.
.
Ehlader Araştırma Bölümü
Kur’an cümleleri alanında gündeme getirilen mevzular arasında, Kur’an’ın hükümlerinin gerçek âlemi beyan kastı mı taşıdığı, yoksa belli duyguları veya fiilleri harekete geçirmeyi mi amaçladığı yahut da tavsif ve hareketlendirme kastının iç içe mi geçtiği sorusu vardır.
Kur’an’ın cümle çeşitlerine genel anlamda bakıldığında ihbari ve inşai olarak iki gruba ayrılabilirler. İhbari cümleler, doğrudan gerçeklikten haber veren ya da onları olumsuzlayan cümlelerdir. Hâlbuki o gerçeklik bir şeyin varlığı veya sıfat ya da hal yahut yokluk olabilir. Gözlemlenen veya gaybi bir gerçeklik bildiriliyor olabilir; âlemin maddi şeyleri veya soyut da olabilir. İnsanın içinden de olabilir, dünyanın yaratılmışlarından da. Geçmişteki, şu anki veya gelecekteki fenomenlerden de olabilir. Bu dünyanın veya ahiret âleminin fenomenlerinden de olabilir. Mesela: “Allah’ın varlığı vardır.”, “Ruhun varlığı vardır.”, “Yeryüzü yuvarlıktır.”, “Melek görülmez.”, “Dua insanda sükûnete yol açar.”, “Spor insanın sağlığını temin eder.” ve benzeri. Bu cümlelerin her biri bir hüküm içerir. Bu yüzden her biri gerçeğe uygun olabilir veya olmayabilir. Yani doğru ve yanlış olma kabiliyeti vardır. Bu, ihbari cümlelerin temel özelliğidir.
İnşai cümleler, adından da anlaşıldığı gibi, inşa, bir fiilin yapılmasını talep ve emir, bir fiilin terk edilmesini talep ve yasak, soru, ümit ve arzu, övme ve şaşırma gibi şeylerdir.[1]
İhbari ve inşai cümleler arasındaki fark dikkate alındığında bazı kimseler, inşa ifadelerinde doğrulama ve yanlışlamanın bulunmaması nedeniyle bu tür cümlelerin gerçekle irtibatının olmadığını; özellikle mantıksal açıdan öncüller ile sonuç arasında aynı kökten gelme ve anlam birliği bulunması gerektiğini, dolayısıyla ihbari öncüllerden inşai sonuçlar çıkarılamayacağını ve “varolan”da “olması gereken”e gidilemeyeceğini sanmışlardır.
Kur’an Cümlelerinin Türleri
Öncelikle Kur’an-ı Kerim ayetlerinin bir örneğini incelemeye koyulacağız. Öyle anlaşılıyor ki genel olarak bakıldığında Kur’an’da ihbari ve inşai olmak üzere iki kısım ayetler bulunduğunda tereddüt yoktur.
Kur’an-ı Kerim hem Allah’ın zâtını tavsif eder, hem de varlık âlemini, dünya ve ahireti, geçmiş, şu an ve gelecekteki olayları, insanı ve diğer varlıkları, insan ve evrenin kaderindeki değişmez yasaları, gelenekleri ve fenomenleri. Kur’an’da bütün kısımlarıyla emir, yasak ve soru; arzu etmek, ümit etmek, nida, yemin, şart gibi türler geçmektedir.
Şimdi soru şudur: Acaba Kur’an’ın bütün bu cümleleri, bütün o konu çeşitliliğine ve ifade farklılığına rağmen gerçeği mi anlatır ve hakikati beyan kastı mı taşır, yoksa temel saik insanı terbiyedir de bütün bu konularda gerçeğe özen gösterilmesi söz konusu değil midir? Bazı konularda gerçekliği beyan saiki mevcut olup başka bazılarında ise bir fiile ve belli bir gayeye teşvik ve hareketlendirme mi vardır?
