.
.
Ehlader Araştırma Bölümü
Dr. S. Ali Hâşimî
Ehl-i Beyt İmamlarının (as) asrındaki Şiilerin inançları hakkında yapılan tahkikler ve zamanımızdaki Şiilerin makbul düşünceleriyle onlarınkinin kıyaslanması, son yıllarda üzerinde fazlaca odaklanılmış bahislerdendir. Bu arada ilk Şiilerin imametle bağlantılı konular hakkındaki bakış açısının incelenmesi de özel bir önem ve hassasiyet taşımaktadır. Çünkü imamet, Şia'yı diğer İslam fırkalarından ayıran en temel özelliğidir. Bu tür araştırmalar, Şia'nın günümüzdeki inançlarının itibar ve özgünlüğüyle irtibatlı olmasına ilaveten, geçmişteki Şiilerin inançlarının, sahih itikadın tashihi ve güçlendirilmesinde etkili olan tenkidi ve yeni bir okumasıdır.
Bazı ihtilaflara rağmen ilke olarak Mehdîliğe itikat İslam'ın kesin öğretilerindendir. Allah Rasülü'nden (s.a.a) ve Masum İmamlardan (a.s) bu konuda çok sayıda rivayet nakledilmiştir.[1] Bununla birlikte özellikle son yıllarda kimileri, hassaten tarihsel tartışmalara dayanarak Şia tarihinde bu inancın aslı olup olmadığı mevzusunda ortaya çıkan birtakım kuşkuları münakaşa etmeye çalışmıştır.[2] Bu makalede inceleme konusu yapacağımız nokta, İmamların (a.s) ashabı ve Şiilerinin, İmamların (a.s) döneminde ve gaybetin başlangıç yıllarında bu öğretiye ne ölçüde aşina olduklarıdır. Böylece ilk Şii toplumda bu düşüncenin iniş çıkışlarının tahkiki sayesinde Şiilerin günümüzde bu inanca olan itikadının köklerinin o dönemde mi olduğu, yoksa sonradan ortaya çıkmış bidat mi sayılması gerektiği açıklık kazanacaktır.
Bu satırların yazarı, şimdiye dek, bu mevzunun tarihsel boyutunu inceleyen müstakil bir kitap veya makaleye ulaşabilmiş değildir. Bu tahkikin ana kaynakları, birinci el rivayet ve tarih kaynaklarıdır. Tarihsel yaklaşım, özgün kaynaklara dikkat çekilmesi, inançlarına aşinalık konusunda kişilerin kendi sözlerinin altının çizilmesi bu araştırmanın getirdiği en önemli yeniliklerdir.
* * *
Hz. Ali'nin İmameti Döneminde Mehdîlik
Emiru’l Müminin Ali'nin (a.s) imameti dönemini iki aşamaya ayırmak mümkündür: Hazret'in (a.s), toplumun kültürel ve sosyal idaresini yürütmekten uzak kaldığı ilk yirmibeş yıllık devre ve kısa süreli hükümet dönemi. İmametin ilk döneminde Mehdîlik düşüncesi pek o kadar gündemde değildi. İmam Ali'nin (a.s) ashabı için daha ziyade ilkesel olarak imamet bahsi ve tecellileri ve halifelere nasıl davranılacağı gibi konular söz konusuydu. Mehdîlik bahsi, imamet mevzusunun füruatındandır. Dolayısıyla henüz imamet konusunun bütünüyle açıklığa kavuşmadığı bir zamanda onun alt başlıklarının daha fazla üstü kapalı olması doğaldır. Şiilerin Allah Rasülü (s.a.a) veya Ali'den (a.s) bu konuda işitilmiş hadislere vukufiyeti sınırlı oluyordu.[3] Tabii olarak bu miktarda vakıf olunması da herkesin harcı değildi. O dönemde bu miktarda aşinalığın bu öğretinin tanıtılmasına Ehl-i Beyt'in (a.s) verdiği önemin alameti olduğuna dikkat edilmelidir.
