.
.
Ehlader Araştırma Bölümü
Öğr. Gör. Ahmet İşler
Müslümanların ilk kıblesi olan Kudüs’ün işgal edilmesi ve Filistin topraklarında bir İsrail devletinin kurulması sadece Filistinlilerin değil, tüm dünya Müslümanlarının sorunu olarak görülmüştür. Filistin davasına sahip çıkmak gerektiğini belirten Ahmet Varol, Filistin’i “tüm İslam âleminin kalesi” olarak görmektedir. Ona göre bu mücadeleye katılan Filistinliler sadece kendi toprakları için değil, İslam âleminin de mücadelesini vermektedirler. Ayrıca Siyonistlerin “Büyük İsrail” hedefi tüm İslam milletleri için bir tehdit olarak durmaktadır (Varol, 2010: 150).
İsrail Devleti’nin resmen kurulduğu 1948’de muhafazakâr camia Siyonist devletin varlığından rahatsızlık duymuşlardır. Mehmet Akif Ersoy’un damadı Ömer Rıza Doğrul, Selamet adlı dergisinde Filistin meselesini İslam âleminin “en büyük davası” olarak görmektedir. Ona göre 1947 yılında Filistin’in Yahudiler arasında taksimi demek; Siyonistlerin tüm bölgeyi sömürmesi ve ekonomik gücüne dayanarak genişlemesi demektir. Siyonizm bu dava için komünizm ile de iş birliği halindedir ve Siyonistler “işgalci” konumundadır. Müslümanların bu davayı kazanmaları için desteklenmeleri lazımdır. Filistin sorununun sadece Filistinlilerin meselesi olmadığının altını çizen Doğrul, Arap Birliği’nin derhal İsrail’e müdahale etmesini istemiştir (Doğrul, 1947a: 5).
Doğrul’a göre, Amerika’nın Yahudileri desteklemesi, Siyonizm baskısından kurtulma ve Ortadoğu’da siyasi, ekonomik ve askeri mahiyette “ileri bir karakol” sahibi olmak istemesidir. Doğrul, Kasım 1947’de Filistin’in taksimi kararı verildiğinde bütün Arapların savaş kararını “Mukaddes Cihad” olarak adlandırmıştı (Doğrul, 1947b: 2).
Tüm İslam aleminin Filistin’i desteklediğini belirten Doğrul, Türkiye’nin İsrail karşıtı bir politika izlediği dönemde “En Büyük Dava”, “Mukaddes Cihad” olarak tanımladığı Filistin’i en önemli gündem maddesi olarak takip etmiştir. Ancak kısa süre içinde Türkiye’nin İsrail’i tanıması Selamet dergisinin de Filistin meselesine olan yaklaşımını değiştirmiştir. İsimsiz olarak verilen haber içeriğinde, nihayet bizde İsrail’i tanımaya karar verdik, başka türlü davranmamıza imkân yoktu, eğer Araplar başarılı olmuş ve Filistin’i kurtarmış olsaydılar muhakkak onları da tanıyacaktık gibi ifadeler yer almıştı. Doğrul’un üslubuna benzerlik taşıyan haber içeriğine göre, İsrailoğulları Filistin’e yerleşmiş, Araplar mütareke yapmıştı. Bundan dolayı Türkiye devleti İsrail’in mevcudiyetini tanımak zorunda kalmıştır. Dergideki yazıda Türkiye’nin İsrail’i tanıması şöyle değerlendirilmiştir:
“Hükümetin bu hareketine hiçbir diyecek yok… bilakis hükümetin bu hareketini takdir ve tasvip etmek icap eder. Çünkü hükümet bu hususta Türk genel oyuna gösterilmesi gerekleşen en büyük saygıyı göstermiş, Türk milletinin Arap milletine karşı en samimi kardeşlik hisleriyle bağlı olduğunu takdir ederek Birleşmiş Milletler toplantılarında Arap davasını desteklemiş, daha sonra da dünya milletleri İsrail devletini tanımak için koşuştukları halde son dakikayı beklemiş ve ancak Arap milletleri mütareke yapmağa ve bu suretle zımnen veya seraheten İsraili tanıdıktan sonra, bu devleti tanımaya karar vermiştir.” (Selamet, 1949: 12).
