.
.
Ehlader Araştırma Bölümü
Rahmân ve rahîm Allah’ın adıyla
Önceden de belirttiğimiz gibi kişinin haysiyeti onun en büyük sermayesidir. Haysiyetin tehlikeye düşmesi canın tehlikeye düşmesi gibidir. Bazen haysiyete saldırmak, kişinin kendisine saldırmaktan daha önemli sayılmaktadır. İşte bu yüzden bazen bu günah adam öldürmekten de daha ağır olur.
Gıybetin haram edilmesinin felsefelerinden biri işte bu büyük sermayenin korunması ve insanların saygınlığını yitirmemesi, hasiyetine leke gelmemesidir. Bu konuyu İslam dinî olağanüstü bir ehemmiyetle önemsemekte ve üzerinde durmaktadır.
Diğer bir husus da gıybetin insanlara karşı kötü bir “ön yargı” oluşturmasıdır. Gıybet toplumsal bağları gevşetir, güveni yok eder ve yardımlaşma temellerini sarsar.
Bilindiği üzere İslam dinî İslam toplumunun birliği ve vahdeti hususunda ve onun sağlamlığı ve birlikteliği için olağanüstü bir ehemmiyetle ona yaklaşmaktadır. Bu birlik ve bütünlüğü sağlamlaştıran bütün her şey, İslam dininin benimsediği ve alaka duyduğu şeyler arasındadır ve onu zayıf ve düşkün kılacak her şeye karşı da nefretle bakmaktadır. Gıybet ise bu temelleri zayıflatan en önemli unsurlardandır.
Bunların yanı sıra gıybet, kin ve düşmanlık tohumlarını kalplere serper. Kimi zaman da kan dökülmesine neden olacak ve katliamlara sebebiyet verecek tartışmaların ana kaynağı olur.
Özetle: İslam dininde gıybet, en büyük günahlardan biri sayılmışsa, onun ferdi ve toplumsal kötü etkilerinden dolayıdır.
İslam kaynaklarında çok korkutucu tabirler bu hususta rivayet edilmiştir. Bunlardan bir kısmını örnek olarak aşağıda zikredeceğiz; Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“İnsanın faizden elde ettiği bir dirhem, Allah katında günahı otuz altı zinadan daha büyüktür! Her faizden daha büyük olan ise, Müslüman kimsenin hasiyeti ve onurudur”[1]
Bu mukayese, “zina” suçunun ne kadar çirkin ve kötü olduğundan dolaydır ve bu günah Allah hakkındandır. Fakat “faiz yeme” ve ondan daha kötüsü insanların hasiyet ve onurunu gıybet etme yolu veya diğer bir şeyle kırmak kul hakkına girer.
Bir rivayette şöyle geçer: Bir gün Peygamber (s.a.a) yüksek sesle hutbe okuyarak şöyle feryat etmiştir:
“Ey diliyle iman edip kalbiyle iman etmeyen topluluk! Müslümanların gıybetini etmeyin. Onların ayıplarını araştırmayın. Artık kim din kardeşinin gizli ayıplarını araştırırsa Allah kendisinin sırlarını ortaya çıkarır ve kendi evinde onu rezil eder!”[2]
Başka bir rivayette Allah’ın Hz. Musa’ya (a.s) şöyle vahyettiği geçmektedir:
“Yaptığı gıybetten tövbe ederek ölen bir kimse cennete en son girecek kişidir. Gıybet etmekte ısrarcı olan kimse ise cehenneme girecek ilk kişidir!”[3]
Yine Peygamber (s.a.a) bir hadisinde şöyle buyurmuştur:
“Gıybetin Müslümanın dinindeki gösterdiği etki, cüzzam hastalığının bedende gösterdiği etkiden daha hızlıdır!”[4]
Cüzzam hastalığı nasıl insan bedenini yiyip bitiriyorsa, gıybet de insanın imanını süratle yiyip bitirmektedir. Gıybetin ana sebepleri haset ve çekememezlik, tekebbür, cimrilik, kin ve intikam alma duygusu ve kendini beğenmişlik gibi çirkin ve kınanmış sıfatlardan meydana geldiği göz önünde bulundurulacak olursa, Müslümanların onur ve haysiyetini ortadan kaldıran gıybet hakkında, neden böylesine insanın imanını yiyip bitirdiğini anlamak da kendiliğinden ortaya çıkacaktır.
