.
.
Ehlader Araştırma Bölümü
Allah’ın günleri 1000 yıla mı yoksa 50000 yıla mı denk düşmektedir?
“Şüphesiz Rabbinin nezdinde bir gün, sizin saydığınız bin yıl gibidir.” (Hac Sûresi, 47)
“Gökten yere kadar bütün işleri Allah yürütür. Sonra bu işler, süresi sizin hesabınızla bin yıl olan bir günde O’na yükselir.” (Secde Sûresi, 5)
“Melekler ve Ruh (Cebrail) ona süresi elli bin yıl olan bir günde yükselir.” (Mearic Sûresi, 4)
Netice olarak bunların hangisi doğrudur?
Bu soruya üç mihver çerçevesinde yanıt verilmelidir. Bunlar, “yevm” ve “gün” kelimesinin manasının incelenmesi, çelişki şartlarının bilinmesi ve son olarak da belirttiğiniz âyetlerin çelişip çelişmediği konularıdır. Her şeyden önce “yevm” kavramına dikkat etmeliyiz. Arapça sözlük kitaplarında yevm için değişik manalar belirtilmiştir ve bazıları şunlardır:
1. Güneşin doğuşundan batışına kadar.
2. Gece ve gündüzü içeren tam yirmi dört saat.
3. Mutlak anlamda zaman.
4. Nimet.
5. Hadise, vakıa vb.[1]
Gözlemlediğiniz gibi bu kelime değişik manalara sahiptir ve ancak cümlelerdeki karine ve delillere bakarak kastedilen manaya ulaşmak mümkün olur. Buna göre salt “bu kavram bir cümlede belirli bir zaman miktarı ve diğer bir cümlede ise başka bir zaman miktarı olarak kullanılmıştır” argümanını temel alarak, bu iki cümlenin birbiriyle çelişik olduğuna hükmedemeyiz. Çünkü iki cümlenin birbiriyle çelişkili olması için sekiz cihetten birbirleriyle ortak olmaları gerekir. Hatta görünüşte birbiriyle çelişkili olan iki cümle, yedi cihet açısından birbirleriyle benzeşse ve sadece bir cihet açısından aralarında fark olsa, ikisi arasında çelişki vardır denemez.
Bu sekiz cihet konu, yüklem, mekân, zaman, ek, cüz ve kül, şart, yeti ve eylemden oluşmaktadır (bu hususta daha fazla bilgi elde etmek için mantık kitaplarına müracaat ediniz). Örneğin, “Her gün yirmi dört saattir” ve “Nevruz (Yeni gün) on üç gündür” diye iki cümle içinde gün kelimesini kullandığımızda hiç kimse bizi çelişkili olmakla itham etmez. Zira ikinci cümlenin birinci bölümünde kullanılan gün, yirmi dört saat manasında olmayıp mutlak zaman manasındadır. Buna göre, belirtilen iki cümlede çelişkiye sebep olacak konu birliği mevcut değildir. Bu, benzeri bir örnekte şöyle dememize benzer: “Sınavlar on beş gün sürecektir” ve “Sınav günü hiçbir devamsızlık kabul edilmeyecektir.” Gün kavramı ilkönce yirmi dört saat ve sonra ise yirmi dört saati de aşabilecek mutlak zaman manasında kullanılmıştır. Bu tabir edebî ve mantıkî olarak da hiçbir sorun taşımamaktadır. Bir kavramın böyle değişik kullanılışları, halkın konuşmalarında oldukça yaygındır. Kur’an-ı Kerim de halkın dilinde nazil olduğundan, birçok yerde bu yöntemden istifade etmiştir. Örneğin bir âyette şöyle okumaktayız:
“Hani onlar Cumartesi (yasağı) konusunda haddi aşıyorlardı. Zira tatil yaptıkları Cumartesi günü balıklar onlara akın akın geliyor, tatil yapmadıkları (diğer) günlerde ise gelmiyorlardı.”[2]
