Düşünce | İslamî Araştırmalar

Sahabe ve Halifelere Lanet Konusu

Şia sahabe ve halifelere lanet ediyor mu yoksa bu Cübbeli gibilerinin halkı kin ve nefrete sürüklemek için dillerine pelensek yaptıkları bir hile mi?

.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

 Rahmân ve rahîm Allah’ın adıyla

“Muhammed Allah’ın resulüdür; Onunla beraber olanlar kâfirlere karşı şiddetli ve kendi aralarında merhametlidirler. Onlar hep rüku ve secde halindedirler…”

Geçmişte ve günümüzde; özellikle ülkemizde Şiilerin itham altında olduğu konulardan birisi de budur. Şia düşmanları, Şiilerin sahabeye karşı olan kinlerini içlerinde gizlediğini iddia ederler. Bunu Ancak bu, yersiz iftiradan başka bir şey değildir. Hatta Cüppeli Ahmet gibileri bunun bir suç olduğunu bildiği halde Siyonist ve emperyalistlerin diliyle konuşmaya devam eder ama yine de TCK md. 216/1 uyarınca, halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçunu defaatle işlemesine rağmen maalesef adli merciler sessizliklerini bozmamaktadır. Hâlbuki Şiiler sahabeyi şeriatın taşıyıcıları ve onun tebliğcileri olarak görmektedirler.

Hz. Ali (as) hükümeti sırasında merkez olarak seçtiği Kufe Mescidi’nde şöyle buyurmaktadır:

“Ben Hz. Muhammed’in ashabını gördüm, hiç birinizi onlar gibi görmüyorum. Saçları karmaşık ve yüzleri tozlu olarak sabahlarlardı. Akşamdan sabaha kadar secde ve kıyam halinde ibadet ederlerdi.”

Şiilerin Allah Resulüne (saa) ve değerli ashabına karşı tam bir saygısı vardır. Risaletin ve ilahi nurun taşıyıcılarına karşı nasıl kin güdülebilir? Onlar, Resulullah’ın (saa) destekçisi ve savunucusu, Onun uğrunda cihad edenlerdir. Allah’ın methettiği kimselere kin gütmek mümkün müdür? Yüce Allah şöyle buyuruyor:

“Muhammed, Allah’ın resulüdür; onunla beraber bulunanlar, kâfirlere karşı sert, kendi aralarında merhametlidirler; onları görürsün ki rüku etmekteler, secdeye kapanmaktalar. Allah’tan lütuf ve hoşnutluğunu dilemek isterler; yüzlerinde, secde eserinin alametleri görünmededir ve bu onların Tevrat’taki vasıflarıdır. Onlara ait bu vasıflar, İncil’de de var; adeta ekilmiş bir taneye benzer ki filiz vermiştir, derken filizi kuvvetlenmiştir, derken kalınlaşmıştır da dümdüz boy vermiştir, gövdelerine dayanıp yücelmiştir; ekincileri şaşırtır, sevindirir. Böylece Allah kâfirleri, bununla kızdırıp yerindirmek ister. Allah, onlardan inananlara ve iyi işlerde bulunanlara mağfiret ve pek büyük bir mükâfat vaad etmiştir.”[1]

Onlar Allah ve Resulüne yardımcı olmuş, Allah’ın dinini ihya etmiş, İslam devletinin temellerini atmış ve cahiliyeti ortadan kaldırmış kimselerdir.[2]

Şiilerin büyük imamı ve rehberi Hz. Ali (as), Peygamber’in (saa) ashabı hakkında şöyle buyurmaktadır:

“Ben Hz. Muhammed’in ashabını gördüm, hiç birinizi onlar gibi görmüyorum. Saçları karmaşık ve yüzleri tozlu olarak sabahlarlardı. Akşamdan sabaha kadar secde ve kıyam halinde ibadet ederlerdi. Alınlarını ve yüzlerini Allah’ın karşısında toprağa sürerlerdi. Meadın korkusundan öylesine huzursuzdular ki sanki ateşin üstündeymiş gibiydiler. Alınları uzun secdelerden dolayı (keçilerin dizlerinin nasır bağladığı gibi) nasır bağlamıştı. Allah’ın adı geldiğinde öyle bir ağlarlardı ki, yakaları ıslanırdı, verilecek cezanın korkusundan veya ümit ettikleri mükâfattan dolayı şiddetli rüzgarda titreyen ağaçlar gibiydiler.” [3]

