.
.
Ehlader Araştırma Bölümü
Biz Ehl-i Beyt Mektebi mensuplarının yaptığı secde şekli, Hz. Resulullah’ın emir ve sünnetine uygun secde şekli olmakla birlikte, selef-i salih olan ashap ve tabiinin büyüklerinin de uygulamasına da mutabıktır. Ehl-i Sünnet’in şimdiki uygulaması ise, bu hususta yapılan bir içtihattır. Oysa ibadetin asıl teşrii, tevkifi (Allah’ın emriyle) olduğu gibi, şekli de tevkifidir. Yani, hiçbir kimse, içtihatla ibadet teşri edemeyeceği gibi, ibadetin şeklini de içtihatla belirleyemez; bu husus tümüyle Allah Teâlâ’nın emri ve Resulü’nün açıklamasına tabidir.
Taşa tapıyorlar diyenlere sormak lazım. Acaba Hz. Resulullah (s.a.a) ile birlikte öğle namazını kılarken sıcağın şiddetinden bir avuç çakıl taşını elinde serinleterek üzerine secde eden Cabir bin Abdullah da mı taşa tapıyordu?![1] Üzerine secde etmesi için Merve dağı taşlarından düz bir parçanın kendisine gönderilmesini isteyen Ali bin Abdullah bin Abbâs da mı taşa tapıyordu?![2] Gemiyle yolculuğa çıktığında üzerine secde etmesi için kendisiyle birlikte bir tuğla parçası götüren Masruk bin Acda’ da mı taşa tapıyordu?![3] Secdeye giderken alnını üzerine koyacağı çakıl taşlarını eliyle düzenleyen Abdullah bin Ömer de mi taşa tapıyordu?![4] Aslında bu mantığa göre bütün ashabı taşa tapmakla suçlamamız gerekir! Çünkü onların hepsi bunu yapıyordu.[5]
Ümm-ül Mu’minin Âişe diyor ki: “Ben Hz. Resulullah’ın secde ederken her hangi bir şeyle alnını yere (toprağa) değmekten önlediğini görmedim.”[6] Yine Ehl-i Sünnet’in muteber hadisçilerinin naklettiği bir hadiste şöyle geçer: Ebu Said Hudri’den; dedi ki: “Ben Resulullah’ın çamur üzerine secde ettiğini gördüm. Öyle ki, çamur Hazret’in alnında iz bırakmıştı.”[7] Ebu Hureyre ve İbn-i Abbâs da aynı şeyi nakletmişlerdir. Yine İbn-i Abbâs şöyle demiştir: “Hz. Resulullah taş üzerine secde etti.”[8] Yine Vâil diyor: “Ben gördüm ki, Hz. Resulullah secde ederken alnını ve burnunu yere koyardı.”[9] Yine Rufâa bin Râfi, merfu olarak naklettiği bir hadiste şöyle demiştir: “Sonra Hazret tekbir getirirdi. Secdeye gittiğinde de alnını yere (toprağa) ulaştırır ve organlarının hareketten durmasına kadar secdede kalırdı.”[10]
Yine İbn-i Abbâs, İbn-i Ömer, Ümm-ül Mu’minin Âişe, Ümm-ü Seleme, Meymune, Enes bin Mâlik, Ümm-ü Eymen ve diğerlerinin naklettikleri hadislerde Hz. Resulullah’ın hurma lifinden örülen bir hasır parçası üzerinde namaz kılıp secde ettiği de geçmektedir.[11]
Yine İbn-i Abbâs şöyle demiştir: “Ben soğuk bir günün sabahında Hz. Resulullah’ı beyaz bir ridayla namaz kılarken gördüm. Ridasıyla el ve ayaklarını yerin soğuğundan korumaya çalışıyordu.”[12]
Çeşitli tariklerle nakledilmiş olan bu hadislerden de aynı şey anlaşılmaktadır. Burada, Hz. Resulullah’ın ve ashabının secdelerini, yer, taş ve insan tarafından tüketilmeyen bitkilerden üretilen hasır gibi sergiler üzerine yapmalarının, bunların üzerine secde etmenin şart olduğundan dolayı değil, belki de o dönemlerde başka bir seçeneklerinin olmadığından böyle yapmış oldukları ihtimali akla gelebilir. Ancak bu ihtimale itibar edemeyiz. Çünkü bu ihtimal, bu şekilde secde etmeği ister mukim olsun, ister seferi, bütün hayatları boyunca sürdüren ashabın ve tabiinin bu davranışlarını tevcih etmekten acizdir. Zira bu davranış, onların bu şekilde secde etmeği imkânsızlıktan değil, bizatihi kasıtlı olarak tercih ettiklerini göstermektedir. Üstelik ashap ve tabiinin kendileri bu şekilde secde etmenin gerekli olduğuna ve böyle yapılmayan secdenin sahih olmadığına açıkça fetva da vermişlerdir. Bizim bu konuyu burada derinliğine açmamız imkânsızdır. Ama örnek olsun diye bazı ashap ve tabiinin amel ve fetvalarına değinmeğe çalışacağız:
Mesela, Ebu Ümeyye diyor ki: “Ebu Bekir yer üzerine secde eder veya namaz kılardı”[13] Bu hadisin söz akışından, Ebu Bekir’in ömrü boyunca böyle yaptığı anlaşılmaktadır.