Cabir b. Abdullah Ensarî, Allah Rasülü'nün (s.a.a) zamanından itibaren, içinde tek tek İmamların, bu cümleden olarak da Onikinci İmam'ın (a.s) isim ve bazı sıfatlarının yazılı olduğu bir sahifeden haberdardı ve onun bir nüshasını kendine saklamıştı.[4] Ammar da Peygamber-i Ekrem'den (s.a.a), İmamların oniki kişi olduğunu ve İmam Hüseyin'in (a.s) neslinden dokuzuncu evlat olan onikincisinin, uzun bir gaybet dönemi geçirip zuhuruyla dünyanın adaletle dolacağı vadedilen Mehdi (a.f) olduğunu işitmişti.[5]
Bir grup İbn Abbas'ın vefatı sırasında Taif'te onu ziyarete gitmişti. Dediler ki: “İnsanlar hükümet mevzusunda ihtilaf içinde. Bazısı Ali'yi diğerlerine öncelikli görüyor. Kimisi de onu üç halifeden sonraya yerleştiriyor.” İbn Abbas onlara Peygamber'den (s.a.a) bir hadis nakledip şöyle dedi:
"Ali (a.s) Peygamber'den (s.a.a) sonraki imamdır… Ali'den sonra Hasan ve Hüseyin ve Hüseyin'in evlatlarından dokuz kişi imamdır. Mehdi de (a.f) onlardandır."[6]
Emiru’l Müminin'in (a.s) kısa süreli hükümet dönemi, aralarında Mehdîlik mevzusunun da bulunduğu Şiî maarifin gelişip yayılmasının altın çağı kabul etmek mümkündür. Bu dönemde İmam Ali (a.s) Şiilerin dinî mercii olarak Ehl-i Beyt'e (a.s) ait ilimlerin muhtelifi boyutlarını Şiilere açtı. Hz. Ali (a.s), vadedilen Mehdi (a.s) hakkında Kumeyl b. Ziyad Nehaî[7], Esbağ b. Nebate[8] ve Âsım b. Damre'ye[9] ve ashabından başkalarına konuşmuştur. Aynı şekilde ondan, doğrudan veya ima yoluyla Mehdîlikten bahsettiği rivayetler de nakledilmiştir.[10] Müminlerin Emiri'nin (a.s), bazı ashabının sorusu üzerine vadedilen Mehdi'yi (a.s) ve Mehdi'nin (a.s) özelliklerini bildirdiği rivayetler de vardır.[11] Bu rivayetler Mehdîlik mevzusunun onun Şiileri ve ashabı arasında yabancı bir konu olmadığını ve bu gelişim döneminde onların mevzuya iyice aşina olmasını sağladığını göstermektedir.
* * *
İmam Hasan ve İmam Hüseyin Döneminde Mehdîlik
Mehdîlik öğretisinin revaç bulmasında bu güzel başlangıç, Emirulmüminin'in (a.s) kısa ama çok bereketli dönemi sonrasında düşüşe geçmiştir. Bunun sebebi, İmam Hasan-ı Mücteba'nın (a.s) altı aylık zâhiri hükümetinden sonra Muaviye hükümetinin karanlık ve zehirli döneminin başlamış olmasıdır. Bu devre, İmam Hasan ve İmam Hüseyin (a.s) ve onların Şiileri için en zor zamanlardır. Mevcut nakillerden, Şia'nın ilmî ve itikadî konuları için ortamın hazır olmaması nedeniyle İmam Mehdi'den (a.s) söz edilmesinin de pek gündeme gelmediği sonucu çıkmaktadır.
İmam Mücteba'nın (a.s) sözlerinde[12] Oniki İmam (a.s) ve Mehdîlikle ilgili bazı işaretler bulmak mümkündür. Nakledilen bir rivayette Hazret (a.s), vadedilen Mehdi'yi (a.s) kıymetli kardeşi İmam Hüseyin'in (a.s) neslinden, uzun gaybet dönemi geçirecek dokuzuncu evlat olarak tanıtmıştır.[13] Yine İmam Hüseyin'den de (a.s) bu konuda elimize birtakım rivayetler ulaşmıştır.[14] Bu iki büyük imamın, Müminlerin Emiri'ni (a.s) veya Allah Rasülü'nü (s.a.a) görmüş olan Cabir b. Abdullah Ensarî[15] ve Abdullah b. Abbas[16] gibi bazı ashabı da Mehdîlik konusunda rivayetler nakletmiştir. Ama onların diğer ashabından bu konuda bir konuşmaya rastlanmamaktadır.
