.
.
Ehlader Araştırma Bölümü
Din Psikolojisi
İnsan hayatında dinin ortaya çıkmasının ruhsal menşei nedir? Acaba insan, estetik duygusu ve ahlak duygusunun yanında din duygusu adında bir duyguya da mı sahiptir? Cevap evetse, bu duygunun özellikleri ve göstergeleri nelerdir? Acaba dindar bireyler özel bir tür şahsiyete mi sahipler? Dinî tecrübe nedir, dindarlıkla nasıl bir ilgisi vardır ve bireyin ruhsal hallerinde hangi etkilere yolaçmaktadır? Dindarlık, hayattan memnun olma duygusuyla nasıl bir ilgisi vardır? Acaba dindarlığın ruh sağlığı üzerinde veya hatta beden selameti bakımından olumlu bir etkisi var mıdır? Cevap evetse, hangi ölçüde ve nasıl? Dindarlık, diğergamlık hissi, başkalarına yardım ve hayırlı işlere eğilimli olma duygusunu arttırmada etkili midir? Dindarlık hangi ruhsal boyutlara sahiptir ve bu nasıl ölçülebilir?
Bunlar, “din psikolojisi”nin cevap bulmaya çalıştığı irili ufaklı sorulara bazı örneklerdir. Bu branşı tarif ederken şöyle denebilir: Din psikolojisi, psikolojinin, din ve dindarlıkla ilgili meseleler hakkında psikolojik açıdan ilmî mütalaaya odaklanmış bir dalıdır.[1] Bu meseleler, dinî inançlar, hissiyat (duygular) ve davranışlardan oluşan üç boyutu kapsamaktadır. Elbette ki psikolojide, araştırmacının dine bakış ve yaklaşım tarzına etki eden farklı görüşlerle muhtelif ekollere dönüştürülmüş çeşitli yaklaşımlar mevcuttur. Her halükarda psikoloji, tercih edilen her bir yaklaşımla, din ve dindarlığın boyutlarından birisini araştırmasına konu etse de çabanın ürünü din psikolojisinin sahasında olacaktır.
Din psikolojisinde, bazen felsefi renk de kazanarak özel anlamıyla bilimin alanından çıkan ve tecrübe değil, akıl metoduyla değerlendirilmesi gereken dinin özü, dinî tecrübenin mahiyeti, dindarlığın ruhsal menşei ve benzeri konularla ilgili meta teorilere ilaveten, halkın dindarlığındaki patoloji, tashih ve gelişim için daha fazla empatiyle din işlerini yürütenlerin işine yarayabilecek somut çerçeveli özel meseleler ve ler de gündeme gelir. Dinî kavram ve öğretilerin psikolojik analizi bu mevzular arasındadır. Bir şeyin, mesela takvanın “psikolojik analiz”i, onun bilimsel betimlenmesini (tanımın kapsamı, sendrom çizelgesi ve değerlendirme ölçeği), ortaya çıkış ve gelişim niteliğinin açıklanmasını, izah ve patolojisini, çıktılarının incelenmesini kapsar. Psikolojik analizi beş alanda incelemek gerekir:
1. Din antropolojisinin kavramları (Kur’an-ı Kerim’de insanın sıfatları arasında sayılan “helûan”, “cezûan”, “menûan”[2] gibi),
2. İtikadi kavramlar (iman gibi),
3. Değer ve ahlak kavramları (tevbe, tevazu, haset gibi),
4. Dinî menasik ve şiarlar (namaz, oruç vs. gibi),
5. Dinî haberler (“Allah’ı zikir kalpleri yatıştırır”, “Namaz insanı günah ve sapıklıktan korur” vs. gibi).[3]
Müslüman âlimler için din psikolojisiyle bağlantılı iki faaliyet alanı vardır:
1. Bir şekilde bu bilim dalıyla irtibatlı ve onun meseleleri ve leri hakkında talimatlar ortaya koyan İslamî öğretiler grubunun istihraç, istinbat, izah ve tasnifi. İslami kaynaklarda din psikolojisinin ilgi alanıyla irtibatlı ama henüz içtihad metoduyla istenilen tarzda istinbat, izah ve tasnif edilmemiş çok sayıda konu mevcuttur. Her ne kadar bu zeminde büyük çabalar sarfedilmişse de din psikolojisinin gelişimi, bu kısım İslami öğretilerin yeniden gözden geçirilmesi ve yeniden incelenmesini birkaç kat zorunlu hale getirecek daha kapsamlı bir saha üretmiştir. Hiç kuşku yok, bu öğretilerin elden geçirilmesi ve izah edilmesi psikolojinin bu alanında çalışan araştırmacılara yol gösterebilir ve ilham verebilir, yaptıkları çalışmalarda istikamet gösterme, tashih ve organizasyon için yardımcı olabilir. Bu faaliyetin gelişmesi, din (İslam)[4] psikolojisinin oluşumuna zemin hazırlayabilir ve onun ihtiyaçlarından birini giderebilir.