İsrail’in kurulması hadisesinin Türk halkı için memnun edici olmadığı, Türklerin asırlarca Filistin’i müdafaa ettiği, Filistin’in Türkler içinde mukaddes bir yer olduğu belirtildikten sonra, Filistin’i Araplara devrettiklerini, İngilizleri Filistin’e Türklerin değil, Arapların soktukları, bu duruma İngilizlerle beraber Arapların sebep olduğu ileri sürülmüştür. Bu ifadeler Arapların Birinci Dünya Savaşı’ndaki “ihanet” söylemiyle paralellik göstermektedir. Ayrıca Filistinlilerin Türklerin kendilerini yalnız bıraktığı sitemine karşı, bu sözlerinin “saçma” olduğunu belirten Selamet dergisindeki yazıda, Araplara düşen şeyin öncelikle kendi aralarında birlik kurmaları, kendi davalarına sahip çıkmaları ve bu davada mücadeleden sonra aciz kaldıkları anda, din kardeşlerinden yardım istemeleri beklenmektedir. Çünkü Araplar hakkıyla mücadele etmemişken, Türklerden yardım istemeleri anlamsızdı. Onların bu durumundan dolayı Filistin elden çıkmış ve bu durum Araplara “ilahi bir ceza”ydı. Türk milleti bu olayda üzüntü duymuş ancak olan olmuş, Araplar büyük bir imtihandan başarısız olmuştu. Hükümet Arap kardeşlerinin hissiyatını yaralamaktan çekinmiş ancak İsrail devletini tanımak, Türk milletinin hoşuna gitmese de bunu yapmak zorunda kalmıştı. Ayrıca yazının devamında Arapların Türkleri bundan dolayı mazur göreceğinden şüphe duyulmadığı ve Arapların bundan ders çıkarmaları umulmaktadır (Selamet, 1949: 12-13). Ayrıca Doğrul başka bir yazısında İngiliz sömürgeciliğin Siyonizm’e verdiği destek karşısında Araplara bir devlet kurulmadığını eleştirmiştir (Doğrul, 1948: 268).
Sebilürreşad dergisi, İsrail’in kurulmasıyla “Filistin İçin Cihad-ı Mukaddes” manşetini kullanmıştır. Dergi yazarlarından Cevat Rıfat Atilhan Komünizm ile el ele veren Siyonizm’in İsrail devletini kurduğunu belirtmiştir. İsrail’in kurulması yalnız Türkiye için değil, bütün Asya için büyük tehlike olduğu belirtilmiştir (Atilhan, 1948: 7). Atilhan, bu duruma sebep olan unsurun İslam milletleri arasındaki “tefrika”ya bağlamıştır. Bu tefrikanın sonucu olarak, “kıtalara yayılan koca bir millet, dünyanın en zelil bir milleti tarafından yurdundan sürülüyor hak-i zillet ve esarete seriliyor”du (Atilhan, 1949a: 44). Öte yandan Atilhan, İsrail devletini kuran Yahudilere karşı birlik olunması halinde Siyonist tehditten kurtulabileceğini belirtmektedir. (Atilhan, 1949b: 73).
Sebilürreşad dergisinin bir diğer yazarı M. Raif Ogan, Tanzimat’tan beri Mason teşkilatların hâkim olmaya başladığını ve bunların İttihatçılara sirayet ettiğini ileri sürmektedir. Ona göre Millî Mücadele döneminde hayal kırıklığına uğrayan masonlar, Türkiye’de “inkılapçı” adı altında yüksek makamlarda bulunmuş, İttihatçıların döneminden daha fazla güçlenmişlerdi. Devlet içinde devlet olan masonları Mustafa Kemal tasfiye etse de bugünlerde yine masonlar etkin olmaya çalışmaktadırlar. (Ogan, 1948: 393,395).