Bu durgunluğun, Şiî toplumunun bu öğretiye aşina olmadığı manasına gelmediğine, bilakis daha ziyade bu dönemde öğretinin yayılması ve güçlenmesinin oldukça yavaşladığı anlamı taşıdığına dikkat edilmelidir. Bu öğretinin bir sonraki dönemde görülen siyasi çıkışı, her ne kadar özellikleri ve detayları tamamen aydınlanmamışsa da bu öğretinin esas itibariyle Şiilerin zihin ve inancında yerini koruduğunun en güzel şahididir. Aynı dönemde bir nakilde geçtiğine göre İmam Hüseyin'in (a.s) ashabından birisi ona sordu: “Bu işin sahibi siz misiniz?” İmam (a.s) olumsuz cevap verdi ve sonra beklenen imamın alametlerini açıkladı.[17] “Sahibu'l-emr” ifadesi, İmamların (a.s) ve ashabının cümlelerinde ve rivayetlerinde vadedilen Mehdi'ye (a.s) işaret olarak kullanılmış meşhur vasıflardandır. Bu nakil, ashabının tamamının Mehdîlik konusuna aşina olduğunu ve o dönemde zuhurun beklendiğini beyan etmesine ilaveten, ravi gibi bazı Şiiler için onun tatbikinin belirsizlik içerdiğini göstermektedir.
* * *
İmam Seccad'ın İmameti Döneminde Mehdîlik
Emirulmüminin'in (a.s) imameti döneminde ortaya çıkmış “Sebeiyye” gibi Mehdîlikle ilgili bazı sapkın akımlar bir yana, bu dönemi, vadedilen Mehdi ünvanının tatbikiyle bağlantılı, sonraki dönemlerde de devam edecek ciddi siyasi ve kültürel krizlerin başlangıcı kabul etmek mümkündür.
Zorba Emevi hükümetlerinin ve ondan sonra da Abbasilerin Şiilere uyguladığı baskı ve zaman içinde bu hükümetlerde, özellikle de aralarında iktidarın el değiştirmesi sırasında ortaya çıkan zayıflama bu meseleyi güçlendiren etkenlerdendi.
Emevilerin sayısız zulümlerinden bezmiş olan Şiiler, bu hükümetlerde zayıflık gördüklerinde kendi kurtarıcılarının peşine düştü. Mehdî unvanının Emevilere kıyam eden Alevilere tatbiki onlar için yatıştırıcıydı ve hoşlarına giden bir şeydi. Bu yanlış karşılaştırmalar bu koşullarda Şia akımları arasında genel anlamıyla başlamış oldu.[18] Bu unvan, Kisaiyye ve Vâkıfe gibi fırkaları da içine almaktadır.
Bu dönemde Muhammed b. Hanefiyye'nin Mehdîlik iddiasını, Muhtar b. Ebi Ubeyd'i izlediğini öne süren ve zaman içinde Kisaiyye adında sapkın bir fırkaya dönüşen bazı kimseler ortaya attı. Kisaiyye'den kimisi Muhammed b. Hanefiyye'nin İmam Mehdi olduğuna inanıyordu. Bu kişiler, Muhammed'in vefatından sonra onun ölmediğine ve ölmeyeceğine, bilakis geri döneceğine ve hükümeti ele geçireceğine inandı.[19]
Bununla birlikte Teşeyyu'nun asli akımı, yani İmam Seccad'ın (a.s) ashabı arasında Mehdîlik hakkında pek bir konuşmaya rastlanmamaktadır. Bu da onların bahsi geçen sapmadan selamette kaldıklarını göstermektedir. Bir nakilde geçtiğine göre Ebu Halid Kâbilî, İmam Zeynulabidin'den (a.s), Allah'ın Rasulullah'tan (s.a.a) sonra itaat ve dostluğu vacip kıldığı İmamları kendisine tanıtmasını istedi. O büyük şahsiyet de ona, Emirulmüminin'den (a.s) başlayıp İmam Sâdık'a (a.s) kadar İmamların adını tek tek saydı. Sonra Ebu Halid'in sorusu münasebetiyle söz, İmam Sâdık'ın “Sâdık” şeklinde lakaplandırılması nedeniyle Cafer-i Kezzab'a ve İmam-ı Zaman'ın (a.f) gaybet dönemine geldi. İmam Seccad (a.s), Onikinci İmam (a.f) ve onun gaybeti konusundan bahsetti.[20] Hazret (a.s) başka bir rivayette imametin kıyamete kadar İmam Hüseyin'in (a.s) neslinden yürüyeceğini belirtmiş ve Kâim'in (a.f) iki gaybet geçireceğini haber vermiştir.[21] Bazı rivayetlerde de İmam Zeynulabidin'in (a.s) ashabından Said b. Cübeyir, Amr b. Sabit ve Sabit Sumâlî gibi bazılarıyla vadedilen Muntazır (a.f) hakkındaki konuşmaları anlatılmıştır.[22]
Dolayısıyla bu dönemde İmamiyye Şiası cereyanının, İmam Seccad'ın (a.s) tedbir ve kılavuzluğuyla Kisaiyye fitnesinden emniyette kaldığı görülmektedir. Ama genel olarak Şia akımı içindeki bu yanlış mukayese Şiiler arasında ilk siyasi-itikadi ayrışmanın meydana gelmesinin mayasını oluşturdu. Tartışmanın odağında Mehdîlik meselesi vardı.
