Ehlader Araştırma Bölümü
Her ne kadar modern dönemde medrese ve ilim havzalarının İran İslam Cumhuriyeti'nde çokluğu göze çarpsa da ilk dönemden günümüze kadar beşiği ve merkezleri olan şehirleri örnek alırsak, tamamen Iraklı Arap bir ortamında doğmuş ve büyümüş bir eğitim sistemini olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Zira tarihsel açıdan Irak, Şiilik ile özdeşleşmiş bir ülke olmuştur. Nitekim İslamiyet’in ilk dönemlerinden itibaren Şiilerin çoğu İmam Ali'nin Kufe'yi hükümet merkezi olarak değiştirmesi ile Irak’ın Necef'e, İmam Hüseyin'in şehadeti ile özdeşen Kerbela'ya, iki Ehl-i Beyt İmamı'nın metfun olması hasebiyle öte yandan irfani ve tasavvuf akımları ile Kazımeyn/Bağdat'a ve Hz. Mehdi ile de Samarra'ya gelip buraları merkez edinmişlerdir.
İlim okulları olarak bilinen Havza-yı İlmiyye, Şii İslam’ın eksenini ve şahdamarını oluşturmaktadır. Havzatu'l İlmiyye’nin çerçevesi dâhilinde karmaşık bir kültürel ve dini alan oluşmuştur. Havza-yı İlmiyye tabiri caizse aynı yaşayan ve kemale ermeyi hedefleyen bir insan gibidir. İlim Havzaları başta Atabat-ı A'liyye olarak bilinen Kutsal Şehirlerin sosyo-ekonomik yaşantısının ayrılmaz bir parçası olmakla birlikte Şii dünyasını şekillendiren ve sosyo-politik alanda karar üreten eşsiz bir mekanizmadır.
Kadim Zamanlardan Elimize Ulaşan Necefü'l Eşref'teki İçtihat Dersinden Bir Kare
Geçmişte olduğu kadar günümüzde de Havza-yı İlmiyye, Şii Merciliği önderliğinde Ortadoğu’yu şekillendiren ana faktörlerden biridir. Nitekim 2003 yılında Amerika’nın Irak’ı işgal etmesi ve sonrasındaki yapılandırma sürecinde baş aktör olarak yer almış ve tüm detaylarıyla Irak’ın siyasi yaşamında oldukça etkili olmuştur. Necef ve Kerbela gibi merkezi yerlerde İngiliz askerlerini saf dışı bırakmada ve Amerika'nın etkinliğini azaltmada bu medreseler oldukça stratejik kararlar almayı bilmiştir. Ama Samarra hem Şii nüfusunun azlığı hem de ilmi bir medresenin halihazırda faaliyet göstermemesi nedeniyle fanatik gruplarca yıkıma uğramış ve şu anda dahi gerekli emniyete haiz değildir.
Şii Dini Merciler yani Ayetullahlar siyasal istikrar ile güvenliğin olmadığı Irak’ta emniyet supabı rolünü üstlenmiş, toplumsal ve siyasal açıdan oldukça etkili bir rol oynayarak Irak’ta akan kanın durdurulmasını büyük ölçüde sağlamış ve ülkenin iç savaşa sürüklenmesini engellemiştir. Ülkenin yeniden yapılandırılmasında dolaylı olarak işgal güçleri ve Iraklı siyasetçilere toplumsal gücünü göstererek baskılarda bulunmuştur. Irak’ın yeniden kalkınması ve devletin vatandaşa verdiği hizmet kalitesi konusunda hükümeti eleştirdikleri, denetledikleri ve denetlemeye devam edecekleri açık bir şekilde görülmektedir.
Eski Zamanlardan Medrese Sınıfı
Bunun bir diğer örneği de İslam İnkılabı öncesi İran'da yaşanmış ve asırlardır süregelen bir dikta rejimini Havza-yı İlmiyyeler sayesinde alaşağı etmiştir. Yakın dönemde ise bölgede istediği gibi at koşturan İsrail'i Ayetullah Seyyid Hüseyin Fadallah'ın desteği ile yine bir İlim Havzası talebesi olan Seyyid Hasan Nasrallah'ın öncülüğündeki Hizbullah, 33 Gün Savaşı olarak adlandırılan stratejik bir muharebede yenilgiye uğratmış ve onlarca yıldır süregelen güç dengelerini bozmuştur.
Yukarıda da değindiğimiz gibi Havza-yı İlmiye’nin Ortadoğu’nun şekillenmesindeki en bariz örneği ise İran’da görülmektedir. Nitekim 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren İran siyasetinde yeniden etkili olan İlim Havzaları sayesinde Şii Merciler toplumsal güçlerini kullanarak 1979’da Şahı devirmiş ve günümüze de iktidarı elinde tutan İslam Hükümeti'ni kurmuştur.
