Kur'an | Ehlibeyt

Kâfir Anne-Babaya Saygının Farz Oluşu

.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

وَاِنْ جَاهَدَاكَ عَلٰى اَنْ تُشْرِكَ بٖى مَا لَيْسَ لَكَ بِهٖ عِلْمٌ فَلَا تُطِعْهُمَا وَصَاحِبْهُمَا فِى الدُّنْيَا مَعْرُوفًا وَاتَّبِعْ سَبٖيلَ مَنْ اَنَابَ اِلَیَّ ثُمَّ اِلَیَّ مَرْجِعُكُمْ فَاُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

"Eğer seni, hakkında bilgi sahibi olmadığın bir şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa, o zaman onlara itaat etme. Onlarla dünyada iyilikle geçin ve bana yönelenlerin yoluna uy. Sonra dönüşünüz banadır. Böylece, ben size yaptıklarınızı haber veririm."[1]

*  *  *

Anne-babanın değerli hizmetleri, onlara saygı göstermemize, yaşadığımız sürece ihtiyaçlarını gidermemize ve bu şekilde kadir-kıymet bildiğimizi izhar etmemize sebep olmaktadır. Ancak diğer taraftan da onlara olan saygımız akıl ve düşünce sistemimizi kapatıp, inançla alakalı konularda da onlara uymamıza neden olmamalıdır. Bilakis bu tür konularda büyük bir özenle hakkın peşinde olmalı ve hakkı delillerle bulmalıyız. Bu yüzdendir ki, şöyle buyrulmaktadır:

“Eğer seni, hakkında bilgi sahibi olmadığın bir şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa, o zaman onlara itaat etme.”

Diğer bir ifadeyle, 14. ayette evladın anne-babasına itaat etmesi gerektiğini belirtmekte ve bu ayette de itaatin ölçülerini ve sınırlarını belirleyerek, onların hâkimiyet hakkını şirk ve genel anlamda günahlar konusunda ellerinden almaktadır. Bu konudaki nükte gayet açıktır. Zira anne-babanın sözlerine itaat etmenin gerekliliğinin sebebi şudur: anne-baba, çocuklarının saadetini arzulamaktadırlar. Onlar hayatın sıcağını ve soğuğunu ondan daha fazla tatmış ve bu yolda güzel tecrübeler elde etmişlerdir. Dolayısıyla çocuklar bilmedikleri konularda elbetteki onların tecrübelerinden faydalanmalıdır. Ancak anne-baba cehalet, sapkınlık veya nefsanî istekler peşinde koşma neticesinde çocuklarını uçurumun eşiğine götürüyorlarsa, çocuklarını çeşitli günahlara bulaştırıyorlarsa veya cansız cisimler karşısında boyun eğecek kadar onu insanlık makamından aşağı çekiyorlarsa bu durumda onlara itaat etmek için bir neden yoktur. Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır:

“Şüphesiz ki babanın evlat üzerinde hakkı vardır… Babanın hakkı, çocuğun Allah’a isyan dışında her şeyde ona itaat etmesidir.”

Özelliklede şirk konusu pek hassastır. Bütün kutsal önderler bu hastalığa karşı mücadele vermek için gönderilmişlerdir. Milyonlarca muvahhidin kanı Allah inancı ağacının sulanması yolunda dökülmüştür. Netice itibariyle anne-babanın bu husustaki cehaletleri ve hastalıkları yüzünden körü körüne onların mantığına uymak kesinlikle yanlıştır. Bu tür temel konularda başvurulacak merkez akıl ve mantıktır. Ne kadar büyük olursa olsun bir makama tabi olmak, mantık ve delille iç içe değilse İslam açısından bir değeri yoktur. İslam dininde tevhit ve şirke karşı mücadeleden daha büyük bir konu yoktur. Düşünmeden bu konuda onun bunun peşinde koşanların kınanması amacıyla şu ayet nazil olmuştur:

“Hakkında bilgi sahibi olmadığın bir şeyin ardına düşme. Şüphesiz kulak, göz ve kalp; bunların tümü sorumludur.”[2]

Şia’nın büyük âlimi merhum Allame Hillî gayet açık bir şekilde İslam âlimlerinin genelinden şöyle nakletmiştir: Herkes için anlama yolunun açık olduğu usul-i dine ait konularda başkalarının sözüne uymak ve taklit etmek haramdır. Herkes bu tür konuları deliller ve aklın şahitliğiyle elde etmelidir. Şimdi o büyük âlimin sözünü olduğu gibi nakledeceğiz:

“Âlimler Allah’a ve sıfatlarına, nübüvvet, imamet ve mead konularına inanmanın delil üzere olmasının farz olduğu ve taklidin caiz olmadığı hususunda ittifak etmişlerdir.”

Usul-i din konularında araştırma yapmanın gerekliliği bu dinin düşüncesinin ve görüş aydınlığının ne kadar geniş olduğunu göstermektedir. Zira İslam dinî toplumların bu tür konularda kendilerinin düşünmesini ve mantık ile delilin takipçisi olmalarını istemektedir. Netice olarak da düşünce düzeyinin ilerlemesini ve bir avuç menfaatçinin usul-i din konularında uzman adı altında insanların ruhunu ve düşünce yapılarını ele almamalarını hedeflemektedir. İslam dinî büyük bir cesaretle, inanç konularında insanlara düşünme ve müdahil olma hakkı vermiştir. Hıristiyan din otoriteleri, kendi takipçilerine teslis ve Hz. İsa’nın (a.s) Allah’ın oğlu olması gibi konularda görüş belirtmelerine müsaade etmemektedir ve takipçilerine “söylenmeyecek sırlar” veya “Hıristiyanlığın sırrı” adı altında özgür düşünmeyi yasaklamaktadır. İslam’ın mantığıyla Hıristiyanlığın mantığı arasındaki farkı görüyorsunuz değil mi? Zira Kur’ân-ı Kerim, atalarının saptırıcı yoluna bir delil olmaksızın uyan kimseleri şöyle kınamaktadır:

“Hayır, (ne bilgileri var, ne de Kitapları). Şüphesiz, biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk ve biz onların izlerinde gidiyoruz” dediler.”

“İşte böyle, senden önce hangi beldeye bir uyarıcı gönderdiysek, muhakkak oranın varlıklıları: ‘Biz atalarımızı bir din üzere bulduk ve biz onların izlerine uymaktayız’ demişlerdir.”

“(Peygamberlerin her biri): ‘Ya ben size, atalarınızı üzerinde bulduğunuz şeyden daha doğrusunu getirdiysem?’ dedi. Onlar: ‘Doğrusu biz sizinle gönderileni inkâr edenleriz’ dediler.”[3]

Kâfir Anne-Babaya Saygının Farz Oluşu

Buraya kadar inancı yanlış olan anne-babaya kesinlikle uymanın doğru olmadığı anlaşılmış oldu. Ancak bu, onlara karşı şefkatsiz olmamızı gerektirmez. Müslüman olan her fert, müşrik dahi olsa anne-babasına saygı göstermelidir. Bu da İslam dininin ebedi emirlerinden birdir ve bu ayette ele alınmıştır:

“Onlarla dünyada iyilikle geçin…”

Gayri Müslim anne-babaya karşı sergilenen bu tutum, hak sahiplerine saygı gösterme ve kıymet bilme ruhunu canlandırmakla birlikte, yanlış yolda olan anne-babaların hidayet olmasını ve İslam dinine karşı kötü bakış açılarını yok etmeye neden olabilir. İbrahim oğlu Zekeriya şöyle nakletmiştir: “Ben Hıristiyan bir gençtim ve İmam Sadık’ın (a.s) huzurunda İslam ile şereflendim. İmam Sadık’a (a.s) Müslüman olmayan anne-babam hakkında sorduğumda şöyle buyurdu:

“Elinden geldiği kadar onlara saygılı ol.”

Ben evime döndükten sonra İmam’ın bu emrine çok dikkat ettim. Davranışlarım annemi o kadar şaşırtmıştı ki, sonunda dayanamayıp bu kadar hürmet ve saygının nedenini öğrenmek için şöyle dedi: Önceleri bana karşı bu kadar şefkatli değildin. Şimdi ne oldu da bu kadar şefkat gösteriyorsun? Dedim ki: Seçmiş olduğum yeni din, bana böyle emretmektedir.

Annem İslam dinini tanımak için büyük bir ilgi gösterdi. Ben de bilgim olduğu kadarıyla İslam’ı ona tanıttım. Annem kısa sürede İslam diniyle şereflendi.[4]

Cihat İslam’ın büyük emirlerindendir. Bir genç gönüllü olarak cihada hazırlanmaktaydı ama anne-babası onun ayrılığından dolayı çok üzülmekteydiler. O genç bunu görünce peygamber efendimizin (s.a.a) huzuruna gelerek, durumu ona bildirdi. Allah Resulü (s.a.a) ise şöyle buyurdu:

“Canım elinde olana yemin olsun ki, onların yanında bir gün kalman bir senelik cihattan üstündür.”[5]

Peygamber efendimiz (s.a.a) ömrünün son anlarında bazı kimseler hakkında dikkat edilmesi gerektiğini bildirmiştir ki onlardan biri de işçiler, anne ve babalardır.

Salihlerin Yoluna Uymak

Kur’ân ayetleri, müşrik olan anne-babaya saygı göstermenin gerekliliğini bildirdikten sonra tekrar şu hususu hatırlatmaktadır: Onlara olan sevgi, tevhit yolundan sapmaya neden olmamalıdır. Kur’ân, Allah rızasından başka bir hedefi olmayan Salihlerin yoluna uymamızı emrederek şöyle buyurmaktadır:

“…ve bana yönelenlerin yoluna uy.”[6]

Salihlerin yoluna uymak, körü körüne taklitçilik değildir. Bilakis bu takipçilik, davranışlarının doğru ve güzel olduğu açık olan Salihlerin yolundan gitmektir. Allah bu emri diğer ayetlerde de hatırlatmaktadır:

“Onlar, sözü dinler, sonra en güzeline uyarlar.”[7]

“Öyleyse hidayet eden mi uyulmaya daha layıktır, yoksa kendisi hidayet edilmedikçe hidayet olmayan mı?”[8]

Herkesin Dönüşü O’nadır

Kıyamet gününe inanmak, ilahi emirlerin uygulanmasının garantisidir. Bu esas üzere müşrik ve muvahhit, amellerinin sonucunu kıyamet gününde kendi gözleriyle görecektir. Aynı şekilde anne-babasına şefkat gösterenle surat asan kimseler amellerinin neticesini o gün görecektir. Zira şöyle buyrulmaktadır:

“Sonra dönüşünüz banadır. Böylece, ben size yaptıklarınızı haber veririm.”[9]

İslam âlimlerinin birçoğuna göre insanın ceza ve mükâfatları, insan amellerinin olumlu ve olumsuz etkileridir. Yani kötü ve iyi amellerin hepsi bu dünyada kendisini bir şekilde göstermektedir. Oysaki aynı amel öteki dünyada kendini daha başka bir şekilde gösterecektir. O gün insanın ameli cennet veya cehenneme dönüşecek ve onun için mükâfat veya ceza dünyasını oluşturacaktır.[10]

[1]     Bu ayetin yukarıdaki ayetlerle bağlantısı açıktır. Zira 13. ayette Lokman’ın, evladına verdiği öğütlerden biri şirkten uzak durmasıydı. Bu ayet de aynı konudan bahsetmektedir. Lokman/15
[2]     İsra, 36.
[3]     Zuhruf, 22, 23, 24.
[4]     Biharu’l-Envar, c.16, s.18.
[5]     Aynı, s.21.
[6]     Lokman, 15.
[7]     Zümer, 18.
[8]     Yunus, 35.
[9]     Lokman, 15.
[10]    Bu surenin 16. ayetinin tefsirinde, Allah’ın bizim amellerimizden her yönüyle haberdar olduğundan ve 33. ayetin tefsirinde de ahiretten bahsedeceğiz.