* * *
İmam Muhammed Bâkır'ın İmameti Döneminde Mehdîlik
İmam Bâkır'ın (a.s) asrında Mehdîlik mevzusu Şiî toplumunun ciddi ilgi odağı olmuş ve bu ilgi sonraki İmamların döneminde de devam etmiştir. Kisaiyye akımı, Hazret'in (a.s) döneminde de faaldi.
O dönemin siyasi olayları, bazı Şiilerin bilgi zaafiyeti ve vadedilen Mehdi'nin bazı kimselere tatbik edilmesine sebep olan sapkınların propagandaları bu devrenin ciddi konuları arasındadır. Bir nakilde geçtiğine göre Hannan b. Sedir İmam Bâkır'a (a.s) sordu: “Muhammed b. Hanefiyye imam mıydı?” İmam (a.s) cevap verdi: “Hayır. Ama mehdiydi.”[23] Hannan sonraları sapkın Vâkıfe akımına katıldı.[24] Eğer yukarıdaki nakil sahihse, Muhammed'in imameti reddedildiğine göre onun “mehdi” olarak adlandırılması kelimenin lugat manasında, yani yol gösteren kılavuz anlamında kullanıldığı ve vadedilen Muntazır'ın (a.f) kastedilmediği anlaşılmaktadır. Aksi takdirde onun imameti reddedilmezdi.
Bir taraftan Emeviler hükümetinin zayıflaması, diğer taraftan Alevilerin kıyamları bazı Şiileri, İmamların (a.s) kıyamı ve Peygamber (s.a.a) hanedanının hükümetine dönüş için şartların uygun olduğu düşüncesine sevk etti. Mehdi'nin vasıflarına ve kıyamının şartlarına aşina olunmaması bazen bu öğretinin yanlış tatbikin yol açıyordu.
Abdulhamid Vâsıtî, İmam Bâkır'a (a.s) dedi ki: “Fereci beklemek için çarşımızı terk ettik.” Hazret, ümit manasında ona sabrı emretti.[25] Bu tür nakiller, Şiilerin vadedilen Mehdi'nin (a.f) zuhuru için ciddi beklenti içinde olduğunu göstermektedir. Bu da, Şiilerin Mehdîlik öğretisine ilke olarak aşina bulunduklarını ama detaylarına pek vakıf olmadıklarını göstermektedir. Hazret'in ashabının zuhurun zamanı hakkındaki sorularından da o dönemde insanların ve ashabın ferecin beklentisi içinde olduğu anlaşılmaktadır.[26] İmam (a.s) ise onları sabra ve beklemeye çağırdı, zuhur için vakit belirlemedi ve Kâim İmam'ın (a.f) kıyamı için vakit tayin edenleri de yalancılıkla suçladı.[27]
Abdulgaffar b. Kasım şöyle der: İmam Bâkır'ın (a.s) yanına gittim. Ashabından bir grup da huzurundaydı. Bazı meseleleri sordum ve cevabını aldım. Sonra dedim ki: “Ey Allah Rasülü'nün evladı, annem babam sana feda olsun, yaşlandım, ama hâlâ sizi zulüm ve adaletsizlik altında görüyorum. Her gün kendime Kâiminizin bugün yarın kıyam edeceğini söylüyorum.” [İmam] buyurdu ki:
“Ey Abdulgaffar, Kâimimiz, benim neslimden yedinci evlattır. Şimdi onun zuhur zamanı değil.”