Yine Ebu Ubeyde şöyle nakletmiştir: “İbn-i Mesud yerin üzerinden gayrisine secde etmez veya namaz kılmazdı.”[14] Bu hadis için de aynı şey söz konusudur.
Öte yandan İbn-i Abbâs buna da yetinmemiş, bizatihi böyle secde etmenin gerektiğine açıkça fetvâ da vermiştir; İbn-i Abbâs şöyle demiştir: “Kim, namaz kılarken burnunu alnıyla birlikte yere (toprak ve yerden sayılan taş gibi şeylere) değdirmezse, namazı kifayet etmez.”[15]
Yine Ubade bin Sabit’in de ısrarla bu sünnete uyduğu ilgili kaynaklarda yer almıştır. Bir hadiste şöyle geçer: “Ubâde bin Sâbit namaz kılmak isteyince sarığını alnından kaldırırdı.”[16] Bu hadisten de Ubâde bin Sabit’in bu işi, alnın yere veya hasır gibi üzerine secde etmenin câiz olduğu şeye değmesi için yaptığı anlaşılmaktadır.
Abdullah bin Ömer’in de secdelerini bu şekilde yerine getirdiği kaydedilmiş, hatta onun elini de alnını koyduğu şeyin üzerine koyduğu nakledilmiştir. Nâfi şöyle diyor: “Ben çok soğuk bir günde onun secde ettiği çakıl taşları üzerine koymak üzere elini cubbesinden dışarı çıkardığını gördüm.”[17]
Tabiine gelince, onlar da aynı sünneti sürdürmüşlerdir. Biz bu hususta da sadece birkaç örnek vermekle yetineceğiz. İlgili kaynaklarda tabiinin önde gelen şahsiyetlerinden biri olan Masruk bin Acda’nın gemide bile yerden gayrisine secde etmeği câiz görmediği yer almıştır.[18] Peki, Masruk’un bu fetvayı imkânsızlıktan dolayı verdiği söylenebilir mi?
Yine İbn-i Abbâs’ın öğrencisi Atâ, her halükârda yer üzerine secde etmenin gerekli olduğuna fetvâ vermiştir. İbn-i Cureyh diyor; ben Atâ’ya “İnsanın şilte veya hasır parçası üzerine secde etmesi câiz midir?” diye sordum. Atâ: “Eğer alnının ve elinin altında olmazsa, dizini onun üzerine koysa bile secdesinde bir sakınca yoktur. Çünkü yüzünü yere koymaktadır” cevabını verdi.”[19] Atâ’nın bu fetvası da aynı gerçeği gözler önüne sermektedir.
Keza Urve bin Zubeyr’in yerden gayri bir şeyin üzerine secde etmekten sakındığı rivâyet edilmiştir.[20]
Açıktır ki, mezkûr ihtimal ashap ve tabiinin bir ömür boyu sürekli olarak yaptığı bu amellerini tevcih etmekten âciz kaldığı gibi, bunun gerekli olduğuna ve aksinin câiz olmadığına dair olan fetvaları, onların bu icraatlarını yukarıda işaret edilen ve benzeri nedenlerle değil, aksine ellerinde onları buna mülzem kılan şer’î bir gerekçenin olduğunu göstermektedir. Peki o şer’î gerekçe neydi? Açıktır ki, Hz. Resulullah’ın icraatı ve sünneti bu hususa gerekçe teşkil etmeye yeterlidir. Çünkü o Hazret’in sünnet ve icraatı da Müslümanlara şer’î gerekçe teşkil etmektedir. Allah-u Teâlâ, Allah’ı ve âhiret günündeki saadeti dileyenler için o Hazret’in en güzel örnek teşkil ettiğini ve neyi getirmişse ona uymalarının zorunlu olduğunu bildirmiştir.[21] Özellikle de konu şer’î bir konu olup o Hazret de: “Ben nasıl namaz kılıyorsam, siz de o şekilde namaz kılın”[22] buyurmuştur. İlaveten, Hazret yalnızca bu icraatıyla iktifa etmemiş ve ilahi bir elçi olarak bizatihi secdenin bu şekilde yapılması gerektiği doğrultusunda sözlü açıklamalarda bulunmuş ve emretmiştir. Bizim, o Hazret’in bu doğrultuda olan açıklama ve emirlerinin tamamına burada yer vermemiz imkânsızdır. Dolayısıyla sadece birkaç örnek vermekle yetinip, size ilgili geniş kaynaklara müracaat etmeyi tavsiye edeceğiz.