İran’daki İslami devrim ve Ayetullah Ruhullah Musavi el-Humeyni’nin politikaları doğrultusunda Havza-yı İlmiyye yeniden ivme kazanmış ve Kum başta olmak üzere kutsal şehirlerindeki İlim Havzalarına ilahiyat öğrencileri akın etmeye başlamıştır. Havza-yı İlmiyye’den mezun olan Şii din adamları günümüzde Şiiliğin daha çok yayılmasında oldukça etkili olmaktadırlar. Nitekim Şiilerin hiç olmadığı Nijerya başta olmak üzere diğer Kuzey Afrika ülkeleri gibi dünyanın birçok yerinde modern dönemde Şiilik gözle görülür şekilde yayılmaktadır. İlim Havzaları ile Şii Mercilerin söz konusu rolü Irak ile İran’ın yanı sıra Lübnan, Bahreyn, Suudi Arabistan, Azerbaycan, Afganistan, Pakistan ve cılız da olsa Türkiye gibi birçok ülkede farklı oranlarda toplumsal ve siyasal alanda etkinliğini devam ettirmekte ve uzun süre de etkinliğini sürdürecek gibi görünmektedir.
Merhum İmam Humeyni'nin Talebelere Verdiği Bir Dersten Kare
Havza-yı İlmiyye’nin Tarihi Gelişimi
İlim Havzalarının temelleri Ehl-i Beyt imamlarının beşincisi olan İmam Muhammed Bakır ile Caferiliğin isim babası olan 6. İmam Cafer-i Sadık döneminde atılmıştır. Bu dönemden sonra Havza-yı İlmiyye giderek belirginleşmiş ve Abbasi döneminde büyük bir atılım gerçekleştirmiştir. Selçuklular Bağdat’ın yönetimini ele aldıktan sonra güçlü bir mezhep çatışması meydana gelmiş ve 1056’da Şiiliğin önde gelen isimlerinden biri olan Şeyh Tusî’nin evi saldırıya uğrayıp o meşhur büyük kütüphanesi kundaklanmıştır. Bunun üzerine Şeyh Tusi Bağdat’ta ders vermekten vazgeçmiş, Necef’e taşınmış ve orada kendi medresesini kurmuştur. Daha sonra Moğolların Bağdat’ı işgal etmesiyle birlikte Irak’ın diğer bölgeleri de işgale maruz kalmıştır. Bunlarla birlikte Muhakkık-i Hillî Şiiliğin merkezini beraberinde Necef’ten Hille’ye taşımaya karar vermiştir. Daha sonra Safaviler dönemine gelindiğinde Irak’ta çok sayıda İlim Havzası inşa edilmesiyle birlikte Safaviler kutsal şehirlerle çok yakından ilgilenmişlerdir.
Bir süre devrin en büyük eğitim merkezi olan İsfahan’ın gölgesinde kalan Necef, Safaviler’in bu ilgisinden yararlanarak çarçabuk toparlanabilmiş ve tekrar Şiiliğin akademik merkezi haline gelebilmiştir. Gerçekten de, Necef’teki İlim Havzalarının çağdaş Şii bilginleri kendilerini 11. yüzyıldan 21. yüzyıla gelen bir Merciler listesi aracılığıyla, Şeyh Tusî’nin halefleri sayarlar. Nitekim halen Necef’te Şeyh Tusî’nin adını taşıyan bir caddede medresesi dini eğitim vermeye devam etmektedir. Necef’in Şiilik dünyasında liderlik statüsünü sürdürmesi hiç kolay olmamıştır. Nitekim 18. yüzyılın sonlarında Necef, iki kez Irak içindeki liderlik rolünü yitirmiştir. Şii eğitim merkezi olan Necef, 13. yüzyılın ikinci yarısından 15. yüzyılın sonuna değin Hille’ye taşınmıştır. 1737–1797 yılları arasında ise Kerbela Şiilik dünyasının merkezi olmuştur. Necef, tekrar Şii Mercii Muhammed Mehdi Bahru'l Ulum (ö. 1797) ve Şii Mercii Şeyh Cafer Kâşifu'l Gıta (ö. 1812) zamanında toparlanmıştır.
Necef’in liderliği Kerbela’dan devralmasında büyük rol oynayan başlıca olaylar Kerbela’daki Büyük Şii Mercii Muhammed Şerif Mazandaranî’nin 1830’da vefatı ve Osmanlı’nın 1843’te Kerbela yönetimini yeniden ele alması olmuştur. Her ne kadar büyük Şii Mercii Muhammed Hasan el-Şirazî’nin Necef’ten Samarra’ya göçmesinin (1875-1898 ) ardından Samarra’nın önemi arttıysa da, Necef yine de önde gelen Şii akademik merkezi olarak üstünlüğünü yitirmemiş ve bu statüsünü Saddam Hüseyin'in Baas Rejimi dönemine kadar inişli çıkışlı olarak sürdürmeyi başarmıştır. Bugün ise tekrar ayağa kalma haline yaklaşmıştır. Kum şehri de modern dönem eğitim merkezleri arasında henüz öncülüğünü korumakta ve İlim Havzaları statüsünde Şiiliğin kalbi konumdadır.