Bu hususta İslam kaynaklarında birçok rivayetler vardır. Biz burada onlardan birini İmam Cafer Sadık’tan (a.s) naklederek, bu konuyu sonlandırmak istiyoruz. İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Her kim bir mümini insanların gözünden düşürmek kastıyla onun ayıbını ortaya çıkarır veya haysiyet ve onurunu zedelemek için bir söz söylerse, Allah onu kendi velayeti altından çıkarır ve şeytanın velayeti altına sokar. Ancak şeytan da onu kendi velayeti altına kabul etmez.”[5]
İnsanı derinden sarsan bu sözler ve vurgulamalar, İslam dininin müminin toplum içerisindeki haysiyet ve onuru korumak amacıyla göstermiş olduğu fevkalade önemden dolayıdır. Yine gıybetin toplum birliğini ve karşılıklı güveni yıkıcı etkisinden dolayıdır ki, karşılıklı itimatın sarsılmasına ve kalplerin karşılıklı olan bağ ve sevginin azalmasına neden olduğundandır. Bundan daha kötüsü ise, gıybet toplum arasında kin ve düşmanlık ateşinin yükselmesine, nifak ve kötülüklerin yayılmasına ve düşmanlıkların derinleşmesine sebebiyet vermektedir. Çünkü gıybet yoluyla insanların saklı ayıpları meydana çıkacak olursa, günahın büyüklüğü gözler önünde küçülür ve insanların ona mürtekip olmaları daha kolay bir hal alır.
Gıybetin Anlamı
Gıybet, isminden de belli olduğu üzere şudur: bir kimsenin gıyabında bir söz söylenmesi neticesinde onun ayıplarından bir ayıbın ortaya çıkmasıdır. Bu ayıp ve eksiklik cismi, ahlakî, onun sözü veya amelinde olabilir ve hatta onu ilgilendiren işlerde de olabilir, örneğin elbisesinde, hanımında, kendi evinde ve evlatlarında ve buna benzeri şeylerde olması mümkündür.
Dolayısıyla eğer bir kimse diğer birinin zahiri ve herkesçe bilinen sıfatlarını açıklayacak olursa gıybet değildir. Eğer aşağılama ve ayıplama maksadı varsa, böyle durumlar da harama girer. Örneğin birini aşağılamak kastıyla şöyle derse; o kör kimse veya o kısa boylu veyahutsa o siyah derili!
Dolayısıyla her türlü saklı ayıpların her ne amaçla açığa çıkması sağlanırsa, gıybet ve haramdır. Ortada olan ve aşikâr olan ayıplar ise, eğer aşağılamak maksadıyla söylenecek olursa, o da haramdır. İster bunu gıybetin mefhumunda bilelim veya isterse bilmeyelim.
Bu durum veya sıfatların hepsi, gerçekten karşı tarafta bulunduğu durumlardadır. Ancak eğer hiçbir sıfat yoksa bu konu “iftira”ya girer. Onun günahı da kat-kat daha ağır ve daha şiddetlidir.
İmam Caferi Sadık (a.s) bir hadis-i şerifte şöyle buyurmaktadır:
“Gıybet, Allah’ın Müslüman kardeşinin hakkında sakladığı şeyi söylemendir. Ancak zahiri işlerde, örneğin hiddetli veya aceleci olmak gibi şeyler gıybete girmez. Fakat iftira onda olmayan bir şeyi söylemendir.”[6]
Bundan da anlaşılacağı üzere bazı kimselerinin gıybet hakkında öne sürdükleri avamca bahane ve mazeretleri kabul edilebilir değildir. Örneğin bazen gıybet eden kimse şöyle demektedir: bu gıybet değildir, bilakis onun sıfatıdır! Oysaki eğer onun sıfatı olmazsa, iftiraya girer zaten, gıybete değil.
Veyahut şöyle denir: Ben bu sözümü onun yanında da söylerim. Oysaki karşı tarafın yanında aynı sözü söyleme gücü, sadece gıybet günahının şiddetini azaltmak bir kenara, tam aksine eziyet etmeye girdiğinden dolayı, daha ağır bir günahın altına girmiş olur.
Gıybetin Tedavisi ve Tövbesi
Gıybet birçok kötü sıfatlar gibi, zamanla yavaş-yavaş insanın ruhunun derinliklerine kadar işleyen ruhsal bir hastalık haline gelir. Öyle bir durum alır ki, gıybet eden kimse artık kendi yapmış olduğu bu işten lezzet almaya başlar. Sürekli olarak başkalarının haysiyet ve onurunu zedelemekten dolayı kendisini razı ve hoşnut kılmaya başlar. Bu da ahlakî olarak bu hastalığın en tehlikeli ve şiddetli merhalesidir.
