Düşünce | İslamî Araştırmalar

Fotoğraflarla Osmanlı İstanbul’u ve Aşura Merasimi

 
.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

 

 Rahmân ve rahîm Allah’ın adıyla

 

 

 

Hasan Bedel

Tarih boyunca Roma, Bizans, Osmanlı ve modern Türkiye’nin her daim merkezi olmuş olan İstanbul, etnik köken olarak farklılıklar barındıran halkın kültür, sözlü edebiyat, gelenekler, töreler, inançlar vb. unsurları ile hep ilgi odağı olmuştur.

İstanbul her zaman medeniyetler doğuran koca bir şehir olagelmiş ve bu seyirde nice farklı inançtan insana da ev sahipliği yapmıştır.

Birazdan inceleyeceğimiz üç farklı fotoğraf karesi muhtemeldir 1898 senesinde mayıs ayına denk gelen Muharrem ayının Aşura günü anma merasimleridir.

“Cam Negatiflerde İstanbul'un İzleri”[1] adlı eserde yer alan bu fotoğraflar, o dönemin Payitahtı İstanbul içerisinde gerçekleştirilen 10 Muharrem adına bize eşsiz detaylar sunmaktadır. Ama her şeyden önce dilerseniz Osmanlı döneminde Aşura günü matem merasimleri nasıl yapılırdı farklı kalemlerden kısaca okuyalım;

1868 doğumlu edebiyatçı ve oyun yazarı Musâhipzâde Celal şöyle yazar:

"Muharrem ayının onuncu günü Hz. Peygamber’in torunu İmam Hüseyin’in susuz şehit edildiği gün olduğu için bazı evlerde billur bardakları kaldırarak bakır veya toprak kupa ve taslardan su içer fakat kana kana içmezlerdi. On gün oruç tutanlar, düğün dernek yapmayanlar, gülüp eğlenmeyenler vardı."

2019 senesi Ağustos ayında Van'da bir trafik kazasında hayatını kaybeden dönemin Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı, tarih profesörü ve bürokrat Prof. Dr. Ahmet Halûk Dursun Hoca Topkapı Sarayı Müdürü olduğu vakit Muharrem ayında Kerbala’dan Topkapı Sarayı avlusunda dev ekranlarda canlı yayın yapmayı planlıyor lakin ömrü buna iktifa etmiyordu.

Merhum Halûk Dursun Hoca yaptığımız bir görüşmede kadim bir Osmanlı geleneği olan Aşura Günü için Kocamustafapaşa’daki Sümbül Efendi Camiî’nin avlusunda yatan ve ‘Çifte Sultanlar’ olarak adlandırılan İmam Hüseyin’in (as) kızlarına atfedilen kabirden[2] yine Topkapı Sarayı’na ‘Aşura Yürüyüşü’ âdetini ihya etmek istiyordu.

O dönemlerde Sünbül Sinan Camiî avlu ve etrafında toplanan Muhibb-i Ehl-i Beyt, kalabalık bir grup halinde mersiyeler okuyarak Cerrahpaşa Caddesi üzerinden Laleli’ye varır, kalabalık iyice artınca Beyazıt Meydanı’na çıkar ve oradan da Topkapı Sarayı’na giderlermiş.

Sünbül Sinan Camiî’nin bahçesi, geçmişte olduğu gibi bugün de 10 Muharrem’de ziyaretçi akınına uğramakta ve burada Kerbelâ Şehitleri için mevlit okuma âdeti hala devam etmektedir.

Ama İstanbul’da yaşayan Şiilerin Aşura Günü iki ana merkezi vardı; Fatih’te bulunan Silahtar Ağa Mahallesi’nde Mercan Yokuşu üzerindeki Valide Han ve Üsküdar’da bulunan Seyyid Ahmed Deresi.

1894 senesinde kaleme aldığı ‘İstanbul Folkloru’ eseriyle tanınan oryantalist Henry Carnoy iki farklı ağızdan şunları not düşer;

İstanbul'da Vâlide Hanı gibi İranlıların oturduğu hanlarda Muharrem'de bir geçit alayı yapılır ve Âşûre gününde ise bu alay Üsküdar'da Şeyh Ali Deresi'nde (bugün Seyit Ahmet Deresi) yapılırdı.”