Modern Dönem Talebelerin Bir Konu Üzerindeki Ders Sonrası Mubahasesi
Havza-yı İlmiyye’yi Etkileyen Faktörler
Şii eğitim merkezlerinin yükselişi ile düşüşlerinde birçok etken vardır: su kaynakları, güvenlikteki değişiklikler, Şii hukuk sistemi içerisindeki gelişmeler, üstün Mercilerin ikamet yeri, fon ve öğrenci akışı ve hükümetlerin politikaları.
Bu faktörlerin istikrarsız niteliği ve İlim Havzalarının üstünlük için sürekli rekabetleri yüzünden hiçbir yerin önemini yitirmeyeceğinin ya da Samarra örneğinde olduğu gibi toptan çöküş yaşanmayacağının güvencesi yoktur. el-Şirazî’nin 1875’te Necef’ten Samarra’ya taşınmasının ardından, Samarra çok küçük bir kutsal şehir olmanın yanı sıra zengin bir eğitim merkezine dönüşmüştür. Ekonomik bir patlama yaşayan Samarra’ya çok sayıda ziyaretçi akın etmiştir. el-Şirazî büyük miktarlarda bağış ve maddi fon elde etmiş ve Samarra’ya çok sayıda öğrenci çekmiştir. O dönemlerde el-Şirazî’nin ününe dayalı olan medresesi, kendisinden çok daha büyük ve köklü olan Necef akademik merkezine adeta meydan okumuştur. Fakat el-Şirazî’nin 1895’te ölümünden sonraki bir yıl içerisinde, geniş öğrenci çevresi erimiştir. Çoğu Samarra’yı terk ederek Necef’e ya da Kerbela’ya gitmiştir. O zaman başlayan Samarra’nın çöküşü ziyaretçilerin hızla kesilmesiyle daha da şiddetlenmiştir. 20. yüzyıl başlarında Şehrin ekonomisi tümüyle durgunlaşmıştır. 1933’te şehirde talebelerin aldığı ödeneği tek bir Azerbaycanlı tüccarın bağışına bağlı olan kırk kadar öğrenci kalmıştır. 20. yüzyılın sonlarında Saddam Hüseyin’in baskıcı politikaları nedeniyle Samarra’da Şiilikten arta kalan sadece türbeler ve oraya gelen az sayıdaki ziyaretçiler olmuştur. Evrilen nüfus ve bölgeye yavaş yavaş yerleşen fanatik sözde dindarların ardından burası iyiden iyiye popülerliğini de yitirmiştir.
2003’te Irak’ın Amerika tarafından işgal edilmesiyle yaşanan gelişmeler ve el-Kaide gibi radikal Sünni grupların Samarra ve civarlarında söz sahibi olmaları şehirdeki İmam Hadi ve İmam Hasan el-Askeri'nin mübarek türbelerini ziyaret eden ziyaretçilerin şehre giriş-çıkışları tamamen engellemiştir. Kısa sürede söz konusu türbeleri bilfiil ortadan kaldırmak üzere 10. ve 11. İmamların mübarek kabirleri olan el-Askeriyye türbesine de bombalarla saldırı düzenlenmesiyle ülkede iç savaşın doruk noktasına gelinmiştir.
Politik ve sosyo-ekonomik koşullar tıpkı 2003’te de olduğu gibi 19. yüzyılda Necef’in yükselmesinde temel rol oynamıştır. Nitekim Kerbala’ya nazaran Necef, Vahhabi saldırılarına daha fazla maruz kalmamıştır. Ayrıca Kerbela’nın yaşadığı ağır Osmanlı baskınlarını yaşamamıştır. Vahhabi tehlikesine karşı, Muhammed Bahru'l Ulum ve Kâşifu'l Gıta başta olmak üzere, ileri gelen Şii Merciler Necef’in konumunu güçlendirmeye ve hem Irak içinde hem de Irak dışında İslam'ı yaymaya çalışmışlardır.
Osmanlı-İran savaşlarının sonuncusu 1823 yılında Birinci Erzurum Antlaşması ile sona ermiştir. Bunun, Irak sınırlarına getirdiği göreceli istikrar, 19. yüzyılın sonuna kadar Şii dünyasının büyük bir bölümünün önemli ölçüde Avrupa baskıları ve işgalinden kaçmasıyla daha da güçlenmiştir. Bu, Necef başta olmak üzere, İran, Hindistan ve başka yerlerden kutsal şehirlere büyük miktarlarda özel ve devlet fonları akışını kolaylaştırmıştır. Hindiyye Kanalı’nın 1803 yılında tamamlanması şehre düzenli su kaynağı sağlamıştır. Şehrin su kaynağındaki büyük gelişme Necef’in dinamik biçimde eğitim faaliyetlerini sürdürmesine olanak sağlamıştır. Dönemin ileri gelen Mercileri'nin dizinin dibinde ders okumak için şehre akın eden çok sayıdaki öğrenciyi barındırmak üzere birçok yeni medrese inşa edilmiştir.