Burada doğru bir yaklaşıma ulaşmak amacıyla önce dikkat edilmesi gereken şudur ki, her şeydeki gerçek, bizzat o şeyin gerektirdiği şekilde ve onun varoluşsal özelliği olmuştur ve onu ispatlama yolu da varlık kökenine uygundur. Bu yüzden bütün hakikatlerin gerçekliğini ispatlamak için bir tek kriterin ve bir tek aracın kullanılması beklenemez. Bu bakımdan Allah’ın yardımcısı olan meleklerin Allah düşmanlarıyla cihad halindeyken gözle görülmesini beklemek boşunadır.[2]
Hatırlatmakta yarar bulunan diğer nokta, Müslüman bir insanın Kur’an’la karşılaştığında kendisini, akıl ve ruhunu hedefe iletmek ve onu tabiatın karanlık âleminden uçsuz bucaksız nura kadar yüceltmek amacıyla inmiş Allah’ın huzurunda ve Allah’ın hakikatinden doğan kelamkarşısında görmesidir; Bu sebeple, Allah’ın insana muhabbetinin bu defterini yer yer ve satır satır keşfedilebilir bir hakikat ve yeni bir mesaj olarak görür.
Kur’an’ın Vasıflarından Bir Parça
Kur’an’ın metnine bakıldığında ve bu ilahi kitabın kendisine dair tavsifleri göz önünde bulundurulduğunda çok kıymetli noktalar keşfedilecektir. Bir yerde Kur’an ve Peygamber’e ilahi vahiy[3]“ilim” olarak tarif edilmiştir: “مَا جَاءكَ مِنَ الْعِلْمِ ”[4]Birçok ayette “tezkiye ve kitap ve hikmeti talim”, Peygamber’in (s.a.a) risaletinin Kur’an aracılığıyla gerçekleşen hedefi olarak tanıtılmaktadır:
Âli İmran 164, Cuma 2. (Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah’ın âyetlerini okuyan, kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Hâlbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.)
Bakara 151 (Nitekim kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitab’ı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten bir Resül gönderdik.)
“Furkan”, “ayırıcı söz” ve “tafsilat veren” Kur’an’ın zikrettiği diğer sıfatlardır:
Furkan 1 (Alemlere uyarıcı olsun diye kulu Muhammed’e Furkan’ı indiren Allah, yüceler yücesidir.)
Tarık 13-14 (Şüphesiz Kur’an, ayıran bir sözdür. Asla bir şaka değildir.)
En’am 97 (Gerçekten biz, bilen bir toplum için âyetleri geniş geniş açıkladık.)
Aynı şekilde Kur’an “nur” ve “aydınlatıcı kitap” olarak da tavsif edilmiştir:
Şura 52 (Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola ilettiğimiz bir nur kıldık.)
Maide 15 (Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap.)
“Basiretler” ve görüş kazandıran[5]Kur’an’ın bir başka vasfıdır:
A’raf 203 (Rabbinizden gelen basîretlerdir ve hidayettir.)
Diğer iki tavsifte Kur’an “ivac sahibi olmayan” yani sapkınlıktan uzak ve hakka kılavuzluk eden[6]kitap olarak adlandırılmıştır:
Zümer 28 (Hiçbir eğrilik bulunmayan Arapça bir Kur’an olarak.)
Yine Kur’an “zikir”, “zikra”, “tezkire”, “nasihat”, “müjdeleyici ve uyarıcı” olarak da anılmıştır:
En’am 90 (Bu âlemler için ancak bir öğüttür.)
Müddessir 54 (Asla! Bu gerçekten bir ikazdır.)
Yunus 57 (Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt geldi.)
Fussilet 4 (Bu kitap müjdeleyici ve uyarıcıdır. Fakat onların çoğu yüz çevirdi. Artık dinlemezler.Çev.)
Geçen ayetlerin ortak yönü, Kur’an’ın risaletinin beyan edilmiş olması ve onun bir yandan hakikati gösterip bilgi verirken, öte yandan istikamet belirlemesi özelliğidir. Bilginin temel niteliği olan aydınlatma sıfatı, tezkiye meydana getirme, hikmeti öğretme, hakkı bâtıldan ayırma, nihai söz olma, ışık saçma ve basiret oluşturma, açık hüccet ve alamet olma, hidayet verme, sapkınlıktan münezzeh olma, hatırlatma, gafleti giderme, ibret öğretme, bunların tamamı Kur’an’ın özüne ilişkin niteliklerdir. Bu sıfatlar ve ayırtedici özellikler Kur’an’ın tamamının vasfı olduğu gibi, Kur’an’ın hüküm ve parçalarının her birinin de vasfıdır.