2. Bu bilim dalının, bir şekilde İslami öğretilerle çatışıyor görünen teori ve malumatlarının eleştirel incelemesi. Bu kısımda Müslüman âlim, kelamcı olarak sahaya çıkar. Burada gösterdiği faaliyet kelamın işi kabul edilmektedir. Mesela psikoloji bir yerde, yapılan araştırmaların dua ve yakarışın bireyin nesnel hayatında olumlu etkisi bulunmadığını, mesela bedenin sağlığına kavuşması, ömrün uzaması ve toplumsal sorunların giderilmesiyle sonuçlanmadığını gösterdiğini iddia ederse (en azından ilk bakışta bu husustaki İslami öğretilerle çatışan bir sonuçtur), kelamcı, bu araştırmanın nasılını nedenini ve kısıtlamalarını göstermek, netice itibariyle de bu hususta bilim ve din (İslam) arasında çatışma olamayacağını ortaya çıkarmakla yükümlüdür. Bu faaliyetin istenilen biçimde gerçekleşmesi, kelamcının, İslam’ın psikolojik öğretilerini derinlemesine tanımaya ilaveten başta din psikolojisi olmak üzere psikolojiyi gereği gibi bilmesi durumunda mümkündür. Ayrıca bu faaliyetin gelişmesi, sonunda psikoloji alanındaki kelamda uzmanlaşma eğiliminin ortaya çıkmasını sağlayacaktır.
Dinin psikolojik tanımı: Dinin psikolojik tanımları arasında en meşhur örnek William James’in sözüdür. Ona göre din, “insanların tek başlarınayken, kendilerini, ilahi olduğunu düşündükleri bir şeye bağlı gördüklerinde hissettikleri duygular, yaptıkları ameller ve yaşadıkları şahsi tecrübeler”dir.[5]
James bu tarifte insanın duygu ve tecrübelerini esas almakta, her ne kadar amel ve davranışı da zikretmiş olsa bile bunlara pek o kadar asli rol vermemektedir. Başka bir yerde de dinin hakikati ve özünün dinî duygular olduğunu belirtmektedir. Onun görüşüne göre kutsal, ilahi ve metafizik saydığı şeyle bağı ve irtibatı bulunan, bir şekilde ona odaklı ve ona ait olan duygu, amel ve tecrübeler dinin ta kendisidir. Görüldüğü gibi bu cümlede ifade edilen nokta, birincisi, dindarlığın tanımının insana bağlı bir gerçek olduğudur. İkincisi, bu tanımda, tabii ki James’in bir psikolog olarak uzmanlık alanına uygun şekilde dinin duygusal boyutuna yaslanılmıştır. Üçüncüsü, Protestan Hıristiyanlığa olan eğiliminden (Woolf’un tabiriyle taassubundan) etkilenmiş olmasıdır.[6]
Din Sosyolojisi
Doğuşundan itibaren sosyolojinin temel ilgi alanı din olmuştur. O kadar ki ilk büyük sosyologlar (Kant, Durkheim, Weber vs.) din sosyologları sayılmaktadır. Fakat dini sosyal bir fenomen olarak sosyolojik incelemeye tabi tutan sosyoloji dalı kimliğiyle din sosyolojisi, yirminci yüzyılın ikinci yarısında resmiyet kazandı. Çeşitli bilim ve araştırma gruplarının bu alana tahsis edilmesiyle bu konuda çok sayıda eser kaleme alındı ve periyodik uzmanlık toplantıları organize edildi.[7]
Din sosyolojisinin temel meselelerini dört grupta toplamak mümkündür:
1. Birinci eksen dinin ne olduğudur. Dinin mahiyet ve hakikatinin incelenmesi ve insan hayatındaki bu reel boyutun asli unsur ve sütunlarının analizi, din sosyolojisinin asli kaygılarından sayılmaktadır. Bu branşın konuları hayli kabarık bir hacim tutmaktadır. Sosyologun gözünde din sosyal bir fenomendir. Toplumda doğan, gelişen ve diğer sosyal fenomenlerle etkileşime ve alışverişe giren bu fenomenin kendine özgü toplumsal zeminleri vardır ve yine kendine özgü sosyal etkiler bırakmaktadır.
