Aynı inancı, ideolojiyi, kültürü, mektebi paylaşan insanları mezkûr inanç, ideoloji, kültür ve mektep "biz" etmiştir demektir. Dolayısıyla bu insanları "biz" eden ve "biz" haline getiren inanç, kültür ve mekteptir. Bu kavrama göre insanların hepsi birbirlerini "biz" olarak görmeli ve ona göre hareket etmelidir. Aynı inanç, ideoloji, kültür ve mektebi paylaşan insanların toplumlarında "biz" birin dışına çıkmış ve bu "bizler" iki, üç, dört, beş, altı diye çoğalmışsa burada doğru gitmeyen ve doğru olmayan bir şeyler var demektir. Öncelikle ilim adamları, toplum mühendisleri, akil ve samimi insanlar, ahiret kaygısını güden ihlâslı ve dinamik, aktif gençler "bir bizi" birlikten çıkarıp çoğul hale getiren nedenleri ve sebepleri çözmeli ve o nedenlerin aksini yaparak "bizleri" azaltarak "bir bize" doğru gitmelidirler. Çünkü bu "bizlerin" çokluğunun gelecek yıllarda aynı inancı, ideolojiyi, kültürü ve mektebi paylaşan insanlar için vebalinin yanı sıra birçok tehlikeleri söz konusu olabilir.
Mektep ve inancın kendisinin doğurmuş olduğu ilk "biz"e sonradan katılanlar da geçmişte hangi kültürden, hangi ırktan olurlarsa olsunlar, onlarda o "biz"den olmuş olurlar. Böyleleri kendilerini dışlanmış kompleksine sokmamalı. Zira bir olan "biz" kavramına inananlar onları "biz" halkasında olanlar gibi görür ve değerlendirirler. Dışlanmış, ikinci plana atılmış kompleksi onların kendilerinden önce "biz" dairesi içerisinde bulunanlara mesafeli ve farklı bakmalarına neden olur. Örneğin; "biz" dışında olan ve hac yolculuğu dönüşünde Küfe güzergâhında imam Hüseyin'in aşk kervanı ile karşılaşmak istemeyen Züheyr b. Kayn ve yine Hür b. Yezidi Riyahi ve daha niceleri sonradan aşk kervanına katılarak bir olan "biz"den olmuş ve kanları ile destan yazanlarla ebedileşmiştir. Züheyr b. Kayn aşk kervanına katılmadan ve "biz" halkasına girmeden önce Osmani idi, Hür b. Yezidi Riyahi İmam Hüseyin'in karşısında idi. Bunlarım emsallerinin tamamı "biz"den gayrıydılar. Ama geçmişlerini bırakıp "biz" halkasına katıldıktan sonrahalkanın içinde bulunanlara mesafeli olmamış ve farklı bakmamışlardır. Hatta bazıları geç kalmanın, sonradan gelmenin ezikliğini, mahcupluğunu yaşamışlar, kendilerinden önce "biz" halkasında olanlara tepeden bakmamışlar ve kendilerini onlardan farklı görmemişlerdir.
Toplumlar kendilerine, değerlerine, inançlarına hizmet eden, destek veren insanların fiili ve fikri çabalarını ve üretimlerini sadece bir grup insanın çıkarı için yok sayarlarsa ilerleyemezler, bunların yok sayılmasına zemin oluşturanlar da daima zayıflamaya ve kaybetmeye mahkûm olur ve her geçen gün erirler.
Bu zemini oluşturarak her geçen gün kaybedenler davadaşlarım dediklerinin düşüncelerine değer vermediler, onları dinlemediler, sadece kendileri ihtiyaç duyduklarında onlarla yana yana görüntü verdiler. Böyle olunca bunun muhasebesini bile yapma gereği duymadan daima suçlu aradılar ve başkalarını suçladırlar. İnsanın bu ruh hali kendisini vazgeçilmez, tartışılmaz görmesinden kaynaklanmaktadır.
İnsanın bu durumu itiraf etmesi elbette zor ve acıdır. Genelde insan kendisinden ve en yakınından saklayamadığı hatalarını, yanlışlarını başkalarına yansıtmamak ve başkalarından saklamak için türlü türlü bahaneler üretir. Ancak bilinmelidir ki, bunun kimseye bir faydası olmadığı gibi aksine birçok zararları da vardır. Bazı insanlar gelişme, büyüme, ilerleme ve daha çok imkânlara sahip olma umutlarının bitmişliğinin verdiği öfkeyle daima başkalarını suçlar sağa sola, insanlara hakaret eder, bu yanlış ile kendilerine daha çok zarar verirler ve zarar verdiklerinin farkında bile olmazlar.