Yine şöyle buyuruyor:

“Hak yolunda yürüyen ve hak üzere ölen kardeşlerim neredeler? Nerede Ammar? Nerede Teyhan’ın oğlu? Nerde Zü’ş-şehadeteyn? Birbirleriyle onlar gibi fedakârlık etmede ahdeden, başları Allah yolunda bedenlerinden ayrılıp zalimlere gönderilen kardeşler neredeler? (Hutbenin ravisi Nevf diyor ki: Burada İmam (a.s) mübarek sakalını avcuna alıp uzun süre ağladıktan sonra şöyle buyurdu:) Yazık! Kardeşlerim Kur’an okudular ve ona göre hüküm verdiler, ilahi farzlar üzerinde düşündüler ve onlara amel ettiler, ilahi sünnetleri yaşattılar, bidatları yokettiler, cihad davetini kabul ettiler, rehberlerine güvenip Onun peşinden gittiler.” [4]

İmam Seccad (a.s) da Peygamber’in (s.a.a) ashabına Sahife-i Seccadiye’de aktarılan duasında şöyle buyuruyor:

“Allah’ım! Yeryüzü ehlinden peygamberlere tabi olanları; düşmanlar yalanlamalarıyla peygamberlere karşı çıktıkları zaman peygamberleri gıyaben (kalben) doğrulayanları; iman hakikatleriyle onlara gönül verenleri; Âdem’den Muhammed’e -Allah’ın salat ve selamı ona ve soyuna olsun- kadar her asır ve zamanda o asrın insanları için delil olarak gönderdiğin hidayet imamlarına, takva ehlinin önderlerine -hepsine selam olsun- uyanları kendinden bir mağfiret ve rıdvanla an.

Allah’ım, özellikle de Muhammed’in ashabından, sahabeliği bilip hakkını eda edenlerin, ona yardımda güzel bir imtihan verenlerin, onu destekleyip himaye edenlerin, koşarak elçiliğine inananların, davetini kabulde yarışıp öne geçenlerin, Rabbinin mesajlarını duyururken kendisine icabet edenlerin, dâvâsı uğruna eşleri ve çocuklarından ayrılanların, nübüvvetini sağlamlaştırmak için babaları ve oğullarıyla savaşıp onun bereketiyle zafere ulaşanların, gönüllerinde onun sevgisini besleyerek bu sevgiyle asla zarara uğramayacak bir ticaret umanların, onun kulpuna yapışınca kabilelerinden dışlananların, ona yakınlık gölgesinde yer alınca akrabalıklarından çıkarılanların, Allah’ım, bunları senin için ve senin yolunda kaybettiklerini unutma! İnsanları senin (dininin) etrafında topladıkları, Resulünle birlikte sana davet ettikleri için hoşnutluğunla onları hoşnut et. Senin yolunda kavimlerinin memleketini terkettikleri, geçim bolluğunu bırakıp geçim darlığına katlandıkları için onları ve dinini yüceltmek için sayılarını çoğalttığın mazlumları mükâfatlandır.

Allah’ım, onları (ashabı) güzellikle izleyip, “Rabbimiz bizi ve bizden önce iman etmiş kardeşlerimizi bağışla.” (Haşr/10)…diyen tabiîne de en iyi mükâfatını ver.” [5]

Yine Şia fakihler de sahabenin özel bir makam ve mevkiye sahip olduklarına inanmışlardır. Şehid Sadr (r.a) şöyle diyor:

“Sahabe, mümin öncüler, ışık tutanlar, İslam ümmetinin ilerlemesi için en iyi ve en salih kaynaktır. Öyleki insanlık tarihi Peygamber’in (s.a.a) yetiştirdiği dostlarından daha inançlı, daha üstün, daha seçkin ve daha temiz bir nesil yazmıyor.”[6]

Evet, bu konuda bizimle Ehl-i Sünnet arasında görüş ayrılığı var. Bunun nedeni biz, Kur’an’dan yola çıkarak Peygamberimizin sahabesini ve Onunla (s.a.a) beraber yaşayanları birkaç gruba ayırıyoruz.

