.
.
Ehlader Araştırma Bölümü
.
Müslüman Oldunuz Diye Minnet Altında Bırakmayın!
قُلْ أَتُعَلِّمُونَ اللّٰهَ بِدِينِكُمْ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
يَمُنُّونَ عَلَيْكَ أَنْ أَسْلَمُوا قُلْ لَا تَمُنُّوا عَلَيَّ إِسْلَامَكُمْ بَلْ اللّٰهُ يَمُنُّ عَلَيْكُمْ أَنْ هَدَاكُمْ لِلْإِيمَانِ إِنْ كُنتُمْ صَادِقِينَ
إِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ غَيْبَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَاللّٰهُ بَصِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
Tercüme
“De ki: Allah’a imanınızdan haber mi veriyorsunuz? Oysa Allah, göklerde ve yerde ne varsa bilir ve Allah her şeyi bilendir.”
“Müslüman oldular diye, seni minnet altında bırakıyorlar. De ki: Müslüman olmanızdan dolayı beni minnet altında bırakmayın. Aksine, sizi imana yöneltmesiyle, Allah sizi minnet altında bırakır. Eğer (imanınız hakkında) doğru sözlüler iseniz!”
“Şüphesiz, Allah göklerin ve yerin gizliliklerini bilir ve Allah yaptıklarınızı görmektedir.”
* * *
Nüzul Sebebi
Müfessirlerden bir grubu şöyle demişlerdir: Bu ayetlerin nazil olmasından hemen sonra bedevilerden bir grup Peygamber’in (saa) huzuruna gelerek imanlarında sadık olduklarını ve içleri ile dışlarının bir olduğuna dair yemin ettiler. Bunun üzerine konumuz olan birinci ayet nazil oldu ve sizin yemininize ihtiyaç yoktur. Çünkü Allah içinizi ve dışınızı bilmektedir, diye uyarıda bulunuldu.[1]
* * *
Tefsir
Önceki ayetlerde hakiki müminlerin alametlerine değinilmişti. Nüzul sebebinde de açıklandığı üzere bazı kimseler kalplerinde hakiki iman olduğuna dair ısrarcı bir tavır sergilemekteydiler. Kur’ân-ı Kerim’de onlar ve onlar gibi olanlar hakkında şöyle buyrulmaktadır:
“Israr ve yemine gerek yoktur. İman ve inkâr konusunda bilmelisiniz ki, herkesten önce muhatabınız her şeyden haberdar olan Allah’tır.”
Özellikle konumuz olan birinci ayette kınayıcı bir üslupla şöyle buyrulmaktadır:
“De ki: Allah’a imanınızdan haber mi veriyorsunuz? Oysa Allah, göklerde ve yerde ne varsa bilir…”
“…Ve Allah her şeyi bilendir.”
O’nun mukaddes zatı ilmin kendisidir. İlmi de zatının kendisidir. İşte bu yüzden ilmi ezeli ve ebedidir.
O’nun pak ve münezzeh mübarek zatı, bütün her yerde hazırdır. Atardamardan size daha yakındır. İnsan ile kalbi arasına girer. Dolayısıyla böyle bir durumda sizin iddianıza gerek yoktur. O, doğru kimseleri, yalan yere iddiada bulunanlardan çok iyi tanımaktadır. Kalplerin derinliklerinden haberdardır. Hatta bazen kendilerine bile meçhul kalan imanlarının gücü ve zaafı, O’nun yanında bellidir. Bütün bunlara rağmen, neden Allah’ı kendi imanınızdan haberdar etme gereği duyuyorsunuz?!
Daha sonra Müslümanlıklarıyla Peygamber’i (saa) minnet altında bırakmak isteyen bedeviler şöyle diyorlardı:
“Biz seninle barışık bir halde teslim olduk. Oysaki birçok Arap kabileleri seninle savaştılar.”
Kur’ân-ı Kerim’de onlar hakkında şöyle buyrulmaktadır:
“Müslüman oldular diye, seni minnet altında bırakıyorlar.”
“De ki: Müslüman olmanızdan dolayı beni minnet altında bırakmayın.”
“Aksine, sizi imana yöneltmesiyle, Allah sizi minnet altında bırakır. Eğer (imanınız hakkında) doğru sözlüler iseniz!”
Minnet -daha önce de değinildiği üzere “menne” sözcüğündendir ve anlamak olarak, özel bir tartı aletidir ki, onunla tartı işleri gerçekleştirilir. Daha sonraları her türlü ağır ve büyük nimet hakkında kullanılmaya başlandı. Minnet iki çeşittir: Ameli yönüyle (değerli nimeti bahşetme anlamında) olursa güzeldir. Allah’ın minnetleri de bu türdendir. Ama eğer sözle gerçekleşirse, çirkin ve kötüdür ve birçok insanın minneti de bu türdendir.