Sosyologların dinle ilgili tarifleri, aslında onların dinin mahiyeti ve ne olduğu hakkında ürettikleri sosyolojik teorinin özetidir. Burada doğal olarak dinin toplumsal boyutu öne çıkmıştır. Gerçi diğer boyutlar da hesaba katılmış olsaydı bile yine de sosyal yön onlara galebe çalacak ve silikleştirecekti. Sosyologların dine getirdiği tanımlara bu gözle bakılması ve öylece incelemeye alınması icap eder. Mesela Durkheim, “Din, grubun kendi üyelerine ilham ettiği, vicdanları dışında yansıma ve nesnellik kazanmış duygulardır.”[8] derken insanda dinî duyguların nasıl ortaya çıktığı hakkındaki görüşünü açıklamış olmaktadır. Bu tanımın faraziyelerinden bir kısmı şöyledir:
a) Dinin hakikati bir tür hissiyat ve duygulardan ibarettir (William James,Schleirmacher ve Otto gibi isimlerin görüşüne yakın),
b) Bu duyguların ortaya çıktığı orijin, grup ve toplumdur (topluluğu asıl kabul eden sosyolojik varsayıma dayanarak),
c) Tanrı ve benzeri isimler verilen varlığın nesnel mevcudiyetine inanç, duyguların yansımasıdır. Başka bir yerde dini tanımlarken şöyle der:
Din, metafizik, yani [dünyevi işlerden] ayrı, yasak konularla ilgili inanç ve davranışların bileşkesi bir mekanizmadır. Bu inançlar ve davranışlar, onları takip eden herkesi kilise [veya ümmet] adındaki ortak ahlak topluluğunda birleştirir.[9]
Bu tarifte zikredilmiş ikinci unsurun önemini vurgulayarak, “Din düşüncesi, kilise [veya ümmet] düşüncesinden ayrılamayacağından” okuyucuya “Din, en üst düzeyde kollektif bir şey olmalıdır”[10] hissini vermektedir.
2. İkinci eksen dini incelemektir. Pragmatist eğilimli Amerikalı sosyologlar bu eksene çokça ilgi duydular. Dinin ortaya çıkışının toplumsal etkenleri, dinin diğer kurumlarla (aile, iktisat, devlet, eğitil vs.) ilişkisinin araştırılması, din örgütleri ve yapılarının (cami, tekke, medrese vs.) incelenmesi, dinî grupların (köktencilik[11], gelenekselcilik[12], dinî aydın, yeni dinî hareketler vs.) kategorize edilmesi ve incelenmesi, din sosyolojisi araştırmaları arasında bu eksenin ana meselelerindendir.
3. Üçüncü eksen, dinî bilginin toplumsal tecellisiyle ilişkilidir. Bu eksende asli mevzu dinî bilgidir (felsefi bilgi, bilimsel bilgi, siyasi bilgi vs. karşısında) ve onun toplumla çift taraflı ilişkisidir: Toplum dinî bilginin şekillenmesi, yaygınlaşması, gelişmesi vs. üzerinde hangi rolü oynuyorsa, dinî bilgi de kendi sırası geldiğinde sosyal rolünü ifa etmekte ve toplumsal etkilerini bırakmaktadır. Bu çeşit meseleler, bir yandan din sosyolojisiyle, diğer yandan bilgi sosyolojisiyle irtibatlıdır ve bu iki eğilim, sosyolojiyi eşzamanlı olarak kendi leriyle ilintilendirir. Davranış, hayat tarzı, toplumsal etki vs. bakımından dinin taşıyıcılarının durumunu incelemek, dinî bilgi sosyolojisinin önemli konularından biri sayılmaktadır.
4. Din sosyolojisinin diğer temel eksenleri arasında dindarların sosyal davranışının analizi de vardır. Simgeler, merasimler ve ritüeller; sosyolojik tavsif, izah ve analizi din sosyologlarının uhdesinde olan çeşitli dinî davranışlardır. Mesela hac menasiki sosyolojik incelemenin konusu yapılabilir, sosyolojik analiz olacak şekilde bu dinî davranışın ortaya çıkışının sosyal sebepleri ve etkenleri, onun toplumsal sonuçları, ürünleri ve icapları somutlaştırılabilir.[13]
Her ne kadar birçok sosyolog, özellikle de başını Auguste Comte’un çektiği klasik sosyologlar ateist ve din karşıtı eğilim içinde olsalar da ve inkarcı varsayımlarını araştırmalarına karıştırıp sosyolojiyi doğru mecrasından çıkartarak dinle çatışan bir branş haline getirmişlerse de zaman içinde giderek bu tarz ıslah oldu veya en azından o üslubun yoğunluğu azaldı[14] ve dinin sosyal boyutunu, haklı olup olmadığından bağımsız -çünkü bu açıdan felsefe (özellikle din felsefesi) ve ilahiyat gibi bilimlerde incelenmesi gerekirdi- tarafsız bir gözle ve bilimsel insafa riayet ederek sosyolojik analize tabi tutan akım güç kazandı.[15] Din sosyolojisi eğer sahih mecrada yol alır, yanlış önermeleri bir kenara bırakır ve doğru temellere oturursa dindarlığın sosyal yönlerinin patalojisi, dindarlar topluluğunun zaafları ve mevcut durumu istenen duruma aktarma tarzı gibi konularda toplumun din temsilcilerine yardımcı olabilir.