1- Öncü grup:

(“Muhacirlerle ensardan ilk olarak inanmada ileri dereceyi alanlarla iyilikte onlara uyanlara gelince: Allah onlardan razı olmuştur, onlar da ondan razı olmuşlardır ve onlara, kıyılarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır, orada ebedi kalır onlar. Budur en büyük kurtuluş ve saadet.”)[7]

2- Ağacın altında biat edenler:

(“Ve andolsun ki Allah, ağaç altında, seninle biatleştikleri zaman, inananlardan razı olmuştur da onlara sükûn ve huzur indirmiştir ve onlara pek yakın bir fethi mükâfat olarak da vermiştir.”)[8]

3- Fetihten önce cihad edenler ve infakta bulunanlar:

(“Sizden, fetihten önce mallarını harcayan ve savaşan, başkalarıyla bir değildir; onların, fetihten sonra mallarını harcayan ve savaşanlara karşı derece bakımından pek büyük bir üstünlükleri var ve hepsine de Allah, güzel mükâfatlar vaadetmiştir ve Allah, ne yapıyorsanız, hepsinden de haberdardır.”)[9]

Kur’an-ı Kerim bu yüce ve üstün zâtların karşısında onlarla aralarında büyük farkları olan başka kimseleri de zikretmektedir. Aşağıda onların kimler olduğunu yazıyoruz:

1- Münafıklar.[10]

2- Peygamberin de tanımadığı gizli münafıklar.[11]

3- Zayıf imanlı ve kalplerinde hastalık olanlar.[12]

4- Fitnecilerin sözlerine kulak asan zayıf yapılı insanlar.[13]

5- İyi ve kötü amelleri olanlar.[14]

6- Mürted olma sınırına gelenler.[15]

7- Sözleriyle amelleri bir olmayan fasıklar.[16]

8- Kalplerine iman girmeyenler.[17]

Bu saydıklarımızın dışında da bazıları hakkında zikredilen kötü sıfatlar vardır. Ayrıca sahabenin içinde öyleleri vardı ki, Akabe’de geceleyin Peygamber Efendimize (s.a.a) suikast düzenlemişlerdi.[18]

Buna göre Şiilerin sahabe hakkındaki görüşünü şöyle özetleyebiliriz:

Ehl-i Beyt mektebine göre sahabe de diğer insanlar gibidir; onların içinde adil olan da var, adil olmayan da. Sahabe olan herkes adil olacak diye bir kural yoktur. Allah Resulünün (s.a.a) siyeri ve davranışları bir kişide görülmediği sürece sahabe olması onu adil yapmaz.

Öyleyse ölçü, ameldeki hareket ve davranışlardır. Amelleri İslami ölçülere uyan herkes adil, uymayanlar ise adil değildir. Daha önce de söylediğimiz gibi bu görüş Kur’an’a ve nebevî sünnete mutabık olan görüştür. Malik b. Nuveyre gibi büyük bir sahabeyle onu katledip aynı gece karısıyla yatan kişiyi neye ve hangi mantığa göre eşit sayıp her ikisine de sahabe diyebiliriz?

Velid b. Ukbe gibi şarap içene sahabe diye nasıl yandaşlık edebiliriz veya İslam hükümetini diktatörlüğe çeviren, ümmetin salihlerini öldüren ve şer’i imam ve halifeye (Ali b. Ebi Talib) savaş açanı nasıl savunabiliriz?

