Düşünce | İslamî Araştırmalar

Doğu - Batı Felsefesi diye bir şey var mı?

Müslüman âlimler kafilesi, geçmişte Hazar Denizi kıyılarından Atlas Okyanusu’na kadar devinimdeydi ve ilim ve bilimi yok olma tehlikesinden kurtardı ve ona tekrar can suyu verdiler.

.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Allâme Muhammed Takî Caferî

Bence Batı’nın çökmüş kültürlerini ve bölge olarak Batı’nın özellik ve niteliklerini saymazsak, “Batı Felsefesi” diye bir şeyden bahsedemeyiz.

Nitekim doğunun fenomenolojik ve ontolojik özellik ve niteliklerini çıkardığımızda da geriye “Doğu Felsefesi” diye bir şey kalmayacaktır.

Gerçek olan, insan ile “yaratıcısı, kendisi, dünyası ve türdaşları ile ilişkisi” meselelerdir. Kişinin karşılaştığı bu mesele ister doğulu olsun ister batılı; ister dün olsun ister bugün fark etmez.

Ancak işaret ettiğimiz üzere her coğrafya, bilimsel ortamı, doğal çevresi, değişmez-köklü kültürel bağları hasebiyle meselelerle karşılaşmada, onu tanımlamada, anlamlandırmalarda ve çıkarım yöntemlerinde -örneğin özel tanımlamalar, hatta salt akılsal veya amprik çıkarım ve diğerleri- mutlaka etki bırakırlar. Ancak buradan öteye geçtiğimizde fenomenoloji ve insanın dünya ile ilişkisi bağlamında doğulu - batılı diye bir ayrıma gidemeyiz. Hatta bu ikisi de bu sorunu çözmek zorundadır.

İnsan için “bu dünyanın gerçekliği, ereği ve amacı var mı yok mu?” sorusu daima vardır. İster doğulu ister batılı olsun, insan için bu soru yanıtlanmalıdır. Hatta bu durum kültürel hâkimiyete göre değişkenlik sergilese de.

Şimdiki konumda Doğu ve Batı’yı göz önünde bulundurursak, Müslüman şark için felsefe şöyledir: “varlığa onun yüce niceliği ve ereğine bakış”. Bu, akılcı olsa da bu, Müslüman doğunun yaklaşımının, ilimlerinin ve bilgisinin salt akılsal olduğu, sezgi ve deney ile ilişkisiz olduğu anlamına gelmez. Çünkü Müslüman âlimler kafilesi, geçmişte Hazar Denizi kıyılarından Atlas Okyanusu’na kadar devinimdeydi; özellikle hicri üç, dört ve beşinci yüzyılda ilmi, yok olma tehlikesinden kurtardı ve ona tekrar can suyu verdiler. Şüphesiz, o tarihten sonra da Müslümanlar, çeşitli bilimsel bakışlarla, fiili insanî ve tabiat ilişkilerini irdeledirler. Biliyoruz ki ilmî kazanımlar; gözlem ve tecrübelere dayanır ve Müslüman bilginler, o dönemde de aynı yolla bilimsel faaliyetlerini sürdürdüler.[1]


[1] Geçmiş ve Günler, Allâme Muhammed Takî Caferî Tebrizî, s.144, İslâmî Kültür Neşir Bürosu, II. Basım, 2023