Örneğin Seyyidu’ş-Şüheda Hz. İmam Huseyn (a.s) için düzenlenen matem töreninin sosyolojik incelemesine değinilebilir. Bu inceleme şu türden soru ve cevapları önüne koyabilir:
1. Müslümanlar arasında bu merasimin ortaya çıkışının toplumsal etkenleri nelerdir?
2. Meramisimin çeşitli şekilleri nelerdir, her biri hangi özellikleri taşımaktadır ve toplumsal şartlarla ne tür ilgileri vardır?
3. Bu merasimin sosyal işlevleri nelerdir?
4. Hangi patolojiler bu merasimi tehdit etmektedir?
5. Toplum bu merasimin makbul icrasına (toplumsal işlevler ve dinin hedefleri bakımından) nasıl yönlendirilebilir?
6. Bu merasimin makbul icra şekli hangi toplumsal ihtiyaçları doğurur?
7. Devlet adamları tarih boyunca bu merasime nasıl tepki verdi ve onunla nasıl bir ilişki kurdu (destek, tezyif, tarafsızlık, tahrif...)?
[1] Azerbaycânî ve Museviasl, Derâmedî ber Revanşinasî-yi Din, s. 6. Bu tanım, daha kapsayıcı Thesaurus’un tanımına oranla özet bir tariftir. Ona göre din psikolojisi “Din dışı davranışları araştırılmasıyla elde edilmiş psikolojinin ilkelerini kullanarak dinî davranışı anlama çabasıdır.” Onun görüşü sadece davranışçılık ekolünün paradigmasında savunulabilir. Collins, Thesaurus’un tanımını zikrettikten sonra din psikolojisinin, dinî davranışa ilaveten, Tanrının veya başka doğaüstü güçlerin varlığına ve etkisine inanan bireylerin görüş, değer ve tecrübelerini de incelediğini hatırlatır (a.g.e., s. 23). Din psikolojisini tarif ederken, ayrıca incelenmesi gereken kendi din telakkisi ve algısını da (dinin tarifi) belirtmiştir. Paloutzian’ın tanımı, metinde zikrettiğimiz tarifine çok yakındır: “Din psikolojisi, dinî inanç ve amellerin psikolojik açıdan araştırılmasına odaklanmış bir alandır.”
[2] Mearic 19-21.
[3] Azerbaycânî ve Museviasl, Derâmedî ber Revanşinasî-yi Din, s. 7 ve 8.
[4] “İslam psikolojisi”nden maksat, birincisi önermeleri İslami öğretilere uygun, ikincisi muhtevada İslam kaynaklarından uygun biçimde yararlanmış psikoloji okuludur.
[5] W. James, The Varieties of Religious Experience, ch. 2.
[6] Woolf bu konuda şöyle der: “James’in [Dinî Tecrübede] Türler [kitabındaki] Protestan Hıristiyanlıkla ilgili taassubu, yalnızca verdiği örnekler ve kategorilerin çokluğundan aşikar biçimde görülmemekte, bilakis Biz İngilizce Konuşan Protestanlar (s. 365) gibi birçok referansında da göze çarpmaktadır. Hal böyle olunca onun din tanımı... kilise karşıtı bir Protestanın kendi başınayken Tanrıya dua ve yakarışının tasviri olarak karşımıza çıkmaktadır.” (Woolf, Revanşinâsi-yi Din, s. 678).