Bu şekilde, söylenenler ışığında şu sonuç elde edilmektedir: “Gerçeği ve belli bir mesajı ifade kastı[7], varoluşsal değişime davet ve Kur’an’ın bütün hükümlerinde birbirinden ayrılamaz iki özelliğin, yani ihbari veya inşai hükümlerin manevi bakımdan yüceltmesidir. Bir farklı, bu iki üsluptaki yapısal formül çeşitlidir: ihbari hükümlerde gerçekliğin tavsifi ve izahı doğrudandır, mesaj ise dolaylıdır; ama inşai hükümler ve dinî öğretilerde mesajın doğrudan iletilmesine odaklanılmıştır, buna karşılık mesajın ortaya çıkış sebebi veya gayesi olan gerçeklik ise dolaylıdır.
“Gereken” ve “Varolan”ın Bağı
İlahi emirler ve yasaklar ya da şer’i “gerekenler” ve “gerekmeyenler”, bu cümleden olarak da ibadetle ilgili buyruklar veya ahlaki talimatlar inşai hükümlerden sayılırlar. İnşai cümleler ile harici gerçeklik arasındaki irtibat ve karşılaştığımız gerekenlerin muhtelif türlerinin menşeinin ne olduğu eskiden beri tartışılmıştır. Bunlar nereden zuhur etmişlerdir? Neden ortaya çıkmışlardır? Acaba sadece duygularımızın yansıması mıdırlar? Toplumsal zaruretler mi onları varetmiştir? İnsanın aklı mı onları meydana getirmiştir? Yoksa Allah’ın isteğinden mi kaynaklanmaktadırlar? Görüldüğü gibi, gerekenler ve gerekmeyenlerin ilişkili olduğu durumlar farklı farklıdır. Bu yüzden denebilir ki bunların menşei de mecburen farklı farklıdır. İnsanın özerk bir varlık olarak yerine getirdiği fiiller onun bilgi, irade ve isteğinden kaynaklanmaktadır. İnsan soğuktan korunmak için uygun kıyafet giymenin zaruri olduğunu bilir. Ağrıyı iyileştirmek için kaçınılmaz biçimde uygun ilacı kullanmalıdır. Doymak için yemek yiyecektir. Aynı bunun gibi, düzen ve emniyeti sağlamak ve kendi nisbi haklarına ulaşmak bakımından da toplumsal yasa ve kurallar getirmek zorundadır.
Bu tür misallerden, failinin insan olduğu bir fiil ile fiilin sonucu arasında bir sebep-sonuç ve zorunluluk ilişkisi bulunduğu anlaşılmaktadır. Fiilin nesnel gerçekleşmesi olmadıkça sonucun nesnel gerçekleşmesi ortaya çıkmayacaktır. Bu nedenle fiilin özerk fail tarafından ortaya çıkarılması ile sonucun vuku bulması arasında sebep-sonuç ve zorunluluk ilişkisi vardır.
Bu izaha göre şer’i bakımdan yapılması gerekenler ve yapılmaması gerekenlerin kökeni, insanın akıl aracılığıyla keşfedip tanıdığı akli zaruretler ve gerçeklikler arasındaki nesnel irtibatın göstergesidir, varedilmiş ve kararlaştırılmış şeyler değil. Bu açıklama, insanın fiili ile onun sonucu arasında zorunlu sebep-sonuç ilişkisi bulunduğunu açıklığa kavuşturmaktadır. Yani sonuçla kıyaslandığında sebebin varlığı zorunludur. Dolayısıyla aslında burada, gerçeklikler arasında, felsefenin dilinde zaruret olarak adlandırılan (ضرورت بالقیاس الی الغیر) hakiki bir irtibat vardır.
Denebilir ki emir ve nehiylerde, yani şer’i bakımdan yapılması gerekenler ve yapılmaması gerekenler ile onlardan hasıl olan sonuçlarda da işte bu ilişki mevcuttur. Şer’i bakımdan yapılması gerekenler ve yapılmaması gerekenler, gerçek faydalar ve fenalıklardan doğduğu ve kendi özel şartlarıyla (tevhidi niyetle beraber) insanın varoluşsal kemaline zemin hazırladığından sonuç itibariyle yemek yemek ve doymak arasındaki ilişkinin benzeri, şer’i kurallar ve onların sonuçları arasında da vardır. Şer’i bakımdan yapılması gerekenlerin anlamı şudur: Özerk insan eğer manevi kemale ve varoluşsal yücelişe ulaşmak istiyorsa kendi bilgisi ve iradesiyle onun gereklerini ve sebeplerini hazırlamalıdır. Şer’i bakımdan yapılması gerekenler ve yapılmaması gerekenlerin ayırtedici özelliği, göndericisi insanın varlığının sırlarına ve gerçek menfaatlerine vakıf olan kesin vahyin veya aydınlatıcı aklın ışığında fiiller ile onların sonuçları arasındaki ilişkiyi keşfetmenin gerçekleşmesidir.