Sebilürreşad dergisinin sahibi Eşref Edip de Yahudilerin kurduğu devleti masonluk üzerinden ele almıştır. Ona göre Filistin’de kurulan Yahudi devleti masonlar için “büyük istinatgâh”tı. Yahudilerin en büyük hedefi ise Türkiye’nin güney sahillerine sahip olmaktı (Eşref Edip, 1950: 242). Eşref Edip, “sarı kuvvet” şeklinde ifade ettiği masonluğu ve İsrail’in kurulmasını Türkiye için büyük bir tehdit olarak görmekte ve Siyonizm’in Türkiye’deki destekçilerine işaret etmektedir. İsrail’in Türkiye tarafından tanınması sürecinden önce, Siyonist Dış İşleri basın ve istihbarat bürosunun Türkiye ile ilgili:
“Menfaatlerimiz karşılıklıdır. Türkiye Cumhuriyeti inkılâpçı bir devlettir. Onun düsturu, geriliği boğmak olduğuna göre, kendimizi bu sahada ve daha birçok sahalarda (?) müşterek görmekteyiz. Bu bölgede müşterek halledeceğimiz birçok dâvalar (?) vardır” sözlerini paylaşan Eşref Edip, İsrail’in bu açıklamasına şu ifadelerle tepki göstermiştir:
“Demek inkılâpçılık sahasında ve daha şimdilik açığa vurmak istemedikleri birçok sahalarda Yahudi ve Türk devletleri ve askerleri omuz omuza çalışacaklar, birçok dâvaları müştereken halledecekler!.. Acaba müştereken halledeceğimiz bu dâvalar nedir? Komünizme karşı müşterek bir cephe tesisi diye, tevile imkân yoktur. Çünkü sözün siyak ve sibakı bu dâvaların ‘inkilâpçılık’ sahasında olduğunu göstermektedir. Demek Halk Partisinin devrimcilik umdesine Siyonistler kendilerini bir müttefik olarak göstermekle icabında bu dâvaya iştirak edeceklerini söylemektedirler.”(Eşref Edip, 1948: 391).
Yahudileri Türk düşmanı olarak nitelendiren Eşref Edip, İstanbul’daki bir toplantıda Ankara ve İzmir’de de “farmason şubeleri” açmağa karar verildiği haberinin Türkçe Siyonist bülteninin beyanıyla eşzamanlı olmasını da manidar gömüştür. Ona göre bu bülten masonlar ve Siyonistlerle ilgili “büyük gaflet” içindedir. Eşref Edip Filistin’de yaşananları ve Filistin topraklarına Yahudi yerleşim politikasını ise şöyle aktarmıştır:
“750 bin Müslüman Arabı yuvasından, ocağından kaçırıp perişan eden bu zulüm ve hıyanet şebekesi, hiç şüphe yok ki bu bültende türlü türlü fesatlar ve melânetler neşrile masum Türk efkârını teşviş edeceklerdir. Ümit ederiz ki ait olduğu makamlar, bu fesat ve melânete karşı lâzım gelen tedbirleri almakta ihmal göstermeyeceklerdir. Daha ilk nüshasında bu sene zarfında Filistin’e 130 bin Yahudi hicret ettiğini, bu sene nihayetinde Filistin’deki Yahudilerin adedi 880 bine baliğ olacağını Türklere duyurmak istiyorlar!.. Kıbrıs’ta, Avrupa’da, Balkanlarda bulunan bütün Yahudilerin Filistin’e muhaceretleri temin edilmiş olduğunu, hattâ Çin’deki Yahudilerden bile davet telgrafları aldıklarını Türklere temin ediyorlar.” (Eşref Edip, 1948: 391).