Necef’in Şii Arap dünyası içerisindeki prestiji onun bir edebi faaliyetler merkezi olmasından da kaynaklanmaktaydı. Bu imaj, komşu Hille’den 19. yüzyıl sonlarında Arap şiir ve düzyazı edebiyatının yeniden canlanması ile daha da güçlenmiştir. Şii kaynakları 19. yüzyıl sonunda ve 20. yüzyıl başında Necef’teki öğrenci sayısını on ila on beş bin olarak vermektedir. 1918 yılında Necef’te yazılmış bir İngiliz raporu ise bu sayıyı altı-yedi bin olarak göstermektedir. Ancak bu sayının ikinci rakamdan daha yüksek olduğu yönünde bilgiler bulunmaktadır. Nitekim 1918 yılından önceki dönemde gerileme yaşanmış ve öğrenci sayısında ciddi düşüş olmuş ve 20. yüzyılın eşiğinde Necef’teki öğrenci sayısının sekiz bini aşkın olduğuna dair tahminler bulunmaktadır.
En büyük grup, 1918’de öğrenci nüfusunun yaklaşık üçte birini oluşturan İranlılardı. Azerbaycanlılar, Hindistanlılar ve Lübnanlılardan, Körfez bölgelerinden ve diğer Arap ülkelerinden gelen öğrenciler diğer önemli grupları oluşturmaktaydılar. O dönemde Ehl-i Sünnet bayraktarlığı yapan Osmanlı Devleti'nden ise neredeyse hiç talebe yoktu. 1918’de Necef’te faaliyet gösteren ve tümü yatılı olan 20’ye aşkın İlim Medresesi bulunmaktaydı. Bunlardan en büyükleri 500 civarında öğrenci kapasitesindeydi. Bu Havza-yı İlmiyyeler'in bir kısmı eski medreselerin yerine kurulmuştu. Genellikle kurucularının adını taşımasıyla birlikte şehir dışından ve özellikle diğer ülkelerden gelen bekâr öğrencileri barındırmak amaçlı yatakhaneler içermektedir. Evli öğrenciler ve aileleri şehirdeki özel hanelerde halk arasında yaşarlar. 2017 senesindeki rapora göre yalnızca Necef’te 40’a yakın Havza-yı İlmiyye bulunmaktadır.
Sınav Esnasında Talebeler
Merciler, Merciliğin cazibesini yitirmemesinin yanı sıra öğrencilere daha rahat bir ortam ve refah sağlamayı amaçlayan farklı girişimlerde de bulunmaktadırlar. Örneğin 1994 yılından beri Şii dünyasının en önemli isimlerinden birisi olan Ayetullah el-Uzma Seyyid Ali Sistani’nin merciliğine bağlı olan çok sayıda kurum bulunmaktadır. Elbette İslam İnkılabı sonrası İran'daki Havza-yı İlmiyyeler'in durumu Irak'a göre daha rahattır.
Havza-yı İlmiyye, Necef’in sosyo-ekonomik yaşantısının ayrılmaz bir parçasıdır. Talebelerin, ziyaretçilerin ve şehir sakinlerinin refahı birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Talebe nüfusunun tahmin edildiği gibi sekiz binin üzerinde olduğuna bakarsak 1908 yılında toplam nüfusu 30 bin olarak tahmin edilen Necef nüfusunun %22’sini oluşturur. Öğrencilerin yanı sıra bu kutsal şehre gelen ziyaretçilerin alışverişte bulunduğu yerel tüccarın refahı ile birlikte şehrin ekonomisi dini turizme bağlıdır. Başka bir ifadeyle bu iki gruba (ziyaretçiler ve talebeler) verilen hizmetin kalitesi şehrin refahı için gayet önemlidir. Lakin ne hikmettir bölge halkı bir türlü şehre gereken özveriyi verememiş ve bugün dahi kutsal mekanların bulunduğu şehirler sıhhat açısından içler acısı bir haldedir. İlim Havzaları çok sayıda ücretli hizmetkârlara istihdam sağlamaktadır. Aynı zamanda bu kurumların personeli şehir halkına çeşitli hukuk ve danışmanlık hizmetleri de vermektedir.
Havza-yı İlmiyyeler Müslümanların eğitim ve din hayatının üç önemli boyutunu barındırmaktadır: dini eğitim ve ibadet merkezi olarak cami, şehir dışından gelen öğrencilere barınma hizmeti veren yatakhaneli medreseler ve yüksek öğrenim akademilerine komşu kütüphaneler.