Bazı Ayetlerde Mesaj ve Gerçeğin İçiçe Özelliğini Aramak
Kur’an-ı Kerim bazen haber cümlesi formunda şöyle buyurur:
“Gerçekten de nefsini temizleyen kurtuluşa ermiştir. Nefsini kirleten ise zarar görmüştür.”
Gayet açıktır ki cümlelerin zâhiri haber dilidir. Ama hakim ruh, insanın ruhundaki derinliği seslendiren ve onu kirlerden arınmaya çağıran mesajdır. Bir diğer ifadeyle, ayet-i şerifeler, uyuyan fıtratları uyandırmak için iki tür fiili (arınma ve kirletme) ve onların sonuçlarını (kurtuluş ve hüsran) hatırlatmaktadır.
Kur’an-ı Kerim’in sorularına baktığımızda içiçe geçmiş gerçekçilik özelliği ile yücelişe ve manevi incelmeye davet özelliğinin Kur’an’ın zâhiren şahsi hükümlerinde bile idrak edilebileceğini görüyoruz:
“Göğsünü açmadık mı? Üzerinden ağır yükü kaldırmadık mı? Sırtında ağırlık yapan yükü. Şanını yükseltmedik mi? Kesinlikle her güçlükle birlikte bir kolaylık vardır. Aynı şekilde her güçlükle birlikte bir ferahlık vardır. Öyleyse önemli işinden serbest kaldığında diğer önemliye azmet ve Rabbine yönel.”[8]
Bu surenin hitapları, müfessirlerin söylediği gibi, bir hayatın ve tarihsel bir gerçekliğin niteliğinin açıklaması olarak Peygamber-i Ekrem’le (s.a.a) şahsi bir söyleşi, Hazret’in mevkiini tavsif ve Allah’ın ona yardımlarıdır. Fakat ebedi bir metin olan Kur’an’da Peygamber’in (s.a.a) tarihsel hayatından alınmış bu kesitin varlığının hikmeti nedir? Başka bir ifadeyle, Kur’an’ın “nur” ve “hidayet” olduğunu kabul ettiğimizde Kur’an hükümlerinin mesajını keşif araştırmasına odaklanmalıyız. Bu ayetlerin çeşitli zirvelerinde gayet iyi anlaşılmaktadır ki, surenin tüm ayetlerindeki içeriğin onun ışığında şekillendiği eksen noktası ve tarih aşan öğreti, Kur’an insanının hayatın iniş çıkışlarında Allah’a söz vermeye canını koyduğudur. Çünkü bütün işlerin maksadı Allah Teâla’dır[9]ve diğer sebeplerin tümü onun iradesi ve isteğiyle hareket ederler.