İlginç olan şu ki, birinci cümlede şöyle buyrulmaktadır: Onlar İslam’a girdiler diye seni minnet altında bırakmak istiyorlar. Bu da onların iman getirme hususunda gerçekçi olmadıklarının bir diğer göstergesidir. Bilakis zahiren İslam getirmişlerdir.
Ancak ayetin sonunda şöyle buyrulmaktadır: “Eğer kendi iddianızda gerçekçiyseniz, Allah sizi imana yöneltmesiyle minnet altında bırakır."
Her halükarda, bu çok önemli bir konudur ve genellikle dar düşünceli kimseler, iman etmeleri ve ibadet, itaat yoluyla her türlü eksiklikten münezzeh olan Yüce Allah’a, Peygamber’e ve onun vasilerine (Allah’ın selamı onların üzerine olsun) bir hizmette bulunduklarını sanarak, bir takım mükâfat beklentileri içerisine girmektedirler.
Oysaki eğer iman nuru birinin kalbine yansıyacak olur ve bu büyük başarı ona nasip olur ve böylece müminlerin saflarında yer alacak olursa, en büyük ilahi lütuf onu sarmış ve kapsamıştır.
İman, her şeyden önce varlık âlemini anlamada insana yeni bir kavrama gücü bahşetmektedir ve bencillik ve gurur perdelerini kenara iterek, insanın ufkunu açmakta ve yaratılışın eşsiz azametini onun gözüne yansıtmaktadır.
Daha sonra, onun duygularına nur ve ışık saçar ve onları terbiye eder. İnsani değerleri onda canlandırır, onun üstün başarı kapasitesini yeşertir ve ona ilim, kudret, yiğitlik, fedakârlık, bağışlama ve ihlâsı bahşeder. O zayıf ve güçsüz insandan, güçlü ve faydalı bir insan ortaya çıkar.
Onun elinden tutarak, onu kemal basamaklarından yukarı çıkarır ve ona başarıların en üst zirvesine ulaşma iftiharı verir. Onu varlık âlemindeki var olan kanunlarla birlik içerisinde kılmış ve varlık âlemini de onun emri altına vermiştir.
Acaba bu da, Allah’ın insana sunduğu bu nimetler karşısında, insanın Peygamber’e (saa) minnet koyması mıdır?!
Yine ibadet ve itaatlerin her biri kemale doğru atılan bir adımdır: kalbe sefa bahşeder, şehvani duyguları kontrol altında tutar, ihlâs ruhunu güçlendirir ve İslam toplumuna birlik-beraberlik ve vahdet, güç-kuvvet bahşeder.
Her biri eğitici büyük bir okul ve öğretici bir derstir.
İşte burada, bu nedenle insanın her sabah ve her akşam iman nimetinden dolayı şükretmesi ve her namazdan sonra secdeye giderek Allah’a bu büyük lütfünden dolayı teşekkür etmesi gerekir.
Eğer insanın Allah’a itaat ve ibadete bakış açısı bu ideoloji üzerine kurulu olacak olursa, kendisini alacaklı zannetmesi bir kenara, bilakis her zaman kendisini Allah ve Peygamber’e karşı borçlu görür ve nimetlere boğulduğunun farkında olur.
Böylece ibadetlerini istek ve aşk üzere yerine getirir, itaat yolunda canla başla çalışır. Eğer Yüce Allah ona bir mükâfat verecek olursa, bunu da kendisi için bir başka lütuf olarak görür. Güzel işlerin faydası yine insanın kendisine dönmez mi? Aslında bu başarıdan dolayı, kendisini Allah’a karşı daha fazla borçlu hisseder.
Dolayısıyla, O’nun hidayeti lütuftur. Peygamber’in (saa) daveti bir diğer lütuftur ve itaat ve ibadette başarının kendisi de kat-kat bahşedilmiş bir lütuftur ve mükâfat da lütfün üzerine lütuftur!
Konumuz olan ayetlerin sonuncusu ve Hucurat Suresinin son ayetinde, yine önceki ayette geçen konunun üzerinde yoğunlaşarak, şöyle buyrulmaktadır:
“Şüphesiz, Allah göklerin ve yerin gizliliklerini bilir ve Allah yaptıklarınızı görmektedir.”
Kesinlikle mümin olduğunuza dair ısrarcı olmamanız gerekir ve yemine de gerek yoktur. O kalbinizin derinliklerinde ve orada olup bitenlerden tamamen haberdardır. O, yerin derinliklerindeki sırları ve göklerin gaybını bilir. Dolayısıyla sizin içinizde olanlardan habersiz olması mümkün müdür?
Allah’ım! Bu surede beyan olunan üstün ahlakî değerleri, kendi vücudumuzda yaşatmanın başarısını bizlere bahşet ve onun saygınlığını korumanın başarısını ver!
[1] Mecmeu’l-Beyan, el-Mizan, Ruhu’l-Beyan ve Kurtubi Tefsirleri.