Havza-yı İlmiyyeler, çoğu zaman yatılı öğrencilerine, ücretli öğretmenlerin gözetiminde din eğitimi vermektedir. Caminin doğası değişik İslami hukuk okullarına ve mezheplerine mensup insanların kendisine kolayca ulaşmasına olanak sağlamaktadır. Bu nedenledir ki bir çok medresede bulunan mescitlerin sokağa açılan bir kapısı vardır ve bu kapı sayesinde eğitim gören talebeler ile halk buluşur ve bu şekilde talebeler ilk dini tebliğlerini yerine getirmiş olurlar.
İlim Havzaları, kurucusuna medresenin yönetimi, müfredatı ve eğitici kadrosu üzerinde bir dereceye kadar kontrol olanağı vermektedir. Havza-yı İlmiyye’nin kurucusu-hamisi böylece sadece belli bir hukuk okulu doğrultusunda bir eğitim kurumu kurarak diğer okulların ve mezheplerin eğitmen ve öğrencilerini en azından teorik olarak dışlamadan içinde barındırabilmektedir.
19. yüzyıldaki ve 20. yüzyılın başındaki Necef’te Havza-yı İlmiyyelerin kuruluşunda ve idamesinde maddi açıdan çok sıkıntılar çekilmiştir. Bunun bir nedeni ise somut yerel vakıf mülklerinden yoksun oluşlarıdır. Onlarda Kum ve Meşhed’deki gibi İlim Havzalarını destekleyen zengin bağışlar bulunmamaktadır. Necef’te kendi ayakları üzerinde durabilen yerel vakıf mülklerinin olmayışı, Iraklı bağışçıların kıtlığı yüzündendir. Katkı sağlayanların büyük çoğunluğu yabancılardan oluşmaktadır.
Aldıkları Eğitim ile Yetkinlik Derecesine Ulaşan Talebelerin Emmame Törenini Bekleyişleri
İran içerisinde genelde Kum'da bulunan İlim Havzaları'nın sayısı 450'yi aşmaktadır ve neredeyse yıllık 6000 yeni talebeyi bünyesine katmaktadır. İran İlim Havzaları'nın bir diğer farklı yönü ise on binlerce bayan talebenin medreselerde ders görmesidir. Öte yandan Kum İlim Havzaları'nın 2017 raporuna göre 100'ü aşkın ülkeden 25 bine yakın yabancı talebenin de bu medreselerde eğitim gördüğü anlaşılmaktadır.
Necef’teki İlim Havzalarının kurucuları genelde büyük Şii Mercileridir. Sponsorlarıysa yerliden ziyade yabancı tüccarlardır. Sünni medreselerinden farklı olarak, Şii Merciler, kurucularının vefatından sonra bile Havza-yı İlmiyyeler'in denetimini ellerinde tutmakta her ne kadar bazen sorun yaşadıysalar da başarılı olmuşlardır. Merciler zamana ayak uydurarak İslam dünyasının her bir yerinden gelen öğrencileri yetiştirerek dünyaya dağıtmakla birlikte o bölgelerde vekil olarak büroları sayesinde İslam dininin yayılması için uygun zeminler geliştirmişlerdir.
Çağın teknolojilerinden yararlanan Merciler, radyo, televizyon kanallarından ve en son internet ağından dünya genelindeki mukallitleri ile de köprülerini daha da sağlamlaştırmışlardır. Böylece Havza-yı İlmiyyeler'in varlığını devam ettirmek için daha rahat hareket etmeyi başarmışlardır. İlim Havzaları'nın devlete bağlanmaması temelinden yola çıkarak kendi özerkliğini uzun vadeli sağlamak amacı ile farklı hayır kurumlarının yanı sıra birçok plan ve projeyi hayata geçirmeye başlamış ve uygulamışlardır. Bunun en bariz örneklerinden birisi de Ayetullah Sistani’nin Kum’da kurduğu Cevadu'l Eimme Göz Hastanesi olmuştur.
İlim Havzaları'nın Gelir Kaynağı
Şiiliği diğer İslam mezheplerden farklı kılan hususlardan birisi hiç şüphesiz “Humus” konusu olmuştur. Humus, bireyin gelirlerinden artakalanı veya bazı kazançlarının beşte biri demektir. Humusun “Seyyid Hakkı” yoksul seyyidlerin ihtiyaçlarının giderilmesi için, “İmam Hakkı” İslam ilimlerinin öğretilmesi ve öğretilerinin yayılması yolunda harcanılması için kullanılmaktadır. Şiilikte bu iş Masum İmamın huzuru döneminde, bütünüyle onun denetimi altında yapılmalıdır. Masum İmamın (Hz. Mehdi'nin) gaybeti döneminde ise, “Seyyid Hakkı” hususunda müstehap olarak, “İmam Hakkı” hususunda da gerekli olarak mercilik şartlarına haiz olan bir müçtehidin denetimi altında yapılması gerektiği görüşü yaygındır.