Dikkat ederseniz bu âyette “gün” kavramı iki defa kullanılmıştır. Birinci defa normal bir gün yani Cumartesi manasında kullanılmış ve ikinci defa ise Cumartesi dışındaki diğer altı günü kapsayan günler manasında kullanılmıştır. Bununla birlikte bu âyette herhangi bir çelişki gözlemlenmemektedir. Bu türden örneklere aşağıdaki âyetlerde de rastlamaktayız: Yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Biz onların üstüne uğursuzluğu sürekli bir günde gürültülü ve dondurucu bir rüzgâr gönderdik.” [3]
Diğer bir âyette de şöyle buyurmaktadır:
“Âd kavmine gelince, onlar da uğultulu ve dondurucu şiddetli bir rüzgârla helâk edildi. Allah, onu kesintisiz olarak yedi gece, sekiz gün onların üzerine musallat etti.” [4]
Hiçbir insaflı insan birinci âyet gürültülü ve dondurucu rüzgârın bir günde olduğunu ve sonraki âyet ise bunun sekiz günde olduğunu bildirdiğinden bunlar arasında çelişki vardır diyemez! Çünkü bu âyetler üzerinde biraz düşünüldüğünde birinci âyetteki gün kavramından mutlak zamanın kastedildiği ve ikinci âyette ise yirmi dört saat manasında günün kullanıldığı anlaşılacaktır. Bundan dolayı, her ne kadar bu kelime iki ayrı manada kullanılmışsa da çelişki arz etmemektedir. Şimdi tüm yer ve gök günlerinin Allah’ın günleri olduğunu açıklığa kavuşturmak için sorunuza konu olan âyetleri inceliyoruz:
Hac Sûresi 47. Âyet:
Bu âyet sürekli Peygamber’den (s.a.a) nübüvvetini ve doğru sözlülüğünü ispat etmesi için kendilerine ilahi azabı indirmesini isteyen inkârcıları uyarma hakkındadır. Onlar bu istekleriyle ilahi azap gelmemesi durumunda Peygamber’in (s.a.a) elçiliği hususunda (Allah’a sığınırız) doğru söylemediğini lanse etmek istemişlerdir! Bu doğrultuda ve bu müşriklere cevap olarak Yüce Allah her ne kadar sizler aceleci olsanız da Allah’ın işinde acele olmaz ve sizin bin yılınız Allah’ın bir günüdür diye buyurmaktadır! (Nitekim Nuh kavmine de yaklaşık bin yıl fırsat verilmiştir.[5]) Bu esas uyarınca, sonraki âyette ahalisi zalim olmasına rağmen nice memleket halklarına mühlet… verdim[6] diye buyurulmaktadır. Söz sanatına azıcık aşina olan her şahıs, bu âyetteki bin yılın hiçbir özelliği olmadığını, bunun sadece Allah’ın kendi düşmanlarını azaplandırmasında hiçbir acele ve telaşı bulunmadığını ve nitekim iki bin yıl veya daha fazlasının Allah için bir gün kadar olduğunu ve esasen Allah için zamanın söz konusu olmadığını gösterdiğini bilir. Zamana işaret eden, sadece bir konuyu iletmeyi hedefleyen ve tam bir miktarın gözetilmediği bu türden örnekler, Kur’an âyetlerinde oldukça göze çarpmaktadır. Örneğin:
a) “Kıyamet’in kopması, bir göz kırpması gibi veya daha az bir zamandır.” [7]
b) “Emrimiz ancak bir tek emirdir. Göz kırpması gibidir. (Anında gerçekleşir.)” [8]
c) “(Ey insanlar!) Sizin yaratılmanız ve öldükten sonra tekrar diriltilmeniz, ancak bir tek insanı yaratmak ve diriltmek gibidir.”[9]
Bu şekilde beyan edilen âyetlerin tümü şu mana ve mefhumun göstergesidir: İnsan belirli ve az bir zaman diliminde yaşadığından ve kısıtlı bir güce sahip olduğundan, Allah’ın fiilinin niteliğini anlaması olanaksızdır. İnsan, Allah’ın fiillerini kendi ölçüleriyle değerlendirmektedir. Ama bu insan dünyevî yaşam hisarından çıkacak olursa, onun için zaman ve mekânın manası değişecektir. Nitekim insan kıyamet gününü ve onun zamansal genişliğini gözlemlediğinde kendi dünyevî yaşamının müddetinin bir gece veya bir günden çok olmadığı sanısına kapılacaktır![10]