Bir başka sayfada ise;

“Geçit alayı Üsküdar'da Şeyh Ali Deresi [Seyit Ahmet Deresi] denilen İran Mezarlığı'na varınca herkese su atarlar; ayrıca çay, hurma, ekmek, peynir ikram ederler. Mezarlıkta ölüler için dua edilir. Öğleden sonra müzik! eşliğinde koroyla mersiyeler okurlar, göğüslerinin sol yanlarına vururlar. Siyahlar giyinmiş olanların giysilerinin üzerine ‘Ya Mazlum Hüseyn!’ yazılıdır. Sırtları açıktır, burayı madenden kamçılarla döverler.”

Her ne kadar nispeten eksik ve yanlı bilgi aktarsa da Carnoy ve Nicolaides gibi şarkiyatçıları İstanbul folklorunu araştırmaya sevk eden temel sebep; Osmanlının çok kültürlü yapısının sembolü olan bu payitaht şehrin tarih boyunca birçok medeniyete ve bu medeniyetleri oluşturan kültür dairelerine ait kültürel mirasın eşsiz harmonisidir. İstanbul batılıları bu beldeye sık sık çekmiş ve o dönemlere dair kıymetli bilgiler kaleme almışlardır.

Dilerseniz fotoğraflarımızı incelemeye başlayalım:

Fotoğraf 1: Üsküdar'a inerken Zencir-zenlerin yürüyüşü

Zencir-zenlerin Yürüyüşü

Fotoğraflar arasında, Muharrem ayının 10. günü olan Aşurâ günü dolayısıyla, dinî içerikli benzer bir gösteri yürüyüşünün de belgelendiği anlaşılıyor. Silâhlı askerlerin kontrol altında tuttuğu (ki muhtemeldir şimdilerde Üsküdar Paşakapısı Cezaevi olarak kullanılan ve Doğancılar semtinde bulunan karakol görevlileri olabilir) ve yol kenarında toplanmış, hattâ dükkânların ahşap çatılarına çıkmış kalabalık arasında, “zencir-zenlerin” yürüyüşü özellikle dikkati çekiyor.

Kadrajın solunda, sağ elinde kitap tutan gözlüklü kişinin, acıklı kâsideler okuyan bir "mersiyehân" olduğu söylenebilir. Yol kenarında ise, yarı açık göğüslerine vuran “sine-zenler”in oluşturduğu kalabalığı görüyoruz.

Prof. Dr. Hüseyin Hatemi Hoca meseleye şöyle bir not düşmektedir:

"Tahminime göre Osmanlı’nın son döneminde sayıları çok olan, Mevlevî, Bektaşî, Rufaî, Kaadirî gibi tarikat mensuplarının da katıldığı, Şiî Azerilerin de fesle katıldığı bir Seyyid Ahmed Deresi Kabristanı yürüyüşüdür. Kanlı matem merasimlerine sokaklarda izin verilmez ancak Valide Hanı avlusunda yapılırdı.”

Fotoğrafın çekildiği yeri belirleme imkânı ne yazık ki yok; fakat yürüyüşün yapıldığı mahaldeki kârgîr konutun yan cephesine asılmış devasa bir reklâm panosu özellikle dikkati çekiyor; üzerinde, eski Türkçeyle "Viresiye Kırmızı Horos" yazısı ve bir horoz tasviri özellikle dikkati çekiyor.[3]


Fotoğraf 2: Üsküdar’da yürüyüş

 

Üsküdar’da Yürüyüş

Fotoğraflar arasında, deklanşöre peş peşe basıldığı anlaşılan iki görüntünün de, Üsküdar'da ve aynı cadde üzerinde çekildiğini düşünmek mümkün. Bu kez farklı bir gösteri ve yürüyüşe tanık oluyoruz. Yürüyüş sırasında açılan sancak ve bayraklar üzerindeki yazılar ile el şeklindeki alemler, bir Muharrem yürüyüşü ile karşı karşıya bulunduğumuzu gösteriyor. Cadde kenarındaki işyeri ve dükkânlar, 20. yüzyılın başlarındaki işyeri faaliyetlerinin niteliği ve kentin kozmopolit nüfusuna işaret ediyor.