[7] Şucâizend bu konuda şöyle yazar: “Bir bilim dalının şube olarak ayrıldığı ve bağımsızlaştığının kabul edilip resmiyet kazanması, öncelikle harici nesnel zorunlulukları ve o bilimin uzmanları arasında bir tür inanç ve bilincin şekillenmesini gerektirir. İkincisi, onun etrafında bazı tamamlayıcı gelişmelerin vuku bulmasına ihtiyaç duyar. Mesela belli sayıda elit ve usta sosyolog arasında bu mevzuda hatırı sayılır bir aidiyet ve çabanın ortaya çıkması, üniversitenin ders müfredatına girmesi, hatta akademik çevrelerde uzmanlık gruplarının oluşması, bu sahaya özgü metin ve neşriyatın biraraya getirilmesi ve yayınlanması, özel araştırma merkezlerinin zuhur etmesi, bu alana özgü dönemlik konferanslar ve toplantıların düzenlenmesi gibi. Din sosyolojisinde esas itibariyle geçen yüzyılın ikinci yarısında bunlar yaşandı. Dolayısıyla uzak geçmişlerde ve sosyolojinin şekillendiği dönemin başında din-toplum ilişkileriyle ilgili derinlikli araştırmaların varlığına rağmen bu branşın doğduğu gerçek zamanı bundan daha geriye götürmek mümkün değildir.” (Şucâizend, Câmiaşinâsi-yi Din, s. 23-24).
[8] Bkz: Şucâizend, Câmiaşinâsi-yi Din, s. 218.
[9] Durkheim, Sûr-i Bunyânî-yi Hayat-i Dinî, s. 63.
[10] A.g.e.
[11] Köktencilikten (fundamentalizm) kasıt, geleneğe sırt çevirerek dinin asli ve ilk kaynaklarına dönmektir. Selefiliği İslam âleminde köktenciliğin açık örneği saymak mümkündür. Batıda yirminci yüzyılın Protestan hareketi (bu kavramın doğuşunun da kaynağıdır) köktenciliğin bariz tezahürü olarak tanıtılmaktadır. Bu hareketin temelleri şöyledir: Kitab-ı Mukaddes’in hatadan uzak olduğu, Mesih’in bakire bir anneden doğduğu, onun bedenle dirileceği ve yakın gelecekte geri döneceği (Woolf, Rivanşinâsi-yi Din, s. 870).
[12] Gelenekselci kesim, dinî geleneklerin korunması ve sürdürülmesi üzerinde durur. Hıristiyanlıktaki net örneği, Protestanlık karşısında Katolik akımdır.
[13] Tabii ki din sosyolojisinin önemli ve eksen leri başka şekillerde de tasnif edilebilir. Örnek vermek gerekirse, Hamilton’ın inancı şudur: “Denebilir ki din sosyolojisinin iki anlamı veya asli meselesi ve odağı vardır: Biri, dinî inanış ve davranışların kültür ve toplumda neden böyle belirleyici bir rol oynamayı başarabildiğidir. Diğeri ise bu inanış ve davranışların neden böyle çeşitli şekiller aldığıdır.” (Hamilton, Câmiaşinâsi-yi Din, 1 ve 2). Ona göre “Din sosyolojisi, genel anlamıyla dinin toplumdaki önemi ve rolü meselesiyle; bunun yanısıra grup ve toplumların inanış ve davranışlarının önemiyle ilgilidir.” (A.g.e.)
[14] Şucâizend’in ifadesiyle, “Her dönemin hâkim varsayımları ve ikame edilen tarza genel olarak göz gezdirildiğinde, din araştırmacıları ve sosyologların pozisyon ve görüşünde ortaya çıkan değişikliğin bir düzeltme süreci olduğu farkedilecektir.” (Câmiaşinâsi-yi Din, s. 26). Brian Turner şöyle der: “Din sosyolojisi tarihini, pozitif indirgemecilikten toplumsal örgütlenmede dinî ritüellerin önemini takdire doğru ilerleyen ve sonuçta pozitivist bilimin, din için uygun bir ölçme aracı ve araştırma stratejisi olmadığı bilgisine varan bir teorik gelişim süreci olarak görebiliriz.” (A.g.e., s. 57).
[15] Hamilton’a göre “Din sosyolojisi, dinin iddialarının gerçek olup olmadığı veya muteber sayılıp sayılmayacağı konusunda herhangi bir çözüm yoluna bağlı değildir. Asıl ilgisi de böyle soruların peşinde koşmak değildir. Din sosyolojisi, bu önermeyle ilgili, ister empatik, ister karşıt, ister tarafsız olsun kendine özgü bir pozisyona ihtiyaç duymaz. Bu tür bir sosyolojinin meşgul olduğu şey, sadece, dinî inanışların ne olduğu ve hangi şartlar altında ortaya çıktığı meselesidir (a.g.e., s. 19). Tabii ki bu sözün, daha ziyade din sosyolojisinde makbul durumla ilgili olduğunu, mevcut şeklini yansıtmadığını söylemeliyiz. Her halükarda din sosyolojisi, kendi araştırmasının kısıtlarına vakıf olmalı ve o çerçevede görüş açıklamalıdır.