Eşref Edip, Siyonist tehlikesine karşı İslam milletlerinin acilen bir araya gelmesini ve bir İslam Kongresi düzenleyerek Siyonist devlete karşı birlik çağrısını yapmıştır. Ona göre, Filistin meselesi sadece Arap dünyasının meselesi değil, bir “İslam davası”dır. “İslam dünyasının kalbine saplanan bu Yahudi hançerinin” gün geçtikçe ne kadar büyük bir felaket olduğunun anlaşılacağını kaydeden Eşref Edip, tüm İslam devletlerinin delegelerinden oluşacak bir heyetin İslam Kongresi adı altında “ehl-i salip” Siyonist İsrail’e karşı ortak tedbirler almasını, Araplar içindeki tefrikayı ortadan kaldırarak vahdeti oluşturmasını ve Müslüman devletleri harekete geçirmesi gerektiğini zikretmiştir. Aksi halde İslam milletlerinin geleceği büyük tehlikelerle dolu bir istikbal bekleyecektir (Eşref Edip, 1949: 200).
İsrail’in Türkiye tarafından tanınması konusuna gelince, Yahudi hükümetinin buna sevindiği, Müslüman milletlerin ise müteessir olduğunu ifade eden Eşref Edip’e göre Yahudiler yüz binlerce Müslümanı yerlerinden yurtlarından etmiş, bin üç yüz senedir Müslümanların ellerinde olan mukaddes toprakları gasp etmiştir. İngiliz, ABD ve Rusların desteğiyle kurulan İsrail’in Müslüman olmayan devletlerin tanımasını doğal bulan Eşref Edip, Müslüman bir ülke olan Türkiye’nin “işgalci Siyonistleri tanımasının siyasi hikmetinin” ne olduğunu merak eder. Suriye sefirinin beyanatına göre, arabuluculardan biri olan Hüseyin Cahit Yalçın’ın da değindiği, Müslüman muhacirlerin durumu halledilmeden İsrail’in tanınmayacağı vaat edilmiştir. Ancak birdenbire Türkiye’nin İsrail’i tanımasını şaşırtıcı bulan Eşref Edip’e göre Türkiye ekonomik birtakım çıkarlardan dolayı İsrail’i tanınmışsa, bu karar Müslüman, mazlum bir millet olan Filistinlileri üzecektir. Bu durum tarih boyunca mert ve kahramanca yaşamış olan Türk milletine “kara bir leke” olarak görülecektir. Bu ihtimali zayıf gören Eşref Edip’e göre, Türkiye’nin İsrail’i tanıması Türkiye’nin NATO’ya girmek istemesi, paktın dışında kalmak istememesi, bundan dolayı Amerika’ya eli boş gitmek istememesidir. (Eşref Edip, 1949: 200).
Necip Fazıl’ın Büyük Doğu dergisi ise, İsrail’in kurulduğu tarihlerde Filistin meselesini gündemine almadığı görülmektedir. Derginin söz konusu aylarda ilgilendiği konu başlıkları, Türkiye’deki Patrikhane, Komünizm tehlikesi, Köy Enstitüleri’nin faaliyetleri, CHP karşıtlığı ve Türklük konuları olmuştur. Derginin içeriğine bakıldığında Türkiye için önemli bir dış mesele olan Kıbrıs konusuna önem atfedilmiş ancak Filistin meselesine pek ilgi gösterilmemiştir. İsrail’in kurulduğu yıllarda müstear isimlerle yazılar yazan Necip Fazıl, Osmanlı Devleti’nde gizli olan Yahudiler ve masonlar üzerine yazılar neşretmiştir. Ona göre, bunlar İttihatçılarla beraber II. Abdülhamid’i devirmiş ve bu durum Türkiye’de şimdiye kadar yaşanan buhranın sebebi olmuştur (Prof. Ş. U., 1949a: 2). İsrail’in kurulduğu ve Türkiye’nin İsrail’i tanıdığı zamanda dış politika konusunda ise, Amerika’ya giden Dışişleri Bakanı Necmeddin Sadak’ın, İran Şah’ının kız kardeşi ve Suud prensinden daha aşağıda ilgi ve alaka görmesini eleştirmiştir. Kısakürek, Truman’ın Sadak’la sadece dört dakika konuştuğunu aktararak, bunun sebebini CHP’deki komünist unsurlara bağlamıştır ve bu soğuk karşılanmadan dolayı hükümetin istifa etmesini belirtmiştir (Dedektif X Bir, 1949: 1). 1896’da Herlz’in ortaya attığı fikirler, dünyada Yahudi olmayan ve Yahudiliğe zıt hükümetleri devirmek ve Filistin’de bir devlet kurmak olduğunu ifade eden Kısakürek, bu planların gerçekleştiğini söyleyerek konuya şöyle yaklaşmıştır:
