri yine Beyyinat ayetlerinden birisidir.

Hz. Emiru'l Müminin'in mübarek haremlerinde de bu keramet oldukça net müşahede edilebilmektedir. Orada da uçan kuşlar edebe riayet etmektedirler.

Öte yandan şu nokta da bu kutsal belde için naklolunmaktadır: yırtıcı hayvanlar Harem çevresinde hiçbir zaman birbirlerine saldırmaz ve evcil hayvanlara da zarar vermezler.

Tüm bunlar bir araya geldiğinde bu toprakların sıradan bir mekân olmadığı ve hayvanların dahi emniyet içerisine yaşamlarını sürdürdüğü görülmektedir.

            "O ki onları yedirip açlıktan kurtardı ve onları korkudan güvene kavuşturdu."[2]

            "Görmezler mi ki etraflarındaki insanlar, birbirlerini öldürüp dururken biz Harem'i, emin ettik."[3]

* * *

4. İbrahim Makamı

Allah Teala şöyle buyurmaktadır:

"Biz Beyt'i (Ka'be'yi) insanlara sevap kazanılacak bir toplantı ve güven yeri yaptık. Siz de İbrahim'in makamından bir namaz yeri edinin. İbrahim ve İsma'il'e: "Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için Ev'imi temizleyin!" diye emretmiştik."[4]

Peki, hal böyle olunca kılınacak namaz İbrahim makamı gerisinde mi olmalı yoksa makamın kendisinde mi? Bu fıkhi mesele için birçok farklı rivayetler naklolunmuş ve bazıları ihtiyat olarak makamın gerisinde olunmasını dile getirmiş ve bir diğer kısım da makamın kendisinde olunmasını yeterli görmüşlerdir.

"Makam-ı İbrahim" bazılarına göre Beyyine ayetlerindendir. Nasıl ki İbrahim'in (as) kendisi "Kane ummeten vahideten" olmuştur onun makamı da ayat-i beyyinedir. Yani Hz. İbrahim'in ayak izinin bulunduğu taşın olduğu yer beyyinattır ve birçok mucizeye eşlik etmektedir. Bu makamın kendisi "ummetun vahide" derecesinde mucizeler konusunda değerlendirilmelidir.

Şimdi nasıl olurda başlı başına Makam-ı İbrahim'i Beyyine ayetleri olarak (cem ve çoğul halinde) değerlendirebiliriz hâlbuki o, "Ayetu'n beyyine" olarak (müfret ve tekil halinde)dir?

Birinci olasılık şu olabilir: o sert taş aynı bir hamur gibi yumuşamış ve bu da bir ayet, bir mucize gibi addedilmiştir. İkinci olarak orada yalnızca belli bir yer hamur gibi yumuşamış ama diğer yerler sertliklerini korumuştur ve bir sonraki ihtimal derinliğine yumuşamış ve ardından aynı bir taş gibi kaskatı kesilmiştir. Dördüncü olasılık birçok düşman bu eseri yok etmek istemiş ama o bugüne değin korunmuş olarak bizlere ulaşmıştır. Beşincisi birçoklarının yapmak istediği ya da yaptığı üzere Müslüman ülkelerindeki tarihi mirasları, maddi ve manevi değere sahip eserleri buralardan alıp kendi diyarlarına götürme arzusu ama görüldüğü üzere bu makam tüm bu tehlikelerden âmânda kalmıştır.

Günümüzde dahi üzerinde o Hazret'e (as) ait ayak izlerinin durduğu o mübarek makam yerinde durmaktadır. Pirinçten bir koruma içerisinde muhafaza edilen bu mübarek kademgahın üzerinde incelikle seçilmiş Ayete'l Kürsi'nin içerisinde geçen şu cümle yazmaktadır:

"Onları koru(yup gözet)mek, kendisine ağır gelmez. وَلَا يَئُودُهُ حِفْظُهُمَا"[1]

İbrahim Makamı'nın Şekillenmesi

Acaba bu makamın şekillenmesi o Hazret'in Kâbe'yi inşası sırasında üzerine çıkıp, inmesiyle mi vuku bulmuştur? Yoksa Hz. İbrahim'in bu mübarek beldeye ikinci defa gelmesi ve İsmail'in (as) eşinin: "Haydi inin de ben sizleri(n ayak ya da başlarınızı) yıkayayım." demesi üzerine Hz. İbrahim (as) bineğinden inmeyip, ayağını orada bulunan bir taşın üzerine koyması ve o taşta mübarek ayak izlerinin çıkması şekilde mi bu olay cereyan eder? veyahut da o taşın üzerine çıkıp, halkın Hac etmeleri için Kabe'ye gelmelerini ilan ettiği zamandan mı kalma? Tüm bu yaşananlar veya bunlardan yalnızca biri de olsa ayağını taşın üzerine koymuş ve o taş bir hamur misali yumuşayıp, o şekli almış mıdır? Bütün bunların hepsi olabilecek ihtimallerdir ama bu konu hakkında kesin olan tek şey; İbrahim Halilullah'ın (as) ayağını o taşın üzerine koyması ve taşın da o ayağın şekline bürünmesidir. Şimdi tüm bu nakledilenlerden hangisi doğrudur diye sorulacak olunursa, bunun cevabı rivayetlerde saklıdır.

Bunun bir benzeri de "Saba" suresinde Hz. Davud'un başından geçen olaydır: Hz. Davud (as) hakkında birçok yaptığı iş dile getirilmiştir. Bunlardan bir tanesi zırh yapma sanatıydı. Bir diğeri de "soğuk ve sert demiri onun elinde yumuşattık!" burada Kuran'ın tabiri "alna" olmakta yani biz onun için yumuşattık ama zırh yapımında söz sanattan açılmakta. Çünkü zırh yapımı belli bir el becerisi istemekte, bilgi ve tecrübeye gereksinim duymaktadır. Ayrıca bu sanat başkalarına da aktarılabilir. Ama başkaları sert ve soğuk olan demiri parmaklarıyla yumuşatamazlar. Burada söz öğretmekle alakalı değil. Zaten "Biz ona demiri nasıl yumuşatacağını öğrettik" buyurmamıştır. Aynı demir döküm atölyesi gibi bu başlı başına bir ilimdir, tecrübedir mucize değil. Şöyle buyurmuştur: "Sıradan birisi mumu nasıl istediği gibi şekilden şekle sokabiliyorsa, demir de Davud'un o mübarek ellerinde aynı bir mum misaliydi, istediği şekle sokabiliryordu."

İbrahim makamı da bu kabildendir ama şu farkla: "Biz o taşı o kadar yumuşak hale getirdik ki Hz. Halil (as) onun üzerine bastığında ayakları gömüldü ve izleri kaldı." Tüm bunlar bir kenara o ayak izleri nasıl ki Davud (as) için demir bir sembol olmuştu, o gerçek Hak dostu Halil (as) için de sembol oluvermişti.

Peki, Makam-ı İbrahim bir başına nasıl beyyinat ayetleri olmaktadır? Bunun için de iki ihtimal vardır ve az önce ilk ihtimali beyan ettik ve Zemahşeri de bu konuyu değindiğimiz gibi zikretmektedir.

Bir olasılık da: "Beyyinat ayetleri" birçok örneğe haizdir ve bunlardan birisi İbrahim makamıdır ve bir diğeri de ayette geçen: "Oraya giren, güvene ermiş olur." cümlesidir.

- - - - - - - - - - 

[1] Bakara/255

[1] Tefsiru'l Kebir, C.8, S.145
[2] Kureyş/4
[3] Ankebut/67
[4] Bakara/125