Bu konu başka örneklerde açıklıkla görülebilir:
“Önceki isyancıları yoketmedik mi?... İşte suçlulara böyle davranırız… Sizi bayağı ve değersiz bir sudan yaratmadık mı?... Yeryüzünü insanın ihtiyaçlarını temin yeri yapmadık mı?”[10]
“De ki: Bizim için ancak iki iyilikten birini (şehadet ve ebedi rahmeti kazanmak ya da zafer) beklemektesiniz.”[11]
“Nankörlük edenler dışındakileri cezalandırır mıyız hiç?”[12]
([İbrahim dedi ki] yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?”[13]
Evrenin Genişliğinde Tevhidin Alametleri
“Onlara gökleri ve yeri kimin yarattığını, güneş ve ayı da kimin hâkimiyet altına aldığını sorsan, diyeceklerdir ki: Allah! Öyleyse nasıl yüz çevirebiliyorsunuz.”[14]
“Onlara gökten suyu kimin indirdiğini ve onunla ölmüş yere hayat bahşettiğini sorsan, hiç kuşku yok diyeceklerdir ki: Allah! De ki: Övgü ve sena Allah’a aittir. Her ne kadar çoğu bilmese de.”[15]
“De ki: Size gökten ve yerden rızkı kim veriyor? Ya da kulak ve gözlerinin sahibi kimdir? Diriyi ölüden, ölüyü de diriden kim çıkartabilir? Kim âlemin işini çekip çevirir? Diyeceklerdir ki, Allah! Hiç mi pervanız yok?”[16]
“De ki: Şirk koştuklarınızdan herhangi biri, yaratmayı başlatıp sonlandırabilir mi? De ki: Sadece Allah yaratılışı başlatmıştır ve sonra tekrar döndürecektir. O halde neden hakka sırt çeviriyorsunuz?”[17]
Allah’ı Tavsif
“O, kendisinden başka tanrı olmayan Allah’tır. Asli mâliktir, her türlü eksiklikten münezzehtir, kimseye zulmetmez, emniyet bahşeder, herşeyi gözetim altında tutar, yenilgiye uğratılamayacak kadar güçlüdür, durumları ıslah edendir, büyüklük onun şanındandır. Allah, ona koştukları ortaklardan münezzehtir, O yaratıcı Allah’tır, numunesiz yaratandır, benzersiz suret verendir, güzel isimler onundur, göklerde ve yerde olanların hepsi onu tesbih ederler, o aziz ve hekimdir.”[18]
Fiillerde Tevhid
“Allah dilemedikçe siz birşey dileyemezsiniz.”[19]
“Allah katından başkasında zafer yoktur.”[20]
“(Ey Peygamber) toprağı (kâfirlerin suratına) savurduğunda bunu sen yapmadın, aksine Allah savurdu.”[21]
İlahi Âdetler
“Hatırlayın ki Rabbiniz bildirmişti: Eğer nimetlere şükrederseniz nimetleri arttıracağım. Eğer nankörlük ederseniz hiç kuşku yok azabım şiddetlidir.”[22]
“Eğer şehirlerin ve bayındır yerlerin halkı iman etse ve takvayı benimseseydi gökten ve yerden üzerlerine bereket kapılarını açardık. Ama onlar hakikatleri yalanladılar. Öyleyse biz de onları bu davranışlarının karşılığı olarak cezalandıracağız.”[23]
Kozmoloji
“Allah, göğü görünen bir sütun olmaksızın yükseltti. Sonra kâinatı tedbire yöneldi. Her biri belli bir zamana kadar hareket edecek olan güneş ve ayı emre amade kıldı. İşlerin çekip çevrilmesi Allah’a aittir. Yeniden dirilmeye inanmanız için alametlerini size göstermektedir. Yeryüzünü yayan, üzerinde dağlar ve nehirler vareden ve orada bütün meyvelerden çift yaratan odur. Geceyi gündüzün üstüne örttü. Bunların hepsinde düşünenler için işaretler vardır.”[24]
İnsanın Ortaya Çıkışı ve Gelişiminin Aşamaları
“Biz insanı çamurun özünden yarattık. Sonra nutfeyi emin bir karargâha (rahim) yerleştirdik. Sonra nutfeyi alaka (kan pıhtısı) biçimine, alakayı mudga (çiğnenmiş ete benzeyen) şekline ve mudgayı da kemikler haline getirdik. Kemiklere et giydirdik. Sonra da onda yeni bir yaratılış ortaya çıkardık. Allah, yaratanların en iyisidir. Sonra siz, bunu takiben öleceksiniz. Daha sonra da kıyamet gününde yeniden dirileceksiniz.”[25]
Bel’am Bin Baura Hikâyesi
“Onlara, kendisine işaretler verdiğimiz ama onlardan sonra yüz çeviren, şeytanın peşine taktığı ve sapkınlardan olan kişinin (Bel’am Bin Baura) kıssasını anlat. Eğer isteseydik (tekvin) irademizle onun başını dimdik ederdik. Ama o yere saplandı kaldı ve nefsinin hevesini takip etti. Onun misali, üzerine varsan veya kendi haline bıraksan da havlayan köpek gibidir. Allah’ın ayetlerini inkâr eden insanların misali budur. Öyleyse düşünebilmeleri için bu kıssaları halka oku!”[26]
Ebu Leheb’in Kaderi
“Ebu Leheb’in iki eli kurusun! Kurudu da. Malı ve kazandıkları ona fayda vermedi. O, alevli bir ateşte yanacak. Odun taşıyıcı olarak karısı da. Boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu halde.”[27]
Surenin yapısal özelliği, “teb, keseb, leheb, hatab, mesed” kelimelerinin ahengi temelinde şekillenmiştir. Surenin tek konusu, bir noktadan başlayıp doruğa çıkarak ve nihayet sona ererek Ebu Leheb ailesinin şehvet ve öfkesinin anlatılmasıdır. İbn Esir’in görüşüne göre surenin zirvelerinde harmonik güzellik psikolojik hakikatle içiçe girmiştir.[28]Surenin uyarıcı mesajı tarihin bütün hak yiyicilerine, bu muamelenin akıbetinin yozlaşma ve iki dünyada da hüsrandan başka bir şey getirmeyeceğini ilan etmektedir.