Hazret rivayetin devamında Peygamber'den (s.a.a), imamların sayısının İsrailoğullarının nakipleri sayısınca oniki olduğunu, İmam Hüseyin'in (a.s) neslinden dokuzuncu evladın onların Kâim'i olacağını ve yeryüzünü zulümle dolduktan sonra adaletle dolduracağını nakletti.[28]
Kumeyt b. Ebi Müstehil, İmam Bâkır'ın (a.s) yanında Ehl-i Beyt'i (a.s) öven şiirler okudu. Şiirlerin sonunda “Mehdiniz ne zaman gelecek?” sözü ortaya atıldı. Hazret “Yakında inşaallah.” buyurdu. Sonra şöyle dedi: “Kâimimiz, Hüseyin'in neslinden dokuzuncu evlattır. Zira İmamlar, Allah Rasülü'den sonra oniki kişidir.” Kumeyt, İmam'a onların adlarını sordu. İmam Bâkır (a.s) İmam Askerî'ye (a.s) kadar tek tek isimlerini saydı ve şöyle buyurdu: “O, yeryüzünü adaletle dolduracak ve Şiilerimizin kalbine şifa verecek Kâim'in babasıdır.” Kumeyt sordu: “Ne zaman zuhur edecek?” Hazret şöyle buyurdu: “Zuhurunun zamanı, tıpkı kıyamet gibi ansızın gelecektir.”[29]
Bu tür nakiller, buraya kadar açıklananları teyit ederek İmam Bâkır'ın (a.s) bu mevzuda bilgi bahşeden rolünü ortaya koymaktadır. İmamlardan (a.s) kıyam talebi de Şiilerin kurtarıcının zuhurunu beklediklerini beyan etmekte ve zımnen bu kişilerin İmam Kâim'in (a.f) özelliklerine ilişkin net bir tarife sahip olmadıklarını göstermektedir. İmamların (a.s) cevaplarından da gayet iyi anlaşılmaktadır ki bu kıyamı yalnızca İmam Kâim'e (a.f) has kabul etmekteydiler ve kendilerini beklenen imam görmüyorlardı.
Abdullah b. Atâ anlatır: İmam Bâkır'a (a.s) dedim ki: “Irak'ta Şiileriniz çok fazla. Allah'a yemin olsun, sizin aranızda sizin gibi bir hanedan da mevcut değil. Neden kıyam etmiyorsunuz?” İmam şöyle buyurdu: “Ey Abdullah, ahmak insanların sözlerine kulak veriyor gibisin. Ben o şahıs değilim.” Dedim ki: “Öyleyse o mevlamız kim?” Şöyle buyurdu: “Bakın, doğumu halktan gizli olan kimse sizin mevlanızdır.”[30]
Abdullah'ın bu sözü, o dönem Şiilerinin kültürel atmosferinde Mehdîlik ve vadedilen kurtarıcının kıyamı mevzusu çok hararetli ve heyecan vericiydi. O da bu atmosferin etkisi altında vadedilen Mehdi'yi bekliyordu. İmam (a.s) bu fikrinin cahil insanların propagandalarından etkilendiğini düşünüyordu. İmam Bâkır'ın (a.s) sözündeki diğer bir nokta da şudur ki, o, vadedilen Muntazır (a.s) hakkında zuhur zamanının uzak ve onun da Onikinci İmam olduğunu söylememiştir. Aksine şöyle buyurmaktadır: “Takip edin, doğumu insanlardan gizli olan kimse vadedilendir.” Bu tür ifadelerden ve ileride gelecek olan tanımlamalardan, İmamların (a.s), her ne kadar uygun gördükleri yerlerde muhataplara detayları beyan etseler de ferec beklentisini diri tutma kastı taşıdıkları anlaşılmaktadır.
Başka bir rivayette İmam Bâkır'ın (a.s) ashabından bir diğerinin Abdullah'ın sözlerine benzer konuşmayı İmam'a arzettiği ve “Ashabınız çok, neden kıyam etmiyorsunuz?” dediği geçmektedir. Hazret buna cevaben şöyle buyurdu: “Her biri bir ihtiyacı olduğunda o ihtiyacı kardeşinin cebinden karşılayacak kadar kendini yetiştirmiş mi?” “Hayır.” cevabı verdi. Bunun üzerine Hazret şöyle buyurdu: “Onlar kendi kanları konu olduğunda çok cimridir. Kâim'in ortaya çıkma zamanı geldiğinde insan ihtiyacını kardeşinin cebinden karşılayacak ve o bunu men etmeyecektir.”[31]
Bir nakilde geçtiğine göre İmam Bâkır (a.s), Şiilerinin zor imtihanlara hazırlanmasını sağlamaya çalışıyor ve şöyle buyuruyordu: “Beklediğiniz, halis olmadığınız ve elekten geçmediğiniz sürece gelmeyecektir. Beklediğiniz, umutsuzluğa kapılmadığınız sürece gelmeyecektir. Kirli insan kirlendikten ve mutlu insan mutlu olduktan sonra gelecektir.”[32]