Fotoğraf 2’de sol tarafta taşınan alemin üzerinde “Ya Hüseyn-i Mazlum Edrikni!” ve hemen altında ‘Sene 1316 / 1898’ yazmakta. Ama bu tarih Aşura merasiminin yapıldığı tarihi tam olarak bizlere vermemektedir. Nitekim kadrajın sağ kenarında, yolun karşısında tuğladan ve iki katlı kârgîr bir yapının[4] önünde bir alem daha görülmekte ve “Ya Ebe’l Fazl Edrikni” yazan bu bayrağın alt kısmında ise ‘Sene 1321 / 1903’ tarihi düşülmüştür. Ama anladığımız kadarıyla bu fotoğraflar o tarihlerden daha öte değildir çünkü 1905'te piyasaya giren ve üstünde üç tane hava deliği olan Schlick / Şılik markalı fesler henüz kimsenin başında değildir. Genelde halkın başında Zuhaf ve Hamidiye fesleri bulunmaktadır. Gölgelerden ise henüz öğle vakti olmadığı gölgelerin yansımasından bellidir. Esnafın ise işlerini bırakıp kapı önüne çıkması, özellikle kadın ve çocukların camlardan bakması ise alelade bir yürüyüş olmadığını bilakis oldukça kalabalık bir grubun aheste aheste yola revan olduğunu göstermektedir. Fotoğraf 3’te ise iki alemin birbirine bağlandığı yerde zencir-zenlerin daha yoğun olduğu, orada bulunan rütbeli askerin ise pürdikkat merasimi izlediği görülmektedir. Dikkat buyurulacak olunursa kadrajın sağ tarafında yani yolun arkasında kalabalığın matem merasimini yürüyerek takip ettiği lakin içlerinde çok fazla zabıt ve kolluk kuvvetlerinin olduğu müşahede edilmektedir. Bunun sebebi ise muhtemelen merasim güzergâhı üzerinde ve hatta fotoğrafın olduğu yerde karakol olmasından kaynaklanmaktadır.

Fotoğraf 3: Üsküdar’da yürüyüş

Alınan notlarda Şii toplulukları ise Seyit Ahmet Deresi’ne doğru Üsküdar’da toplanıp matem alayı düzenlerlerdi.” cümlesinden yola çıkarak Eski Toptaşı Caddesi’nden Halk Caddesi’ne oradan da geçilerek Hâkimiyet-i Milliye'ye ki sonu çarşı ve Üsküdar sahile çıkar bir matem yürüyüşü güzergâhı oluşturulmuş olabilir.

Seyyid Ahmed Deresi Şii Mezarlığı'ndan Üsküdar Meydan'a olan bu yürüyüş yaklaşık 3 km'lik bir yola tekabül etmekte ve grupların kalabalık oluşu, mersiyeler, sine-zenlerle normalde 40 dakikada varılacak noktaya tahminen iki saate ulaşmaktadırlar.

Bu üç fotoğraftan ayrılıp o dönemdeki Aşura merasimlerine dair eğer daha fazla bilgi almak istersek “Mersiyye-i Şâh-ı Şehîd-i Kerbelâ” ve “Kerbelâ’ya Dair Bir İki Söz ve Mersiye-i Şerîf” gibi eserler bırakan, şiirlerinin hemen hepsinde Ehl-i Beyt mahabbetini terennüm eden son devir tekke edebiyatının tanınmış simalarından Yusuf Fahir Baba’nın kaleme almış olduğu eserine bir göz atmak oldukça yerinde olacaktır.

İrfan ve tasavvufa dair önemli eserleri bizlere sunan Revak Kitapevi, 2016 senesinde neşrettiği Yusuf Fahir Baba’nın “Alevilik ve Bektaşilik Sırlarını İfşa Ediyorum”[5] adlı eserinde okuyucuyla konuya dair çarpıcı bilgiler paylaşıyor ve şöyle yazıyor:


“Muharrem ayında İran'da ve bilhassa Kerbela'da pek büyük matem merasimleri yapılırdı. İstanbul'da bulunan İranlılar Muharrem'in birinci gecesinden itibaren Vâlide Hanı ile Vezir Hanı'nda ve Üsküdar Seyyid Ahmed Deresi’ndeki Mescidlerde toplanırlardı. Her gece yemekler ikram edilir, semaverler dolusu çay dağıtılırdı. Yatsı ezanından itibaren merasim başlar, Peygamberimiz Hz. Muhammed'in torunu İmâm Hüseyin'e, Yezid ordusu ve Yezid'in kumandanları tarafından yapılan zulümlere dâir konuşmalar yapılırdı.