Neshedilmiş Gizli Konuşma ve Sadaka
Ey iman edenler, ne zaman Allah’ın Rasülü’yle gizlice konuşmak isterseniz sadaka verin. Bu sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Eğer gücünüz yetmiyorsa Allah bağışlayıcı ve merhametlidir. Fakirleşmekten mi korktunuz ki gizlice konuşmadan önce sadaka vermekten imtina ettiniz? Bunu yapmadığınız ve Allah’ın da sizi affettiği şu an artık namazı kılın ve zekâtı verin. Allah’a ve Rasülü’ne itaat edin. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”[29]
Riba (Faiz) Kıssası
Faiz yiyenler, ancak şeytanın dokunması sonucu delirmiş ve dengesini koruyamayan (bazen düşen, bazen de ayağa kalkan) kişi gibi kalkarlar. Bu, alışveriş de faiz gibidir (aralarında fark yoktur) demeleri nedeniyledir. Hâlbuki Allah alışverişi helal, faizi ise haram kılmıştır (çünkü ikisi arasındaki fark büyüktür). Kim kendisine ilahi öğüt geldiğinde (faiz yemekten) sakınırsa faizin haram kılınmasından önceki faydaları onundur ve işi Allah’a kalmıştır (geçmişini affeder). Ama (faiz yemeye) dönen kişi ateş ehli olacak ve sürekli orada kalacaktır.”[30]
Bu ayetlerin net bir vurguyla faizin yasak olduğu hükmünü açıkladığı ortadadır. Çünkü faizcilik; sınıfsal farklılığın büyümesine, servetin sınırlı bir grubun elinde birikmesine ve toplumun çoğunluğunun mahrumiyetine sebep olmaktadır. “Habat” kelimesi lugatta, yürürken veya ayağa kalkarken dengesini bulamama anlamına gelir. Ayette faiz yiyicisi, yürürken dengesini koruyamayan “saralı” ve “deli” insana benzetilmiştir.
Burada şu soru gündeme gelmektedir: Acaba bu ifadeden kasıt, faizcilerin, mantıksal dayanaktan yoksun ve adeta bir delininkine benzer dünyadaki toplumsal davranışları mıdır ve doğal olarak bu beyan kinaye ve teşbih midir, yoksa bazı şeytani işler ve sapkın davranışların bir tür şeytani çılgınlığa, psikolojik dengenin altüst olmasına ve iyi ile kötüyü ayırdetme gücünün kaybedilmesine mi yolaçtığı mıdır? Yahut faiz yiyicilerin öteki dünyadaki hal ve durumu ve ahirette zuhur edecek amellerinin bedenlenmesi mi kasdedilmiştir?[31]Bu ihtimallerden her birini destekleyen şeyler vardır ama hiçbiri adil toplumsal düzeni yıkan faize getirilmiş çok şiddetli yasağı hiçbir şekilde hafifletmemektedir.