Hazret’in bu husustaki sözlü açıklama ve emirlerini birkaç bölüme ayırabiliriz:
a)- Çakıl üzerine secde eden Müslümanlar, yakıcı sıcaktan dolayı çakıl üzerine secde etmelerinin zorluğunu Hazret’e şikâyet ediyorlar. Ama Hazret onların bu şikâyetlerini görmezlikten geliyor ve onlara: “Elbisenizle veya benzeri bir şeyle alnınızı ve elinizi sıcaktan koruyabilirsiniz” demiyor. Oysa bu hususta müsaade gelse bile bu, mutlak cevâz anlamına gelmemektedir ve sadece zaruret halinde câiz olduğunu ispat edebilir. Nitekim ileride zaruret halinde buna müsaade edildiğini göreceğiz. Ashabın şikâyeti hususunda birçok hadis vardır. Biz sadece ikisini zikretmekle yetineceğiz:
1- Beyhakî, Habbab bin Ert’in şöyle dediğini rivâyet etmiştir: “Şiddetli sıcaklık nedeniyle secde halinde alın ve ellerimizin yanmasını Peygamber’e şikâyet ettik, fakat Hazret şikâyetimizi kabul etmedi.”[23]
2- İbn-i Mes’ud dedi ki: “Biz yakıcı sıcaklıktan dolayı Hz. Peygamber’e şikâyette bulunduk, ama Hazret bizim şikâyetimizi kabul etmedi.”[24] Ehl-i Sünnet’in önde gelen âlimlerinden olan İbn-i Esir “En- Nihâye” adlı kitabında yukarıda naklettiğimiz Habbâb’ın hadisini naklettikten sonra şunları kaydediyor: “Fakihler bu hadisi secdeler bölümünde zikrediyorlar. Çünkü ashap, sıcaklığın şiddetinden secde ederken elbiselerinin kenarlarını alınlarının altına koyuyorlardı. Ama bu eylemden men’ edildiler. Çünkü onlar çakıl üzerine secde etmelerinden duydukları zahmeti Resulullah’a şikâyet edince, onlara elbiselerinin kenarları üzerine secde etmeye müsaade edilmedi.” Ben diyorum ki, bu hadislerden elbise dışındaki başka bir şeyle de alnın yere değmesini önlemenin câiz olmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü eğer bu câiz olsaydı, Hazret ashaba evlerinden getirecekleri deri veya elbise parçası gibi başka bir şeyle alınlarını sıcaktan koruma izni verirdi. Oysa bu hadislerde böyle bir şeye cevaz verildiğinden bahsedilmiyor.