Elimize ulaşan hadislerde de humusun ödenmesinin önemle vurgulandığı görülmektedir ve ondan, “İmam Hakkı”, “malın temizlenme sebebi” ve “imanın imtihan vesilesi” olarak söz edilmektedir. Ehl-i Beyt İmamlarının sekizinci olan İmam Rıza, tüccarlardan birinin mektubuna vermiş olduğu cevapta şöyle yazmıştır:
“...Mallar, ancak yüce Allah'ın belirlediği yolla helâl olur. Humus, dini güçlendirmede bize yardım eder, sorumluluğunu üstlendiğimiz kimselerin ve muhtaçların ihtiyaçlarını giderir ve onunla düşman karşısında haysiyetimizi koruruz. O hâlde, bizden humusu esirgemeyin ve kendinizi bizim duamızdan mahrum etmeyin; çünkü humusu ödemek rızkın anahtarı, bağışlanmanızın ve günahtan temizlenmenizin sebebi ve ahretinizin birikimidir. Müslüman, Allah'la yaptığı anlaşmaya vefa gösteren kimsedir; diliyle Allah'a icabet edip, kalbiyle O'na muhalefet eden kimse değil…”
İslam İnkılabı'nın Temellirinin Atıldığı ve Birçok Önemli Din Aliminin Yetiştiği Fevziyye Medresesi
Taklitle birlikte Humus zorunlu olduğundan Şiiler, çoğunluk olarak humusu direkt taklit ettikleri mercilere ya da onların vekillerine vermeyi tercih etmektedirler. Bu sayede Merciler büyük miktarda fon elde etmektedirler. Merciliğin en büyük geliri olan bu fon Merciliği ayakta tutar, gücünü her zaman korur, Havza-yı İlmiyyeler'in giderlerini karşılar ve topluma yönelik hayır işleri ile hizmetleri devam ettirir. Bu şekilde bir tebliğ dini olan İslam'ın yayılmasına maddi açıdan yardımcı olur. İşte bu son fonksiyon toplumu Merciliğe daha çok bağlamakla birlikte Mercilerle toplum arasındaki bağların sıkı kalmasının önemli nedenlerinden biridir.
İlim Havzaları ile talebelerin yanı sıra diğer hayır işleri için harcanan bir başka gelirse kutsal türbelere bir diğer tabirle Haremler'e bağışlanan fonlardır. Bu bağışlar türbelerin tamiri ve hizmetkârları için de harcanmaktadır.
Özellikle Perşembe ve Cuma günleri, bayram veya Muharrem ve diğer dini törenler sırasında yapılan bağışlar ile Şii Merciliği, bu sayede toplumun saygısı ile desteğinden kaynaklanan ve durmadan büyüyen büyük miktardaki fonlar sayesinde Ehl-i Sünnet İlim Havzaları'ndan farklı olarak mali ve siyasi bağımsızlıklarını hiçbir zaman yitirmemiştir. Hükümetler tarafından gelen mali destek ve teklifleri bugüne dek reddedilmiştir ama Sünni medreseler bunu kabul ettiği için otoritelerini günbegün kaybetmiş ve devletlere bağımlı hale gelmişlerdir.
Şii Merciliği, mali ve siyasi bağımsızlığını korumakla entelektüel bağımsızlığını da güvence altına almıştır. Bu özgürlük, Mercilerin faaliyetlerine yansımaktadır. Nitekim hükümetlerin otoritesi dışında çalışan Şii Merciler İngilizlere karşı Osmanlıyı korumuş ve 2500 yıllık Şahlık Rejimine karşı zafere ulaşan İslam İnkılabı'ndaki gibi zaman zaman hükümetlere karşı koymaktan çekinmemişlerdir. O kadar ki İmam Hüseyin örneğinde olduğu gibi Şiilik tarihi hemen hemen hükümetlere karşı koymakla bilinmiş ve bir kısım yazarlarca 'Devrim Mezhebi' olarak adlandırılmaktadır. Bazen de Merciler hükümetlerin kurtarıcısı konuma gelerek ülkenin anahtarını ellerinde bulundurmuşlardır. Nitekim işgal sonrası Irak’ta Ayetullah Sistani bu konuma gelmiş durumdadır ve Irak’ın emniyetini sağlayan isim olarak bilinmiştir.
Havza-yı İlmiyye’de Eğitim Sistemi
İlim Havzaları'nda eğitim gören bazı öğrencilerle görüştüğümüzde İslami düşüncenin sürekli olarak yenilendiğini, üstatlarla talebeler arasında entelektüel teşvik ve bilim alışverişi yaşandığını vurguluyorlardı. İlginçtir ki Irak'ta öğrenimde başarı notu yoktur: Talebelerin aldıkları dersleri geçmek için söz konusu derste eğitmenlik yapacak kadar performans sergilemeleri gerekmektedir. Bu durum İran genelinde ise tam tersidir neredeyse tüm İlim Havzaları'nda bir imtihan sistemi ve başarı notu vardır.