“…Yahudi meselesi kendisini ırklaştırmış bir ruhun topyekûn insanlığa karşı giriştiği suikastı bütün tarihi, hali ve istiklalile anlayabilmek davasıdır.” (Prof. Ş. U., 1949b: 2). Necip Fazıl’ın yazılarında bir Yahudi karşıtlığı görülse de, İsrail’in kurulduğu tarihlerde mason karşıtlığı ve II. Abdülhamid üzerinden bir yaklaşım gösterildiği görülmektedir. Necip Fazıl açısından sonraki yıllar Filistin davası önemli bir konu iken, Türkiye’nin İsrail’i tanımasına değil de, Dış İşleri Bakanı’na ABD başkanının ilgi göstermemesinden dolayı hükümetin istifa etmesi gerektiğini belirtmesi şaşırtıcıdır. Necip Fazıl sonraki yıllarda da ele aldığı konu Siyonizm’in Osmanlı Devleti ve Türkler ile ilgili politikaları ve İttihatçılığın ve laiklerin Yahudiliğin asıl hedeflerini anlamamaları üzerinedir. (Prof. Ş. Ü, 1951: 15).
Nitekim muhafazakâr düşünce açısından Filistin/Kudüs meselesi evrensel bir dava olarak görülmektedir. 1967 İsrail-Arap Savaşı’nda İsrail’in galip çıkması ve topraklarını genişletmesi muhafazakâr camiada rahatsızlık uyandırmıştır. 1968'de İzmir'de kurulan Türkiye Siyonizm'le Mücadele Derneği, kamuoyunu Siyonizm'e karşı uyarma gayesi edinmiştir. Yahudilerin tepkisine neden olan dernek, sonraları Arap âleminde kurulan Siyonizm'le Mücadele derneklerine öncülük etmiştir (Bozkurt, 2016: 603). Fedai dergisi Mısır’da Nasır’ın mason localarını kapatması üzerine şu haberi paylaşmıştır: “BRAVO NASIR! … Ey Allahım, uzak eyleme bir Nasır da bize ver de bu fesat yuvalarından kurtulalım. Selâm sana Nasır, binlerce selâm!” (Fedai, 1964: 17).
Türkiye Siyonizm’le Mücadele Derneği (TSMD)'nin 16 Şubat 1969 kurultayında, Fedai dergisi başyazarı Kemal Fedai Coşkuner, Siyonizm'le mücadeleyi şöyle ifade etmiştir:
“Siyonizm'le mücadele Türkiye'nin en büyük davasıdır. Tehlikeleriyle düşünülürse, böyle bir cemiyette vazife alabilecek kimselerin ancak idealist kimseler olabileceği tabiidir. Bir dev cesametinde olan düşmanımızın madde üstünlüğü yanında bizim varlığımız bir karınca mesabesindedir. Ancak şu var ki; küfre karşı yegâne dayanağımız olan iman kuvvetiyle hayatımız bahasına da olsa mücadeleye devam edeceğiz" (Bozkurt, 2016: 608).
Milli Türk Talebe Birliği’nin (MTTB) milliyetçi-muhafazakârlıktan İslami kimliğe yönelmesiyle dünyadaki tüm Müslümanlar ilgi alanına girmiştir. Bilhassa Filistin meselesi “ümmetin ortak meselesi ve davası”na dönüşmüştür. MTTB, 1969 yılında Yahudileri boykot amacıyla “Mescid-i Aksa Haftası”nı tanzim etmiş, İsrail karşıtı bir politika izlemiştir (Kayhan, 2017: 135). “İsrail, Ortadoğu’nun ve İslam ülkelerinin bağrında açılmış bir yara gibi gittikçe büyümekte, kanamakta ve kangren haline gelmektedir.” (Diriliş, 1988: 15). Filistin-Kudüs davası edebiyat çevrelerince de dile getirilmiştir. Nuri Pakdil “Anneler ve Kudüsler” adlı şiir kitabında bu davayı ne denli savunduğunu göstermiş, “Ben Kudüs’ü kol saati gibi taşıyorum” mısraında dile getirdiği şekliyle hayatı boyunca savunmuştur (Pakdil, 2014: 58).