Secde Sûresi 5. Âyet:
Bu âyet Allah tarafından yaratılış âleminin nasıl yönetildiğiyle irtibatlıdır. Her ne kadar biz onun tüm sır ve gizemlerinden haberdar olmasak da bu âyette ona kısa bir işaret edilmiş ve ilahi emrin gökten yeryüzüne ve onun yeniden göğe dönmesinin her merhalede dünyevî bin yıl sürdüğü açıklanmıştır. Bu âyet kıyamete özgü değildir ve şimdi dahi tüm yaratıklar ilahi emir ve yönlendiriciliğin kontrolü altındadır. Bu esas uyarınca, bu âyette işaret edilen husus, sadece ilahi emirlerdeki her merhalenin gerçekleşme zamanıdır. Dünyada bunun kaç merhalesinin gerçekleştiği ve onun kaçıncı merhalesinde kıyamet günü ve ahiret dünyasının yer alacağı ise tam olarak beyan edilmemiştir!
Mearic Sûresi 4. Âyet:
En sonda işaret ettiğiniz bu âyet kıyamet hakkındadır. Bu âyette önceki âyetlerle çelişmeye sebep olacak şekilde Allah’ın günü elli bin senedir diye bir beyanda bulunulmamıştır. Bu âyet sadece kıyamet hadisesinin elli bin yıl çekeceğini ilan etmektedir.[11] Başka bir tabirle bu âyetteki “gün” kavramı daha önce işaret ettiğimiz gibi hadise ve vakıa manasındadır. Buna göre, Mearic Sûresinde kıyamet vakıasının elli bin yıl olarak ilan edildiği, bunun elli merhaleye sahip olduğu, her merhalenin diğer sûrelerde belirtildiğine göre normal bin yıla denk düştüğü ve her merhalede meleklerin yükseldiği ve indiği gözlemlenebilir. Bu şekilde, hiçbir edebî ve mantıkî sorun olmaksızın bu âyetler tevil ve tefsir edilebilir. İmam Sâdık’tan (a.s) nakledilen bir rivayet de bu tefsiri onaylamaktadır. İmam şöyle buyurmaktadır:
“Kıyametin elli merhalesi vardır ve her merhalesi bin yıldır.”[12]
Son netice şudur: Bu âyetler ayrı konular hakkında nazil olduğundan ve konu birliği taşımadığından, birbirleriyle hiçbir çelişki arz etmemektedir. Bu alanda belirtilen delillere ek olarak, beyan edilmesi faydalı bir nokta da mevcuttur: Her ne kadar Hac Sûresi Medine’de nazil olmuşsa da Secde ve Mearic Sûrelerinin her ikisi de Mekke’de nazil olmuştur ama daima Peygamber’i (s.a.a) yalanlamak isteyen ve de Kur’an âyetlerinde açık arayan düşmanlar, bu âyetlerde böyle bir çelişki gözlemlememişlerdir. O dönem Araplarını hatta tüm yönlerde geri kalmış fertler olarak kabul etsek de onların hitabet ve konuşma açısından dönemin dünya halklarının çoğundan daha önde olduğunu kuşkusuz bilmekteyiz.
Dolayısıyla onların böyle bir çelişkiyi tespit edecek ilmî bir kapasiteye sahip olmadıklarını veya hepsinin zayıf bir hafızaya sahip olduklarını veyahut önceki âyetleri unuttuklarını iddia etmek mümkün değildir! Allah’ın benzer bir sûreyi getirmeye dönük çağrısına karşın insanların şimdiye dek böyle bir çağrıya yanıt vermemeleri ve bu alanda yapılmış çalışmaların sonuçta başarısız kalması, Kur’an’ın mucize olduğunun yeterli kanıtıdır.