Farsça ve Türkçe mersiyeler okunur ve sonra ellerinde uçları zincirli değneklerle çıplak sırtlarına vuran ve o zaman deste ismi verilen elli altmış kişilik gruplar, elleriyle açık göğüslerine vuran diğeri, sırasıyla gelip kendilerine mahsus usullerde şiirler ve mersiyeler okuyarak dövünürler, nihayet dua edilerek merasime son verirlerdi.

Muharrem'in ilk on günü içinde her gece bu matem merasimi tekrar edilirdi. Onuncu gününe kadar Vâlide Hanı'nda ve Vezir Han'da toplanan İranlılar da, Seyyid Ahmed Mezarlığı’na geldikleri ve bunlara birçok Türkler de iştirak ettikleri için pek kalabalık ve pek büyük olurdu. Sabahın erken saatinde Seyyid Ahmed Deresi’ndeki camide ve caminin civarındaki mezarlıkta toplanan binlerce insan, öğleden sonraki zamana kadar yine camide vaazlar yapılmak ve mersiyeler okumak suretiyle aynı matem âyinini tekrar ederlerdi.

Öğleden sonra üzerinde sırma ve ipekle “Yâ İmâm Hüseyn, Yâ Abbas, Yâ Seyyidü's-Şühedâ, Yâ Ebe’l Fâzl, Yâ Mazlum Hüseyn Edrikni, Yâ Ali, Yâ Ebe't Turâb, Lâ ilâhe illallâh, Yâ Fâtımat-ül Betül” yazılmış yüzlerce sancaklarla iki sıra hâlinde dizilir ve bunların arasına en önde en kıymetli şallar örtülmüş ve kırmızı boya ile boyanmış, beyaz çarşaf üstüne bir kesilmiş baş şekli verilmiş imâme (sarık) konmuş bir beygir ile yine aynı şekilde şallarla süslenmiş ve üstüne küçük bir çocuk oturtulmuş olan, iki kişi tarafından çekilen iki atın birinde İmâm Hüseyin'in başını ve diğerinde henüz bir masum çocuk iken Kerbela'dan geri kalarak kurtulan İmâm Zeynelâdin'in Kerbela'dan Şam'a götürüldüklerini temsil ve tasvir ederlerdi.

Bunların arkasında da zencirle arkasına vuran ve göğsünü döven yüzlerce kişilik destelerin
arasında ve muhtelif yerlerinde Türkçe mersiyeler okuyan gruplar da bulunurdu. Desteler Seyyid Ahmed Deresi’ndeki camiden ayrılarak Nuh Kuyusu Karakolu'nun önünde durur ve dua edilir, oradan Toptaşı Tımarhânesi önüne gelinerek yine mersiyeler tekrar edilir, Üsküdar Çarşı boyundaki Büyük Karakol tabir edilen karakolun önünde durulur. 5-6 mersiyehan tarafından mersiyeler okunup dua edildikten sonra, Çarşı'dan geçerek o güne mahsus olmak üzere bunları nakletmek için gelmiş olan araba vapuruna binilerek Sirkeci'ye geçilir ve merasime devam edilerek Vâlide Hanı'na gelinirdi.

Her sene Muharrem ayının onuncu günü yapılması mutad olan bu alayda toplananların bir kısmı, o gece Vâlide Hanı'nda ve diğer kısmı da Üsküdar'ın Seyyid Ahmed Deresi Camii'nde akşam ezanından sonra buluşurlar, yine vaazlar yapılıp, mersiyeler okurlardı. İşte bu geceye Şâm-ı Gariban "Garipler Akşamı” tabir olunurdu.”