Bununla birlikte kimileri hiçbir delil göstermeksizin Kur’an’daki faiz yasağının, fahiş zulüm olan cahiliye kültüründe mevcut riba olduğunu ve buradaki nasların günümüzdeki iktisat ve bankacılıkta geçerli kârı kapsamadığını iddia etmiştir.[32]Başkaları da sözkonusu ayetin içeriğinin cahiliye çağında geçerli hurafe inanç ve itikatlara uygun olduğunu, onlarla aynı dili kullandığını, ebedi ve nesnel bir hakikati dile getirmediğini savunmuştur.[33]Fakat bu iki görüş de iddiasına dayanak oluşturacak herhangi bir delil göstermemişlerdir. Söylendiği gibi, eğer faizi yasaklamanın felsefesi, Kur’an’ın tekrar tekrar hatırlattığı üzere insanın davranışlarının ve edindiklerinin kendi kaderini ve kimliğini sürdürmedeki gerçek ve nesnel etkisini tahlil olarak kabul edilirse artık bu tür görüşlerin zemini kalmayacaktır.
Saatin Olayları ve Şartları
“Gök yarıldığında, yıldızlar döküldüğünde, denizler birbirine bağlandığında, kabirlerin altı üstüne geldiğinde. İşte o zaman herkes önden ne gönderdiğini ve geride ne bıraktığını bilecektir.”[34]
“Güneş kıvrılıp dürüldüğünde, yıldızlar parıltısını kaybettiğinde, dağlar yürütüldüğünde, gebe develer (en değerli mal) salıverildiğinde, vahşi hayvanlar biraraya toplandığında, denizler kaynatıldığında, herkes dengiyle buluşturulduğunda, diri diri gömülen kız çocuklarına hangi günahtan dolayı öldürüldükleri sorulduğunda, amel defterleri açıldığında, gökyüzü açıldığında, cehennem tutuşturulduğunda, cennet yaklaştırıldığında; işte o zaman herkes ne hazırladığını bilecektir.”[35]
Amellerin Bedenlenmesi ve Hazır Bulunması
“O gün herkes bütün iyi ve kötü davranışlarını hazır bulur. O an kendisiyle kötü amelleri arasında fersahlarca mesafe olmasını arzu eder. Allah sizi cezalandırmasından sakındırır. Çünkü Allah kullarına karşı şefkatlidir.”[36]
Organların Şahitlik Etmesi
“O gün diller, eller ve ayaklar uygunsuz amellere şahitlik edecektir. O gün Allah onlara gerçek karşılıklarını eksiksiz verecektir ve onlar, Allah’ın apaçık hak olduğunu bileceklerdir.”[37]
Yeniden Diriliş Sahnesi ve İyiler İle Kötülerin Kaderi
“Gaşiye”nin öyküsü (kıyametin kuşatıcı dehşeti) sana ulaştı mı? O gün bazı yüzler aşağıdadır. Sonuçsuz amelleri onların keyfini kaçırmıştır. Kızgın ateşe girerler. Onlara kaynar çeşmeden içirilir. Orada kuru, kokmuş ve acı dikenden başka yiyecek yoktur. Onları doyurmayacak ve beslemeyecek bir yiyecek! O gün bazı yüzler de vardır ki mutludur ve taptazedir. Çünkü çabalarından hoşnutturlar. Yüce bir cennette yerleri vardır. Orada hiç boş laf işitilmez, pınarlar akar, yüksek güzel tahtlar vardır…”[38]
Sonuç
Örnek olarak zikrettiğimiz ayetler üzerinde düşünüldüğünde ve Kur’an’a inanç, hakiki bir varlığı olan bir Tanrı’ya iman ve Kur’an metninin ilahi olduğu temelleri kabul edildiğinde yukarıda sıralanan ayetlerden hangisinin bilgi ve gerçekçilik dayanağından uzak görülebileceği sorulmalıdır. Yahut zikredilen ayetlerden hangisi hidayet mesajından ve daha üstün insani bir hayata ve harekete geçirecek kudrete davetten yoksun görülebilir?
Gündeme getirilen iddiaların özü şu noktalarda delillendirilebilir: Birincisi, insana yol göstermede Allah’ın son sözü olan Kur’an’ın ebedi olmasının, ayrıca Kur’an’ın aydınlatıcılık ve hidayete erdiricilik sıfatının gereği, metnin tamamında birbirinin içine girmiş “hakikati gösterme” ve “mesaj verme” rollerinin Kur’an’da gizlenmiş olmasıdır.
İkincisi, bir rivayette İmam Bakır’ın (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: Kur’an, tüm zamanların insanları için ışık saçan güneş ve ay gibidir.