b)- Hz. Resulullah (s.a.a), secde ederken alınlarının toprağa değmesinden korunmaya çalışan ashaba alınlarını toprağa koymalarını emrediyor. Bu hususta da birçok hadis gelmiştir. Biz onlardan sadece birkaçına değineceğiz:
1- Hâlid-ül Cuhenî şöyle demiştir: “Peygamber-i Ekrem Suhayb’in secde ederken güya topraktan korunmaya çalıştığını görünce, ona: “Ey Suhayb yüzünü (alnını) toprak üzerine koy” buyurdu.[25]
2- Ümm-ül Mü’minin Ümm-ü Seleme şöyle demiştir: “Peygamber-i Ekrem, ismi Aflah olan bir hizmetçimizin secde ederken yeri üflediğini görünce ona: “Ey Aflah alnını toprağa koy” buyurdu.”[26]
3- Bir hadiste şöyle nakletmiştir: “Hz. Resulullah Muaz’a: “Secde ederken yüzünü (alnını) toprağa bulaştır” buyurdu.”[27]
c)- Hz. Resulullah (s.a.a) secde ederken sarığın alnın üzerinden kaldırılmasını emrediyor. Bu hususta da çok sayıda hadis gelmiştir. Biz onların bir kaçını örnek olarak zikredeceğiz:
1- Sâlih bin Havân-üs Sebaî şöyle demiştir: “Hz. Resulullah bir kişinin yanında namaz kıldığını gördü. O adam alnına sarık sarmıştı. Hazret onun sarığını alnından kaldırdı.”[28]
1- Ayaz bin Abdullah El-Kureyşî şöyle demiştir: “Hz. Resulullah bir kişinin sarığının üzerine secde ettiğini görünce eliyle alnına işaret ederek, sarığını alnından kaldırmasını emretti.”[29]
d)- Hz. Resulullah (s.a.a) secde ederken alnın ve burnun iyice yere (toprağa) koyulmasını emretmiştir. Bu hususta da çok sayıda hadis gelmiştir. Biz onlardan sadece ikisini zikretmekle yetineceğiz:
1- Peygamber-i Ekrem şöyle buyurmuştur: “Sizden biri namaz kıldığında kibirinin çıkması için alnını ve burnunu iyice yere (toprağa) yapıştırsın.”[30]
2- İbn-i Abbâs şöyle demiştir: “Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular: “Secde ettiğinde alnını ve burnunu iyice yerin (toprağın) üzerine koy.”[31] Bu ve benzeri hadisler de secde ederken alnın yerin üzerine koyulmasının gerektiğini açıkça göstermektedir.
e)- Hz. Resulullah (s.a.a) yeryüzünün kendisi ve ümmeti için secdegâh ve temizleyici kılındığını açıklıyor. Bu alanda da Hazret’ten çok sayıda hadis nakledilmiştir. Biz bu hadislerden de sadece bir kaçına değinmekle yetineceğiz:
1- Peygamber-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Yeryüzü benim için secdegah ve temizleyici kılınmıştır.”[32]
2- Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Yeryüzünün tamamı bizler için secdegâh ve temizleyici kılınmıştır.”[33]
3- Hz. Resulullah’tan (s.a.a) yine şöyle nakledilmiştir: “Yeryüzü bana temiz, temizleyici ve secdegâh kılınmıştır.”[34]
Bütün muteber kaynaklarda tevatür haddinde nakledilen bu hadislerle iki hüküm beyan edilmiştir: Birincisi yerin temizleyici oluşu, yani su bulunmayan veya suyun kullanılmasının sakıncalı olduğu yerlerde abdesti gerektiren konularda yere teyemmüm edilebileceği hükmüdür. İkincisi ise, yerin secdegâh oluşudur. Dolayısıyla bu hadislerden şu sonuç çıkar: Secde ancak teyemmümün câiz olduğu şeyin üzerine yapılabilir. Açıktır ki, teyemmüm ancak yerin üzerine yapılabilir. O halde secde de ancak yerin üzerine yapılabilir. Ve nasıl ki elbise ve halı gibi şeylerin üzerine teyemmüm etmek doğru değilse, bu hadisler gereğince secde de aynı hükmü taşımaktadır.
En iyisi bu konuyu Ehl-i Beyt İmâmları’ndan nakledilen bir hadisle kapatalım: Hişâm bin Hakem diyor; ben Hz. İmâm Sâdık’a(a.s) nelerin üzerine secde etmenin câiz olduğunu sorduğumda, İmâm (a.s) şu cevabı verdi:
“Secde sadece yere ve yenilen ve giyilenleri hariç, yerden bitenlerin üzerine câizdir.” Ben: “Fedan olayım, bunun sebebi nedir?” dedim. Hazret şöyle buyurdu: “Çünkü secde etmek Allah karşısında huzu etmek ve küçülmek demektir. Bu yüzden de yenilecek ve giyilecek şeyler üzerine secde etmek doğru değildir. Zira dünya oğulları, (düşkünleri) yedikleri ve giydikleri şeylerin kullarıdırlar. Halbuki secde eden, secde anında Allah’a kulluk etmektedir. Dolayısıyla da ona secde halinde dünyaya aldanmış olan dünya uşaklarının mabudu olan şeylerin üzerine alnını koyması doğru olmaz. Alnını yere koyması ise daha efdal ve üstündür. Çünkü bu, Allah’a karşı tevazu ve küçüklüğünü göstermek için daha uygundur.”[35]
- - - - - - - - - - - - -