Gönüllerini ve gözlerini nefret, kin, kıskançlık bürüyenler, ama ne strateji, ne taktik üretemeyenler, nefsanî dürtülerden dolayı takım tutar gibi tarafgirlik yaparak kutuplaşmadan ve tefrikadan başka bir şey yapmayanlar ve öte taraftan da ne dostu, ne düşmanı, ne mektebi ve ne de onun davet ve tebliğ metodunu bilmeyenler her zaman olduğu gibi bu günde bol keseden atıyor ve böylelikle insanları daha da soğutup kaçırıyorlar. Ama ilkeli olup idealleri olan insanlar davaları ve değerleri uğruna "kol kırılır yen içinde kalır" düşüncesi ile her bildiklerini ortaya dökmezler ve ulu orta yerde seslerini yükselterek dile getirmezler.
Bugün dünyada, bölgemizde ve ülkemizde yaşananlar gözümüzün önünde cereyan etmektedir. Ancak aklının, fikrinin, tercihlerinin tamamını bir kuruma, kuruluşa, siyasi partiye, onların başında bulunanlara ve onların medyasına, kaynaklarına bağlayanlara bu gerçekleri anlatmanız çok zordur. Çünkü bu da bir çeşit bağnazlık ve gaflettir. Siyasi bir parti, tarz, meşrep, üslup, kurum, kuruluş, cemaat, dernek, vakıf, kişi sevgisinde ifrat edilirse, bu ifrat gözleri kör eder ve yerine göre gaflete, bağnazlığa ve asabiyete sebep olur. Bunu aşarak gerçekleri görmek ve bu halin gafletinden kurtulmak o kadar kolay değildir.
"Aynı inancın, aynı mektebin, aynı kültürün ve aynı düşüncenin" insanı olduklarını bilemeyen, derk edemeyen ve bu gerçekleri göremeyen, fakat her konuda, bütün dallarda kendilerini ehil, doğru, hak başkalarını ise yanlış, iş bilmez, batıl görenler her geçen gün yanlış yaparlar ve yanlışlarının fark edilmemesi için başkalarının hizmetlerinin saklı, üzeri örtülü kalmasını ve konuşulmamasını isterler. Böylelerinin kendilerinden gördüklerini kastederek söyledikleri ve savundukları tek bir cümle vardır: "Biz"
Aslında "Biz" çok önemli bir kavramdır. Ancak bu "Biz" kelimesinden kimlerin ve nelerin amaçlandığı önemlidir. O "bizlerin" her yaptıklarını, söylediklerini savunur, onaylar ve o "bizlere" avukatlık yaparsanız, bir zaman sonra sizlerde o "bizlerden" olursunuz ve imkânlar, kapılar sizlere de açılmış olur. Çünkü onlara göre siz de bir "biz" oldunuz artık. Fakat bu tür bir "biz" anlayışı tekelleştirmek olduğundan, "bizden" gayrı olup da dalında uzman ve ehil olanları görmemeyi gerektirdiğinden sakıncalar doğurur.
Fakat yanlış olan, bu tür "biz" anlayışına sahip olanlar, kendilerine yapmış oldukları gülistan bahçelerinin devamlı böyle gideceğini ve gülistanın asla solmayacağını hiç düşünmüyorlar. Onların bu hali sarayları bile tez zamanda harabeye dönüştürebilir. Zira böylelerinin yıllardan beridir söyledikleri hep aynı nakarattır: "sizin düşünmenize, bir şeyler yazmanıza, yapmanıza gerek yoktur, her şey hazırdır ve yapılmaktadır, sizler boşuna yorulmayınız, biz zaten yapıyoruz!"
"Nedir güzellikler, yapılanlar, yazılanlar, ileri doğru kat edilen mesafeler, diye sorsanız, ortada elle tutulur gözle görülür, akılla derk edilip kabul edilir doğru dürüst bir şey bulamazsınız. Peki ne var? Bol bol "biz" sınıfında olanlarla oturup laflamalar var, vaatler var. Var, var, var... Artık bu varları varın siz düşünün ve akledin.
Ama şu inkâr edilmesi mümkün olmayan bir gerçektir ki; Helva, helva demekle tatlı olmaz, laf-ı güzafla peynir gemisi yürümez.
Mehdi AKSU