İşte burada gıybet eden kimse, her şeyden önce kendi ruhunun derinliklerine kadar işlemiş olan bu hastalığı gidermek için, gıybetin nereden kaynaklandığı ve gıybetin içteki tedavi şekillerini araştırması gerekir. Bunun başlıca sebepleri, cimrilik, çekememezlik, kin gütme, düşmanlık ve kendini beğenmişlik duygu ve hislerinden kaynaklanmaktadır.
Bu çirkin sıfatın insana getireceği kötü sonuç ve akıbeti hakkında tefekkür etme ve ders çıkarma ve nefsi terbiye etme yoluyla bu çirkin ve kokuşmuş sıfatı can ve ruhundan atması gerekmektedir. Böylece dilini kirli gıybet suçundan koruması mümkün olur.
Daha sonra tövbe yoluna başvurmalıdır. Öyle ki, gıybetin bir boyutu “kul hakkı olduğundan dolayı, eğer gıybet edilenlere ulaşmak mümkünse ve yeni sorun ve sıkıntıların baş göstermeyeceği bilinirse, ondan üstü kapalı bile olsa özür dilemelidir. Örneğin şöyle diyebilir; “ben cahillik ve bilgisizliğimden dolayı bazen sizin gıybetinizde bulundum, beni affedin.” Daha fazla detaylara inerek, yeni bir takım sıkıntıları doğurmaması gerekir.
Eğer gıybetinde bulunduğu kimseye ulaşma imkânı yoksa veya dünyadan göçmüş ise, onun için Allah’tan bağışlanmada bulunmalı ve onun hakkında hayır işlerde bulunmalıdır. Belki böylece yapmış olduklarının bereketiyle Yüce Allah onu bağışlar ve karşı tarafı razı kılar.
İstisnai Durumlar
Gıybet hakkına son söz; Gıybet konusu tıpkı diğer konularda olduğu üzere istisna içermektedir. Şöyle ki, bazen eş seçimi durumunda kalındığında veya kendisi için iş ortağı aramak durumunda kaldığında veyahut birisi onunla bir konu hakkında istişare etmek istediğinde ki, meşverette emanete riayet etme hususu İslam’ın kesin bir kanunudur, eğer karşı taraf hakkında bildiği bir eksiklik veya ayıp varsa söylemesi gerekir. Amaç bir Müslümanın kandırılmasını ve zarara uğramasını engellemektir. Böylesi bir gıybetin, böyle bir niyetle yapılması haram değildir.
Aynı şekilde, çok daha önemli hedefler hususlarında, örneğin meşveret amacı işin içinde olur veya bir hakkın alınması söz konusu olur veyahutta bir zulmün önünün alınması durumlarında iş değişir.
Hiç kuşkusuz, açık ve aleni bir şekilde günah işleyen, tabiri yerindeyse “günahları açıkça yapan” bir kimse, gıybet konusunun dışında kalır. Eğer arkasından onun günahları söylenecek olunursa, sakıncası yoktur. Ancak dikkat edilecek husus şu ki, bu hüküm sadece açık bir şekilde yapmış olduğu günahı kapsar.
Bu konuya da dikkat edilmesi gerekir; Sadece gıybet etmek haram değildir. Bilakis gıybeti dinlemek ve gıybet edilen meclislerde oturmak da başlı başına bir günahtır. Bilakis rivayet edilen bir takım hadislere göre Müslümanların gıybeti engellemeleri vaciptir. Yani gıybeti edilen kimseyi savunmaları gerekmektedir. Haysiyet ve onuru zedelenmek istenilen Müslüman kardeşinin yardımına koşmalıdır. Bu ahlakî değerlere sahip çıkan ve bunları tam anlamıyla uygulayan toplum ne de güzeldir!!
- - - - - - - - - - - -
[1] Muheccetu’l-Beyza c.5, s.253
[2] Muheccetu’l-Beyza c.5, s.252
[3] Muheccetu’l-Beyza c.5, s.252
[4] Usul-u Kafi c.2, Hadis;1.
[5] Veasilu’ş-Şia c.8 Bab, 157 hadis,2 s.608.
[6] Usul-u Kafi c.2, Gıybet ve İftira bab-ı, Hadis, 7.