Fotoğrafların yüksek çözünürlüklü halini aşağıdaki linkten indirebilirsiniz:

https://www.ehlibeytalimleri.com/foto-galeri/fotograflarla-osmanlida-asura-merasimi

- - - - - - - - - - -


[1] Traces of İstanbul on Glass Plate Negatives / Cam Negatiflerde İstanbul’un İzleri: İmparatorluktan Cumhuriyet’e Fotoğraf Sergisi için Milli Kütüphane Başkanlığınca hazırlanmış Kasım / 2017’de kitap şeklinde satışa sunulmuştur.

[2] Aziz İgnatius / I. İgnatius'un kızları olma ihtimali yüksektir. Hz. Mehdi'nin validesi olan Nergis Hatun, tarihçilerin genel görüşüne göre İmam Hasan el-Askeri'nin hizmetçisidir. Bir başka nakilde ise İmam Askeri'nin halası Hekime Hatun'un hizmetçisi olduğu geçmektedir. Bizans İmparatoru’nun annesi Theodora Hz. Nergis’in babası İgnatius'u, I. Methodius'un ölümünden sonra Konstantinopolis / İstanbul Patriği olarak atamıştır. Kızı Nergis Hatun’un da Abbasilerle Bizans İmparatorluğu arasında cereyan eden 838 Dazimon Muharebesi'nden sonraki bir savaşta esir düştüğü muhtemeldir. Bu yolla Ehl-i Beyt’in himayesine girmiştir.

Prof. Dr. Hüseyin Hatemi Hoca konuyu şöyle özetlemektedir; “Aziz İgnatius önce Ayasofya yanına defnedildi. Daha sonra patrik olan hasmı Photios buradan cenazeyi Yuşa Tepesi’ndeki eski Hanif Mabedi’nin yerinde yapılmış olan Aziz Mikail Kilisesi’ne nakletti. İgnatius ismi Yuşa’yı karşıladığı ve Yuşa da (as) Musa (as) ile buraya gelmiş olduğu için Beşiktaşlı Yahya Efendi, bu kabri Yuşa’nın kabri olarak ilan etti. Kocamustafapaşa’daki Sünbül Sinan Camii’nin avlusu ve müştemilatında olan üç hanım kabrinin “imparator kızına ait” deneni, İgnatius’un annesinin, avluda olup İmam Hüseyin’in (as) iki kızı denen kabirler de iki kız kardeşinin kabirleridir.”

[3] Kırmızı Horoz – bir İngiliz anonim şirketidir. ‘Her Nevi Eşya ve Veresiye’ sloganı ile ün yapmış olan bu İngiliz şirketi o dönemin bankerleri olarak kabul edilebilir.

[4] Eski Türkçe, Yunanca, Ermenice ve Fransızca olarak hazırlanmış tabelâsıyla bir dükkân yer alıyor; Nikolaos Ap. Papas'ın sahibi olduğu "Grand Epicerie Ottoman", tabelânın en üstünde eski Türkçeyle "Otoman Bakkaliye-i Ticârî" olarak belirtilmiş. Yazı, iki kenarından ay-yıldızlarla sınırlandırılmış. Dükkânın vitrininde, çeşitli formlarda şişeler ve metal kutular sıralandığı görülüyor. Papas'ın dükkânına bitişik iki katlı ahşap yapının zemin katında ise, cephesindeki tabelâya bakılırsa "Osmanlı Tasarruf Şirketi" bulunuyor. Cephesindeki camlardan birinin üzerine de şirketin ismi ayrıca yazılmış. Şirkete bitişik iki katlı ahşap konutun cephesine yerleştirilmiş tabelâdaki "C. Tchaouchakis Dentiste" yazısı, bize Diş Hekimi Tchaouchakis'in muayenehanesinin yerini gösteriyor. Aradaki dar sokağın diğer köşesindeki dükkânın hayli alımlı tabelâsındaki yazılar, ne yazık ki seçilemiyor. Fotoğraf, zemin katları çoğunlukla dükkân ya da şirketlere verilmiş ahşap ve kârgîr konut dokusu içinde "geleneksel olan" ile "asrî ve modern"in birlikteliğini de sergiliyor.

[5] http://www.revakkitabevi.com/kitaplar/tasavvuf/alevilik-ve-bektasilik-sirlarini-ifsa-ediyorum/