Mehdîlik bahsinin bu dönemde diri olduğuna ve bazı Şiilerin onun detaylarından haberdar olmadığına dair diğer şahitlerden biri de İmam Bâkır'ın (a.s) Mehdiliğinin ortaya atılmasıdır. Hazret'in ashabından bazıları, onun, Peygamber (s.a.a) sülalesinin kâimi olduğuna ihtimal veriyordu. Hakem b. Ebi Nuaym, İmam Bâkır'a (a.s) sordu: “Âl-i Muhammed'in kâimi siz misiniz? Eğer kâim sizseniz hizmetinize gireyim. Değilseniz işime gücüme bakayım.” Hazret onu şöyle buyurdu: “Biz İmamların hepsi Allah'ın emrine kâim olanlarız.” Hakem sordu: “Siz Mehdi misiniz?” İmam cevap verdi: “Hepimiz Allah'a doğru kılavuzluk yapıp yol gösteririz.” Hakem sordu: “Siz, kılıcın sahibi ve onun varisi, Allah'ın düşmanlarını öldürecek, dostlarına izzet verecek ve Allah'ın dinini aşikâr edecek olan mısınız?” Hazret ona vadedilen Muntazır olmadığını açıkladı ve ondan maişetini kazanmaya bakmasını istedi.[33] Hamran b. A'yan da İmam Bâkır'a (a.s) sordu: “Siz vadedilen misiniz?” Hazret bunu reddederek Hazret-i Hüccet'in (a.f) bazı zâhiri vasıflarını açıkladı.[34]
Üzerinde düşünülmesi gereken şey, bazı nakillerde İmam Bâkır'ın (a.s), İmam Sâdık'ı (a.s) kâim olarak tanıtmasıdır. Sonraki dönemlerde bazı İmamlar konusunda da bu ifadeyi görmekteyiz. Cabir b. Yezid Ca'fî İmam Bâkır'a (a.s) sordu: “Sizden sonra kâim kim olacak?” Hazret, İmam Sâdık'ı (a.s) işaret etti ve şöyle buyurdu: “Allah'a yemin olsun o, Âl-i Muhammed'in kâimidir.”[35]
Bu nakilde İmam Bâkır'ın (a.s) kastettiği, İmam Sâdık'ın (a.s) Mehdîliği değildir. Başka bir rivayette Hazret'in maksadı izah edilmiştir. Anbese b. Mus'ab, Cabir'in bu rivayetini İmam Sâdık'ın (a.s) yanında dile getirdi. İmam, Cabir'in sözünü teyit etti ve Anbese'nin şaşkınlığı karşısında şöyle buyurdu: “Galiba her imamın önceki imamdan sonra kıyam ettiğini bilmiyorsunuz.”[36] Başka bir nakilde de İmam Sâdık'a (a.s) Kâim (a.f) hakkında sorulduğu geçmektedir. Bunun üzerine şöyle buyurdu: “Hepimiz birbirinden sonra Allah'ın emrine kıyam edenleriz. Ta ki kılıç sahibi gelene dek. O geldiğinde vaziyet farklı olacaktır.”[37] İmam'ın bu izahından, bazı rivayetlerde geçen Kâim'den muradın, imamet işine kıyam edenler olduğu açıklık kazanmaktadır. Fakat neden bu ifade kullanılmıştır? Belki de bunun hikmetlerinden biri, fereci beklemeyi diri tutmaktır.
Muhammed b. Müslim şöyle der: Âl-i Muhammed'in (s.a.a) kâimi hakkında sormak üzere İmam Bâkır'ın (a.s) yanına gittim. Sorumu yöneltmeden önce İmam bana şöyle buyurdu: “Ey Muhammed b. Müslim, Âl-i Muhammed'in kâimi beş peygambere benzer...” Rivayetin sonunda İmam Bâkır'ın, Süfyanînin Şam'dan çıkışı, Yemanînin hurucu, Ramazan ayında gökten gelen çığlık, gökten İmam-ı Asr'ın (a.f) ve muhterem babasının adını zikreden ses gibi olayları onun zuhurunun alametleri arasında saymıştır.[38] Bu rivayet, İmam ve ashabının Mehdîlik bahsinin detaylarına girdiklerini göstermektedir.
İmam Bâkır'ın (a.s) ashabı arasında Mehdîlik düşüncesine daha fazla vakıf bazı kimseler de vardır. Ebu Basir, kırk yıl önce Hazret'in “Bizden oniki muhaddis vardır. Yedinci muhaddis, benden sonra kâim evladımdır.” buyurduğunu işittiğini iddia ediyordu.[39] Bu nakil göstermektedir ki, ashabından bazısının aksine İmam Bâkır'ın (a.s) Âl-i Muhammed'in (s.a.a) kâimi olmadığını ve vadedilen Mehdi'nin (a.f) onun yedinci evladı olduğunu biliyordu.
Zeyd b. Ali'den de, onun Mehdîliğe aşina olduğunun bariz alameti sayılabilecek bazı konuşmalar nakledilmiştir. Muhammed b. Bukeyir şöyle aktarır: “Zeyd'in Irak'a ziyareti sırasında onu görmeye gittim. Bana babasının sözlerini nakletmesini istedim. Şöyle konuştu: “Mustafa ve Murtaza bizdendir. Bu ümmetin kâimi olan Mehdi bizdendir.” Dedim ki: “Ey Allah Rasülü'nün evladı, kâiminizin ne zaman kıyam edeceği hakkında size bir haber ulaştı mı?” Dedi ki: “Ey Bukeyir'in oğlu, sen onu göremeyeceksin. Bundan sonra vasilerden altı kişinin ardından yeryüzünü adaletle dolduracak kâimimizin huruc zamanı gelecektir.” Sordum: “Ey Allah Rasülü'nün oğlu, siz bu işin sahibi değil misiniz?” Dedi ki: “Ben Itret'tenim.” Sorumu tekrarladım. O da aynı cevabı verdi.[40]
Diğer bir nakilde Muhammed b. Müslim şöyle der: Zeyd b. Ali'nin yanına gittim ve ona dedim ki: “Bir topluluk sizin işin sahibi olduğunuzu düşünüyor.” Dedi ki: “Fakat ben Itret'tenim.” Dedim ki: “Öyleyse bu işi sizden sonra kim üstlenecek?” Dedi ki: “Altı halife. Mehdi onlardandır.” Muhammed b. Müslim şöyle der: İmam Bâkır'ın (a.s) yanına gittim ve Zeyd'in sözlerini ona naklettim. Şöyle buyurdu: “Kardeşim Zeyd doğru söylemiş. Benden sonra vasilerden yedi kişi gelecek. Mehdi onlardan biridir.” Sözünün devamında şöyle buyurdu: “Onu Kunase mahallesinde darağacına asılmış olarak görür gibiyim.” İmam (a.s), devamında dedesi İmam Hüseyin'in (a.s) Allah Rasülü'nden (s.a.a) bir rivayetini nakletmiştir. Rivayette Allah Rasülü (s.a.a) şöyle buyurmaktadır: “Evladım, senin neslinden Zeyd isimli birisi ortaya çıkacak ve mazlumca öldürülecek. Kıyamet koptuğunda cennete gidecek.”
Önceki rivayetten Zeyd'in imamet iddiasında bulunmadığı ve İmam Bâkır'a (a.s) muhalefet etmediği anlaşılmaktadır. İkinci rivayetin naklinde küçük bir belirsizlik vardır. Zeyd'in naklinde “sitte (altı)” imam zikredilmiştir. İmam Bâkır'dan (a.s) rivayetin devamında ise Hazret (a.s) Zeyd'i teyit ederken İmamların sayısını yedi olarak belirtmiştir. Öyle anlaşılıyor ki “seb'a (yedi)” sayısı doğrudur ve yanlışlıkla “sitte” yazılmıştır.[41]
İmam Bâkır'dan (a.s) Mehdîlik hakkında ashap ve Şiilerine konuştuğuna ve bunun, ashabının bu mevzudaki bilgisini arttırmada etkili olduğuna dair çok sayıda rivayet nakledilmiştir.[42] Dolayısıyla bu döneme özgü siyasi şartlar, İmamlar (a.s) tarafından Şiiler arasında bekleyişi diri tutma gayreti, Alevilerin kıyamları ve onların propagandaları, vadedilen Mehdi'nin bazı kimselere yanlışlıkla tatbikine ve belirsizliğin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Hatırlatmak gerekir ki Şia'nın tüm akımları bu siyasi maraza yakalanmadı ve yanlış tatbiklere uymadı. Sözkonusu nakiller, kuşkuya kapılmayan çoğu Şiinin bu öğretiden emin olması ve sükûtu karşısında yer alır.
- - - - - - - - - - - -
[1] Bkz: Muhammed b. Ali Sadûk, Kemalu'd-Din ve Tamamu'n-Ni'me; Muhammed b. Hasan Tûsî, el-Ğaybe; Muhammed b. İbrahim Nu'manî, el-Ğaybe.
[2] Bu isimler arasında Ahmed el-Kâtib de vardır. Tatavvuru'l-Fikri's-Siyasiyyi'ş-Şiî mine'ş-Şûra ila Velayeti'l-Fakih kitabında ilk Şiiler arasında Mehdîliğe inancı aslı olmadığını inkar etme ve onun Şiiler arasındaki bazı toplumsal etkenler sonucunda ortaya çıktığını savunma gayretindedir.