Talebeler, Havza-yı İlmiyye’ye son derece gayret ve çalışma aşkı ile din alanında uzmanlık edinmek için gitmektedirler. Genellikle bir konum, devlet makamı ya da maddi getiri peşinde değildirler. Mezun olmaları için Şii (Caferi, İsnaaşeriye) düşünce ve şeriat alanlarındaki son gelişmeleri iyi bilmeleri de gerekmektedir. Şiiliğin içtihat üretme süreci diğer mezheplerden daha açık oluşu nedeniyle İlim Havzaları'nın vermiş olduğu mezunları, İslam hukukunu günlük yaşantılarına uygulamakta, Sünni meslektaşlarına göre daha başarılı olmaktadırlar. Gerçekte, Havza-yı İlmiyye’de eğitim alma uzun ve meşakkatli bir süreç gerektirmektedir.
Ahund-i Horasanî'nin Bir İçtihad Dersi ve Yanında Oturan Ayetullah Burucerdi
Talebeler farklı yaşlardan oluşmaktadırlar. Kimileri küçük bir burs, günlük tayin ve yatılı kalma imkanı olduğundan otuz ila kırk yıllık bir eğitim sürecinden geçmektedirler. Merciler de zaten gayet basit ve mütevazı bir hayat yaşarlar. Dersler genelde İlim Havzaları'na, haremlerde tahsis edilmiş oda ve salonlarda ya da Mercilerin evlerinde verilir.
Mercilerle talebeler arasındaki himaye ilişkisi Havza-yı İlmiyye’de eğitim hayatının temel özelliğidir. Talebeler belli bir Merciin takipçisi olmakla birlikte geçimlerini onlardan aldıkları bursla ve öte yandan taklit etmedikleri diğer Mercilerin de sunmuş olduğu burs imkanlarından yararlanarak sağlamaktadırlar. Ama genel itibari ile verilen bu burslar talebeleri kıt kanaat geçindirmektedir.
Irak'ta klasik eğitim alan talebelerin profesyonel kariyerleri, genellikle Havza-yı İlmiye'den değil, doğrudan öğretmenlerinden alacakları yeterlilik sertifikasına bağlıdır. Bu durum Lübnan ve İran'da tam tersidir.
Öğretim, kimi yerde çalışma çemberleri (hilal) şeklinde düzenlenmekte, kimi yerde ise bir sınıf eğitimi şeklinde olmaktadır. Hilalin açık kısmında Merciler yer almaktadır. Talebeler yere, üstadın etrafına ya da dersi vermek için kullandığı kürsünün yanına otururlar. Kimi Merciler, başlangıç, orta ve ileri düzey derslerin tümüne girerek talebeler üzerindeki yakınlığını genişletirler. Mercii vefat ettiği zaman onun çalışma halkası dağılır. Bazı üst düzey mukallit yani takipçiler imkan varsa kendi halkalarını oluşturmaya başlarlar. Diğer talebeler ya başka bir kıdemli Merciin halkasına katılır ya da evine dönmeyi tercih eder.
Ayetullah Burucerdi'nin Talebelere Verdiği Dersten Bir Kare
Eğitim üç aşamadan oluşmaktadır. Başlangıç diye adlandırılan el-Mukaddimat yani ilk aşama üç ila beş yıl sürer. Klasik eğitim sisteminde talebeler kendilerini eğitmek üzere bir üstat seçerler. Bu genellikle üst düzey bir öğrenci olur. Çalışmalarında Arapça dilbilgisi, sözdizimi, nesir ve mantık üzerinde yoğunlaşırlar. Öğrenciler bunun yanı sıra ilahiyat, Arap Edebiyatı ve diğer popüler dersleri ekleyebilirler. İran'daki İlim Havzaları'nın uyguladığı modern eğitim sisteminde ise sınıflar hazırlanır, üstat davet edilir ve talebeler bu derslere katılırlar. Çünkü günümüzde genellikle Irak'ın uyguladığı klasik sistemde üstat bulma konusu oldukça meşakkatlidir.
Orta seviye olan ve el-Sutuh diye adlandırılan ikinci aşamada, rasyonel hukuk ve hukuksal çıkarımın ilkeleri, Kur’an tefsiri ve din felsefesi yer almaktadır. Talebeler bu aşamada da kendi üstatlarını seçmekte serbesttir. Bu aşama genellikle üç ila altı yıl sürer. İlk iki aşama, küçük oturumlar şeklinde düzenlenen sınıflarda geçen en yorucu ve en tüketici aşamadır. Din talebelerinin ilerlemelerinin ölçütü, ancak derslere devam ve çalışmalara kendilerini adama ile olur. Zayiat bazı dönemlerde büyük olur ve bunun neticesinde ise birkaç öğrenci son aşamaya geçebilir.