Ammar b. Yasir’le asilerin reisini sırf her ikisi de sahabidir diye eşit görmek doğru mudur? Hem de Peygamber’in (s.a.a) “Ammar’ı zalim ve azgın bir grup öldürecektir.” diye buyurduğunu bildiğimiz halde.

Hangi akıl sahibi böyle bir şeyi yapabilir? Yaptığımızı farz edersek, o zaman İslam’dan geriye, sahabe olma bahanesiyle zorbaların ve zalimlerin yaptıklarına kılıf bulmaktan başka bir şey kalır mı?

İslam dini, nerede ve ne zaman yaşarsa yaşasın suçlu ve doğru yoldan sapmışlarla karıştırılmaktan daha aziz ve üstündür. Bizim inancımız budur ve bu konuda kimseye iltifat etmeyiz, çünkü hak uyulmaya ve açıklanmaya daha layıktır.

Ehl-i Sünnet kardeşlerimize soruyoruz: Siz, üçüncü halife Osman’la onu öldürenleri eşit mi kabul ediyorsunuz? Eğer eşit iseler neden Hz. Ali’ye (a.s) bu kadar saldırıda bulunuldu? Osman’ın kanını alma bahanesiyle neden Cemel ve Sıffin Savaşlarını açtılar? Bu iki gurup eşit değillerse, ona karşı gelenlerle, onun öldürülmesine yardım edenler kanun ve şeriattan çıkmış sayılıyorlarsa bu, sahabenin adil olmadığının göstergesidir. Öyleyse Şiilerin görüşü başkalarının görüşü gibi olduğu halde neden onlara saldırılıyor?

Dolayısıyla Şia’ya göre adaletin ölçüsü yüce Peygamber’in (s.a.a) siyerine sarılmak ve Onun (s.a.a) sünnetine, Onun (s.a.a) yaşamında ve vefatından sonra bağlı olmaktır. Kim bu yolda olursa ona saygı gösterir, onu takip eder ve ona Allah’tan mağfiret ve yüce makamlar dileriz. Bu yolda olmayanları ise adil bilmeyiz. Örneğin sahabelerden ikisi Peygamber’in (s.a.a) eşlerinden biriyle ordu hazırlayıp Basra’da Peygamber’in (s.a.a) şer’i halifesi Ali b. Ebi Talib’e karşı Cemel Savaşı’nı açtılar. Bu savaşta binlerce Müslüman öldürüldü. Şimdi soruyoruz: Bu kanların dökülmesi, bu savaşın açılması caiz miydi?

Ya da Resulullah’ın (s.a.a) sahabesi sıfatında olan birisi Sıffin Savaşı’nı açıyor ve bu savaşta yaşla kuru bir arada yanıyordu. Biz, bu savaş dine aykırıdır, şer’i imam ve halifeye saldırıdır, diyoruz. Bu gibi ameller kişilerin sahabe olmalarıyla uyuşmaz. Şiiler ile diğerlerinin ihtilaf ettiği temel nokta budur. Dolayısıyla burada söz konusu olan küfür etmek, lanet etmek vb. şeylerin olmadığı bellidir.

- - - - - - - - - - - -


[1]     Fetih, 29.

[2]     Adalet-i Sahabe, s. 14 (Mecmua-yı Cihani-i Ehl-i Beyt (a.s))

[3]     Nehcu’l-Belağa, s. 144, 97. Hutbe.

[4]     a.g.e., s.164, 182. Hutbe.

[5]     Sahife-i Seccadiye, s. 42, İmamın, Peygamberlere tabi olanlara duası.

[6]     Mecmua-yı Kamile, No:11, Velayet konusu, s. 48.

[7]     Tevbe, 100.

[8]     Fetih, 18.

[9]     Hadid, 10.

[10]    Münafikun, 1.

[11]    Tevbe, 1.

[12]    Ahzab, 12.

[13]    Tevbe, 45-47.

[14]    Tevbe, 102.

[15]    Âl-i İmran, 154.

[16]    Hucurat, 6; Secde, 18.

[17]    Hucurat, 14.

[18]    Abdulhüseyin Şerefuddin, Füsulu’l-Mühimme, s. 189.