[3] Müminlerin Emiri'nin (a) Hazret-i Mehdi (a) hakkındaki konuşmaları konusunda daha ileri araştırma için bkz: Muhammed b. Ali Sadûk, Kemalu'd-Din, c. 1, s. 277; Muhammed Bâkır Meclisî, Biharu'l-Envar, c. 51, s. 109 (babu ma verede an Emiri Mü'minin salavatullahi aleyhi fi zalike).
[4] Muhammed b. Yakub Kuleynî, el-Kâfi, c. 1, s. 527-528.
[5] Ali b. Muhammed Hazaz Kummî, Kifayetu'l-Eser, s. 120.
[6] A.g.e., s. 20.
[7] Muhammed b. Ali Sadûk, Kemalu'd-Din, s. 289-291.
[8] Ali b. l-Hüseyin İbn Babeveyh el-Kummî, el-İmame ve'l-Tebsira mine'l-Hayre, s. 120.
[9] Muhammed b. Hasan Tûsî, el-Emalî, s. 382.
[10] Bu rivayetlerden bazılarının mütalaası için bkz: Muhammed b. Ali Sadûk, Kemalu'd-Din, c. 1, s. 288 (babu ma ahbara bihi Emiru'l-Mü'minin Ali b. Ebi Talib)
[11] Muhammed b. İbrahim Nu'manî, a.g.e., s. 212.
[12] Ali b. Muhammed Hazaz Kummî, a.g.e., s. 160 ve s. 226.
[13] A.g.e., s. 226.
[14] Bkz: Muhammed b. Ali Sadûk, Kemalu'd-Din, c. 1, s. 316 (babu ma ahbara bihi el-Hüseyin b. Ali b. Ebi Talib)
[15] Muhammed b. Hasan Tûsî, el-Emalî, s. 499-501.
[16] Ali b. Muhammed Hazzaz Kummî, a.g.e., s. 20.
[17] Ali b. el-Hüseyin İbn Babeveyh el-Kummî, a.g.e., s. 115.
[18] Bu makalede genel anlamıyla Şia'dan murad, hükümetin Peygamber (s) hanedanına -Ehl-i Beyt İmamları (a) veya diğer seyyidler- layık olduğunu savunanlardır. Bu da genel olarak Şia adı verilen Zeydiyye, Kisaiyye, Vâkıfe vs. gibi fırkaların tamamını kapsamaktadır.
[19] Hasan b. Musa Nevbahtî, Furuku'ş-Şia, s. 27-29.
[20] Muhammed b. Ali Sadûk, Kemalu'd-Din, c. 1, s. 319.
[21] Ali b. Hüseyin İbn Babeveyh Kummî, a.g.e., s. 40.
[22] Bkz: Muhammed b. Ali Sadûk, Kemalu'd-Din, c. 1, s. 322-323.
[23] Ali b. Hüseyin İbn Babeveyh Kummî, a.g.e., s. 60.
[24] Bkz: Seyyid Ebu'l-Kasım Hoî, Mu'cemu Ricali'l-Hadis, c. 6, s. 300-302.
[25] Ahmed b. Muhammed b. Halid el-Berkî, el-Mehasin, c. 1, s. 173.
[26] Mesela bkz: Ali b. Hüseyin İbn Babeveyh Kummî, a.g.e., s. 94.
[27] A.g.e., s. 95.
[28] Ali b. Muhammed Hazzaz Kummî, a.g.e., s. 250.
[29] A.g.e., s. 348.
[30] Muhammed b. Yakub Kuleynî, a.g.e., c. 1, s. 342.
[31] Muhammed b. Muhammed b. Nu'man Müfid, el-İhtisas, s. 24.
[32] Muhammed b. İbrahim Nu'manî, a.g.e., s. 209.
[33] Muhammed b. Yakub Kuleynî, a.g.e., c. 1, s. 209.
[34] Muhammed b. İbrahim Nu'manî, a.g.e., s. 215.
[35] Muhammed b. Muhammed Nu'man, Müfidu'l-İrşad, c. 2, s. 180-181.
[36] Muhammed b. Yakub Kuleynî, a.g.e., c. 1, s. 307.
[37] A.g.e., s. 536.
[38] Muhammed b. Ali Sadûk, Kemalu'd-Din, c. 1, s. 327-328.
[39] Muhammed b. İbrahim Nu'manî, a.g.e., s. 96.
[40] Ali b. Muhammed Hazzaz Kummî, a.g.e., s. 299.
[41] A.g.e., s. 310.
[42] Bkz: Muhammed b. Ali Sadûk, Kemalu'd-Din, c. 1, s. 324 (babu ma ahbara bihi Ebu Ca'fer Muhammed b. Ali el-Bâkır).