Üçüncüsü, Müslüman araştırmacılar ve düşünürlerin geneli ayetlerin nüzul sebebi konusunda lafzın geneline itibar eder ve sebebin özelleştirmesini hiçbir şekilde Kur’an kavramlarının tüm insanları kapsamasının önünde engel görmezler. Sahabelerin ve müfessirlerin kesintisiz âdeti, nüzul konusunu hesaba katarak Kur’an ayetlerinin manasını özel bir duruma hapsetme biçiminde değildi, aksine lafzın umumunu ölçüt alırlardı.
Şeyh Tusi el-Tıbyan’da “وَإِنَّ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ لَمَن يُؤْمِنُ ”[39]ayetinin nüzul sebebini açıkladıktan sonra şöyle yazar: Ayet Necaşi hakkında nazil olmuşsa da anlamının kapsamına sadece Ehl-i Kitab’ın tüm inananları girmez. Çünkü ayet belli bir “sebep” üzerine iner ama anlamı genel ve kapsayıcıdır.[40]
Zemahşeri, Hümeze suresini tefsir ederken şöyle yazar: Sebebin özel olması mümkündür, ama tehdit geneldir. Her kim o kötülüğün benzerini yaparsa onun cezasının kapsamına girer. Umeyye b. Halef hakkında nazil olan, ama kınama makamında söylenip bu hoşa gitmeyen sıfatları taşıyan herkesi kapsayan “وَيْلٌ لِّكُلِّ هُمَزَةٍ لُّمَزَةٍ ”[41]ayeti gibi.[42]
Dördüncüsü, Kur’an-ı Kerim’in birçok ayeti, maksadın özel bir çağ ve belli bir nesil değil, umum olduğunu açıkça ortaya koyar. Bundan dolayı bu nokta, özel ve genel iki boyutu bulunan Kur’an’ın özelliklerindendir. Tenzili, belli bir zamanda belli kimseler hakkında nazil olmasıyken, tevili tüm insanlar içindir. Hiç kuşku yok bâtınının çeşitli mertebeleri vardır ve Kur’an’ın tevilini ve bâtınının tam olarak anlaşılması ilimde derinleşmiş olanlara mahsustur. Daha önce zikredilmiş özellikler gözönünde bulundurulduğunda Allah’ın ziyafeti[43]olan bu kitabın genel amaçlarının, hem bilgi sunma, hem de inşa boyutu taşıdığı anlaşılmaktadır.
Allame Tabatabi şöyle yazar:
Eğer kişi, İmamların, ayetlerin umum ve has, mutlak ve mukayyet oluşu çevresindeki sözleri üzerinde düşünürse çoğunlukla ayetin genel boyutundan bir hüküm çıkardıklarını, onun özel boyutundan da başka bir hüküm çıkardıklarını müşahede eder. Bazen ayetin genel boyutundan müstehap, özel boyutundan farz hükmü çıkarabilirler. Aynı şekilde haram ve kerahati bir ayetin her iki boyutundan da elde edebilirler. Bu kural temelinde ayetleri anlamada karşılaşılan güçlüklerin çoğunu çözmenin anahtarı olan ve sadece İmamların sözlerinde bulunabilecek bir usule varılmıştır. Bu meseleden çıkan sonuç şudur ki, Kur’an’ın cümlelerinden her biri kendi başına anlama sahiptir ve şeriatın ahkâmından bir hükme doğru kılavuzluk eder. Daha sonra aynı cümle, sonraki cümleyle birleşerek başka bir hükmü ortaya çıkarır, üçüncü cümlenin mülahazasıyla da üçüncü hükmü. Aynı şekilde önceki ve sonraki cümlelerine ilave ile de başkalarını.[44]
Ayetlerin nüzul ettiği konumlar, olaylar ve sorular ayetin özel bir kanıta uyumu bahsindendir, genel ve kapsayıcı bir şey olan ayetin anlamını beyan babından değil.
Beşincisi, Kur’an’ın sarih ayetleri Kur’an’ın hedefinin hem eğitim, bilgi verme ve insanlığın görüşlerini ıslah, hem de arınma, terbiye ve insanı yücelik peşindeki hedeflere sevk olduğunu beyan eder:
“Ümmîlere içlerinden, kendilerine âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara Kitab’ı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O’dur. Kuşkusuz onlar önceden apaçık bir sapıklık içindeydiler.”[45]