İsrail’in 1948 yılında resmen kurulmasıyla Türkiye’deki muhafazakâr kesim, rahatsızlığını açık bir biçimde dile getirmiştir. Ancak İsrail’in Türkiye tarafından da tanınması sonunda muhafazakâr camianın da bunu kabullendiği, buna karşılık Arapları suçladıkları müşahede edilmektedir. Bu yaklaşımın somut örneği olarak, Filistin’i en büyük dava olarak nitelendiren Ömer Rıza Doğrul’dur. Doğrul’un yayın organı Selamet dergisi, yayınlarında devletin bu yaklaşımını olağan karşılamış ve Arapları suçlamıştır. Bu yaklaşım biçimi, I. Dünya Savaşı sonrası Araplara yönelik “ihanet” suçlamasını hatırlatması bakımından önemlidir. Hâlbuki dönemin muhafazakâr düşüncesi Tek Parti dönemiyle ilgili resmi tarih anlayışını benimsemediğini de görmekteyiz. Eşref Edip, İsrail’in kurulması ve Türkiye’nin İsrail’i tanıması sürecini masonluk üzerinden değerlendirerek, Siyonizm’in sadece Filistin değil Türkiye sınırları içinde bir tehlike olduğunu ileri sürmüştür. Necip Fazıl ise, İsrail’in kurulması sürecini Yahudilerin İttihatçılarla elbirliği içinde tahttan indirdikleri II. Abdülhamid üzerinden aktarmaktadır. Filistin meselesine en fazla değinen ve muhtelif dergilerde bu konuyu ele alan kişi ise Cevat Rıfat Atilhan olduğu görülmektedir. Atilhan İsrail sorununun tüm İslam âleminin meselesi olduğunu ileri sürüyor ve bu duruma sebep olan unsurun İslam milletleri arasındaki tefrikadan kaynaklandığını belirtiyordu.
Müslümanların ilk kıblesinin Kudüs olması hasebiyle kutsal olarak görülen Filistin’de bir Yahudi devleti kurulmasına sessiz kalmayan dönemin mütedeyyin muhafazakârları, İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke olması hasebiyle Türkiye’deki CHP iktidarına bu konu ile ilgili ciddi bir tepki gösterdiği söylenemez. Bu durum Tek Parti döneminin muhalefete izin vermemesi veya muhafazakâr düşüncenin devletçi anlayışıyla izah edilebilir. Neticede İsrail devletinin kurulmasında Ortadoğu’yu sancılı günlerin beklediğini belirten muhafazakâr kesim, bu sorunu yayınlarında yeterince işlememesi ve Türkiye’nin İsrail’i tanımasını normal görmesi bir tezat oluşturmaktadır. Ancak söz konusu muhafazakâr düşünürler sonraki tarihlerde Filistin meselesini sahiplenecek ve bu düşüncenin devamı niteliğindeki İslamcılar, 1970’lerden sonra Filistin meselesini bir Arap-İsrail sorunu olarak değil, tüm Müslümanları ilgilendiren bir dava olarak göreceklerdir.
"Tûr Dağını yaşa
Ki bilesin nerde Kudüs
Ben Kudüs'ü kol saati gibi taşıyorum
Ayarlanmadan Kudüs'e
Boşuna vakit geçirirsin
Buz tutar
Gözün görmez olur
Gel
Anne ol
Çünkü anne
Bir çocuktan bir Kudüs yapar
Adam baba olunca
İçinde bir Kudüs canlanır
Yürü kardeşim
Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin"