.
.
Ehlader Araştırma Bölümü
Siyonist Rejim ve Sömürgecilik
1897'de İsviçre'nin Basel kentinde bir grup insan, "henüz var olmayan bir ulus" için bir devletin temellerini atmak üzere bir araya geldi. Bu hareketin resmi ve gayriresmi çabaları nihayetinde Filistin topraklarında İsrail rejiminin kurulmasına yol açtı; bu rejim daha sonra giderek anormalliğini ve gayrimeşruluğunu inkâr etmeye çalıştılar. Bu anormallik ve İsrail'in gerçek doğası ile kendini temsil etme biçimi arasındaki birçok çelişkinin varlığı, İsrail'i ve dünyadaki destekçilerini bütçelerini ve enerjilerini "normalleştirme" projesine odaklamaya zorladı. Demokratik veya Yahudi olmak, sömürgeci veya sömürge karşıtı olmak ve Doğulu veya Batılı olmak gibi çelişkiler, net bir ulusal kimliğin tanımlanması ve Siyonist rejimin dünyaya olumlu bir imajının sunulması konusunda ciddi sorunlar yarattı.
İsrail'in anormal yönlerinden biri de tarih boyunca sömürgecilik ve sömürgeci güçlerle olan garip ilişkisidir. Siyonizm olgusu aslında Avrupa Yahudilerinin ayrımcılık sorununa ve Yahudi kimliği meydan okumasına verdiği bir yanıttı. Başka bir deyişle, Siyonistler Yahudi ırkçılığını ve milliyetçiliğini Yahudileri Avrupa'nın aşırı ırkçılığından ve milliyetçiliğinden kurtarmak için panzehir olarak kullandılar. Bu, sömürgeci araçların kullanımı ve emperyalist güçlerin desteği olmadan uygulanamazdı. Oryantalizmin eleştirilerinde iyi tanımlanan bir olgu olan sömürge döneminde Batılıların İslam ülkeleri hakkındaki algı ve zihniyetine aşina olmak, siyasi Siyonizmin temelinin nasıl atıldığını gösterir.
Siyonist aktivistlerin, o bölgede yaşayan insanların haklarını tamamen reddederek İslam topraklarının ortasında kendileri için bir devlet kurmayı meşru göstermeye çalışmaları, sömürgecilik tarihi boyunca ulusların fetih, işgal ve sömürüsünün nasıl normalleştirildiğinden kaynaklanmaktadır. İşte bu yüzden İsrail rejimini "yerleşimci-sömürgeci devlet" olarak adlandırmak onun en doğru tanımlamalarından biridir. Elbette, Osmanlı Devleti’nin Batı ülkelerine verdiği tavizlerin tarihi de böyle bir saldırganlık için uygun bir zemindi, öyle ki Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünden ve Filistin'in işgalinden yıllar önce, Avrupalı güçler Hristiyan azınlığı destekleme ve ticari ilişkileri kolaylaştırma bahanesiyle Filistin'de bulunuyorlardı. Ve bu imparatorluktan geniş ayrıcalıklar aldılar. Kapitülasyon olarak bilinen bu tavizler ve sözleşmeler, pratikte devlet içinde bir tür devletin oluşmasına yol açmıştı.
Siyonizm projesini somutlaştırmak için yaptığı kapsamlı çabalarda Theodor Herzl, Osmanlı padişahıyla görüşme ve müzakerelerin yanı sıra, Sina çölündeki el-Ariş bölgesini ele geçirmek için İngiltere ile Mozambik'te bir alan için Portekiz ile Kongo'nun bir kısmı için Belçika ile ve Trablus'un bir kısmını ele geçirmek için İtalya ile diyaloglar kurmaya başladı. Bu diyaloglar, Siyonizm'in tamamen Avrupa'nın sömürgeci yaklaşımından kaynaklandığı fikrini doğruluyor, ancak Avrupa ülkeleri gibi bağımsız bir hükümeti ve ordusu olmadığı düşünüldüğünde, işgali ve sömürgeleştirmeyi kendi yerine yürütmek için bu hükümetlerin desteğini alması gerekiyordu.
Pakistanlı düşünür Shahid Alam'a göre, İsrail'in istisnailiğinin önemli bir yönü, Siyonizm'in sömürgeci İngiltere'yi işgal ve sömürgeleştirme aşamasını kendisi için yürütmeye ikna etmedeki başarısıydı. Elbette, Siyonistler, Batı'nın siyasi atmosferine aşinalıkları sayesinde, onları, geri kalmış ve vahşi -Oryantalist bakış açısıyla tasvir edildiği gibi- Batı Asya dünyasında yani Orta Doğu’da Batı medeniyetinin iyi bir temsilcisi olacaklarına ikna edebildiler. Herzl, Yahudi Devleti'nde şöyle yazıyor:
"Orada Asya'ya karşı bir Avrupa siperi parçası, barbarlığın aksine bir medeniyet karakolu oluşturmalıyız. Tarafsız bir devlet olarak varlığımızı garanti altına almak zorunda kalacak olan tüm Avrupa ile temas halinde kalmalıyız".
İsrail'in eski Başbakanı Ehud Barak, bir röportajında İsrail'i "bir ormanın ortasındaki köşk" olarak tanımlıyordu. Başka bir deyişle, Siyonistler, Avrupa'nın ayrımcı sosyal sınıflandırmasındaki imajlarını Doğulular veya "ötekiler" olmaktan, Batı Asya'daki Avrupa güçlerinin çıkarlarını koruyabilen medeni Batılılar olmaya değiştirmeyi başardılar.
Sömürgeci İngiltere'nin Siyonizm ile etkileşimi, Balfour Deklarasyonu biçiminde Filistin'in işgali ve bu topraklardaki Yahudiler için bir "ulusal yurt" yaratılmasının resmileştirilmesiyle sınırlı değildi. Vesayet yıllarında İngiltere, Siyonist bireyleri ve kurumları, onlarla kurduğu etkileşim türüyle siyasi bağımsızlığa ulaşmaya hazırladı. Onlara sağlık, eğitim, öğretim ve askeri teçhizat sağlama gibi çeşitli konularda özerklik tanınması bunun örnekleridir. Başka bir deyişle, Siyonistler, resmi bir hükümetleri olmamasına rağmen, kurumlar oluşturarak ve İngiltere ile işbirliği yaparak Filistin'deki Yahudi azınlığın yürütme işlerini kendi ellerine alarak deneyim kazanmaya ve verimli bir işgücü geliştirmeye çalıştılar. Bu özerklik, Milletler Cemiyeti (BM) tarafından onaylanan vesayet belgesinin metninde Siyonist kurumların resmileştirilmesiyle yasal meşruiyet buldu. Belgenin 4. maddesi, Filistin topraklarındaki "Yahudi ulusal yurdu" ile ilgili ekonomik ve sosyal konularda hükümetle işbirliği yapmak amacıyla Yahudi Ajansı'nın kurulmasından bahsediyor.
Siyonist sözde hükümetin askeri kolu olan Haganah görünüşte gizli ve yasadışı olmasına rağmen, Siyonistler ve Büyük Britanya arasındaki Filistin Polis Gücü biçimindeki yasal askeri işbirliği aslında Siyonistlere askeri eğitim sağlamıştır. Ayrıca 1936'daki Arap ayaklanması sırasında [Arap İsyanı olarak bilinir], kıdemli İngiliz Ordusu subayı Orde Wingate, Filistinlileri şiddetli bir şekilde bastırmak için Siyonist güçleri eğitmek ve kullanmak üzere Özel Gece Birlikleri kurmuştur. Bu işbirliğinin etkisi, İsrail'in eski Savunma Bakanı Moşe Dayan'ın Wingate hakkında "Bize şu an bildiğimiz her şeyi öğretti" demesine kadar varmıştır.
Öte yandan, toprakların asıl sakinleri olan ve elbette çoğunluğu oluşturan Filistinliler, yalnızca bu ayrıcalıklardan mahrum bırakılmakla kalmadı, aynı zamanda İngiltere çeşitli müdahaleler, ünlü ve nüfuzlu aileler arasındaki kabile rekabetlerinin yoğunlaşması ve protesto hareketlerinin sert ve şiddetli bir şekilde bastırılması yoluyla etkili liderlerin ortaya çıkmasını ve Filistin'in bağımsız bir siyasi birim olarak oluşmasını engelledi.
Siyonist rejimin bugün kullandığı toplu cezalandırma ve ev yıkımı gibi insanlık dışı bastırma yöntemlerinden bazıları, Filistin'in İngiliz yöneticileri tarafından kullanılan yöntemlerdir. En şiddetli ve etkili olanı, 1936'daki Arap ayaklanması sırasında meydana geldi; bu ayaklanmada, Filistin halk hareketi, İngiliz işgaline ve Yahudilerin ülkelerine göç etmesine karşı bir protesto olarak sert bir şekilde bastırıldı ve olası tüm Filistinli direniş liderleri ya idam edildi ya da sürgüne gönderildi. Bu nedenle, İngilizler 1948'de Filistin'i terk ettiğinde ve İsrail rejimi bağımsızlığını ilan ettiğinde, rejim pratikte bağımsız ve etkili (ve elbette baskıcı) bir hükümetin tüm donanımını elde etmişti.
Siyonizm tarihinde önemli bir nokta ve İsrail'in sömürgecilikle ilişkisini "tuhaf" olarak adlandırmamızı sağlayan şey, Siyonizm olgusunun sömürgeci güçlerle pragmatik bir şekilde karşılaşmasıdır; bu, Siyonistlerin çıkarları doğrultusunda olduğu ölçüde Batılı güçlerle işbirliği yaptıkları anlamına gelir. Bu nedenle, Filistinlilerin topraklarının işgaline karşı mücadelesinin yoğunlaşması, AvrupalıYahudilerin Filistin'e ayrım gözetmeksizin göç etmesi ve sonunda İngilizlerin göçü kısıtlamaya başladığı sırada, Siyonistler İngiliz güçlerine karşı koymak için ayağa kalktılar ve yavuz hırsız ev sahibini bastırır nitelikte bir eylemle her ne kadar sömürgeci de olsa İngilizlere karşı da çatışmalara girdiler. Bu karşılaşma, Siyonist askeri güçlerinin hedeflerine ulaşmak için pratikte terörizmi kullanması ve sonunda İngilizleri Filistin'deki varlıklarının maliyetini artırarak bu topraklardan ayrılmaya zorlaması ölçüsünde şiddete dönüştü. Ancak Siyonistler bunu anlatılarında meşrulaştırmaya çalıştılar ve bu terörizmi sömürgeciliğe karşı bir kurtuluş mücadelesi olarak, İsrail'i de bu sömürge karşıtı mücadelenin sonucu olarak sundular.
Siyonizm'in oluşumunun ilk yıllarında ve Filistin'e Yahudi göçünün başlangıcında, Filistinliler ve Yahudi göçmenlerin barış içinde bir arada yaşama olasılığı veya Filistinlilerin komşu ülkelere barışçıl bir şekilde nakledilmesi (ki bunlar Avrupa'da uzun yıllardır kurumsallaşmış sömürgeci yanlış anlamalardan esinlenmiştir) gibi bazı naif düşünceler dile getirilmişti, ancak aslında, bu güç, şiddet, ayrımcılık ve tabii ki İngiliz sömürgeciliğinin sahte yasallaştırılmasına dayanan meşrulaştırma, İsrail'in oluşumunu mümkün kılmıştır. Ancak İsrail'i Avrupa ülkelerinin diğer sömürge projelerinden ayıran şey, sadece klasik sömürgeciliğin resmi yaşamının sona erdiği bir zamanda kurulmuş olması değil, aynı zamanda sömürgecilikle olan ilişkisinin türüdür. Siyonistler, tarihte ilk kez bir sömürge hükümetini kendileri için bir toprağı sömürgeleştirmeye zorlamak zorunda kalmışlardı.
Elbette İsrail'in sömürgeciliğe bağımlılığı ve onunla ilişkisi, bu rejimin 1948'deki bağımsızlık ilanıyla sona ermiyor. Amerika Birleşik Devletleri'nin küresel bir güç ve modern sömürgecilik olarak ortaya çıkmasıyla, Siyonist rejimin dış politika faaliyetleri, ABD'nin sınırsız desteğini kazanmaya ve kendisini komünizme karşı küresel mücadelede Batı Asya'daki Batı Cephesi için güçlü bir üs olarak tanıtarak onunla "özel bir ilişki" oluşturmaya odaklandı. 1973 savaşı sırasında Nickel Grass Harekâtı ve ABD Hava Kuvvetleri tarafından İsrail'e yüzlerce ton askeri teçhizatın sürekli olarak tedarik edilmesi ve aktarılması, Mısır'ın bu rejime ciddi darbeler vurduğu sırada, bu tür sınırsız desteğin örnekleri arasındadır.
Siyonizm ve sömürgecilik arasındaki ilişki, ister geleneksel ister modern biçimiyle olsun, karşılıklı ve değişen bir ilişkidir. Emperyalist güçlerin desteği olmadan, Yahudilerin Filistin'e kitlesel göçü, İsrail rejiminin oluşumu ve varlığının devamı mümkün olamazdı. Öte yandan, bölgede "sömürgeci yerleşime dayalı" bu rejimin varlığı olmadan, sömürge ülkeleri bölgedeki çıkarlarını güvence altına almak için ciddi sorunlarla karşı karşıya kalacaklardı. Elbette, bu sorunlardan daha önemlisi, İsrail fikrinin Avrupalıların ırkçı, sömürgeci bakış açısından gelmesidir. Etnik kökene, yerleşime, Yahudi çoğunluğunun yaratılmasına, korunmasına ve Yahudi devletinin oluşumuna dayalı ayrıcalıklı göç mantığı, ırk ayrımcılığının ve sömürgeciliğin temellerinden hiçbir şekilde ayrılamayan bir mantıktır.
1967'deki altı günlük savaştan ve İsrail'in daha fazla toprağı işgal etmesinden sonra, sömürgeci mantık ile İsrail'in doğası arasındaki bu iç içe geçmişlik artık gizlenemez hale geldi ve yalnızca uluslararası alanda değil, aynı zamanda kimlik ve Siyonist rejimin sakinleri açısından da ciddi zorluklar ortaya çıkardı. Başından beri işgalci ve sömürgeci olan İsrail, sömürgeci gerçekliğini artık gizleyemiyordu ve zaten buna gerek de duymuyordu.