Üçüncü aşama ise Bahsu'l Haric diye adlandırılan içtihat dersleridir. Bu aşamada dersler, doğası gereği daha kolektif ve herhangi bir kitaba bağlı kalmadan geçer. Talebeler hatta kimi zaman Merciler, ya hukukun ilkeleri ya da hukukun pratiği konularında önde gelen Ayetullahlardan birini dinlemek için toplanırlar. Merci genellikle ortaya bir hukuki problem atar, üzerinde yorum yapar, farklı Müslüman okullarının görüşlerine değinir ve nihayet kendi görüşünü açıklar. Talebeler hukuki konular üzerinde tartışabilir, Merciin görüşlerine karşı çıkabilirler. Başka bir ifadeyle kendi görüşlerini kanıtlamaya ve Mercilere inandırmaya çalışırlar. Böylece özgüvenleri ve tartışma becerileri geliştirilir. Medresede 15 ila 25 yıl geçiren başarılı öğrenciler sonunda kendi hocaları olan Mercilerden İslam Hukuku konularında hüküm verme yetkisini içeren bir sertifika alırlar. Böylece talebeler, kariyerlerini Merci öğretmenlerinin şöhreti üzerinde inşa etmiş olurlar.
Havza-yı İlmiyye sadece şeriat konularında uzman yetiştirmekle kalmamış, aynı zamanda eğitimlerinin en az bir bölümünü İlim Havzaları'nda tamamlamış bir edebiyatçılar kuşağı da yetiştirmiştir. Gerçekten de, Muhammed Rıza eş-Şebibi, Muhammed Mehdi el-Cevahiri, Ali eş-Şarki gibi kişiler 20. yüzyılda Irak’ın en önemli edebiyatçılarından olmuşlardır. Öte yandan geleneksel eğitim sisteminden geçen talebelerin önceki dönemlerde astroloji, matematik ve müzik alanlarında da başarılı eserler ortaya koyduğu bilinir.
Hz. Masume'nin Haremi'nde Mubahase Yapan Talebeler
Bunların yanı sıra modern dönemde siyasetle birlikte diğer alanlarda yetişen din adamları görülmektedir. Merhum İmam Humeyni, Ayetullah Seyyid Ali Hamenei, Seyyid Hasan Nasrallah gibi isim yapmış İlim Havzası talebelerini saymazsak 2004–2005 tarihleri arasında Irak Başbakanı olan İbrahim el-Caferi ve 2003’te vefat eden ünlü din alimi ve modern Arap şairlerden biri olan Ahmed el-Vaili ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani de bunlar arasındadır.
Talebeler arasındaki ders tartışmaları, Atabat-ı A'liyye ve eğitim kenti olan kutsal şehirlerde, öğrencilere dini ve edebi alanlarda ilerlemek için önemli fırsatlar sağlamaktadır. Bu şehirlerdeki Havza-yı İlmiyyeler asırlar boyunca dini fikirlerin ve ideolojilerin ambarları, edebi faaliyetlerin merkezi olmuştur. Yine İslam felsefesi bu medreselerde filizlenmiştir. İlim Havzaları Şii İslam düşüncesinin sürekli olarak yenilenmesi uğruna çaba gösterir. Üstatlarla talebeler arasında entelektüel teşvik ve bilim alışverişi her daim yaşanır.
Ayetullah Sistani'nin Necef'te Kurduğu Bir Medrese
Ayetullahlar, Şii Merciliğinin cazibesini yitirmemesinin yanı sıra kutsal şehirlerdeki Havza-yı İlmiyyeler'de eğitim gören öğrencilere daha rahat bir ortam ve refah sağlamayı amaçlayan farklı girişimlerde de bulunmaktadırlar. Şii Merciler İlim Havzaları'nın özerkliğini uzun vadeli sağlamak amacı ile farklı hayır kurumlarının yanı sıra birçok plan ve projeyi hayata geçirmeye başlamış, uygulamış ve uygulamaktadırlar. Bu politikalar sayesinde Şiiler diğer kesimlere nazaran Havza-yı İlmiyeler'in denetimini kurucularının ölümünden sonra ellerinde tutmayı büyük ölçüde başarabilmişlerdir.
Merciler, kutsal şehirlerdeki İlim Havzaları sayesinde eğitim çevrelerini kontrol altına almayı başarmışlardır. Böylece Şii nüfusunun yoğun olduğu bölge veya ülkelerdeki öğrencilerden ve takipçilerinden bir ağ kurmayı da başarmışlardır. Yukarıda irdelenen konular göz önünde bulundurulduğu zaman kutsal şehirlerdeki Havza-yı İlmiyyeler sayesinde Şii Mercilerin toplum üzerinde edindiği otorite ve statünün devam edeceğini ve bulundukları bölge ve ülkelerin geleceğini şekillendirmekte eksen rol oynamayı sürdürecekleri görülmektedir.