.
.

Gözü sürekli Batı Asya ve Doğunun altın coğrafyasında olan Batılılar kendileri dışında dört kıtada yaşayan herkesi, tüm milletleri barbar ve aşağılık bir varlık olarak görmekteler. Bölgemizde yaşadığımız sorunların, işgallerin, savaşların ve gözyaşlarının asıl nedeni de budur diyebiliriz. Batı medeniyetinin ihracı ve yayılması onlara göre milyonların kanına canına mal olsa da, savaşları gerektirse de yapılması kaçınılmazdır.

Anglosaksonların 1636 Boston Deklarasyonunda bakın bu gerçeği nasılda perdesiz, pervasız ve sansürsüz dile getirmişler;

“Geldiğimiz bu vahşi coğrafyalara Tanrımızın iradesiyle geldik. Bu topraklara, Batı medeniyetini inşa edeceğiz. Bu topraklarda yaşayanlar henüz medeni olamamış barbar ve hayvanlardır. Buraları üslerimiz haline getireceğiz. Bu üslerimizden tüm dünyaya demokrasiyi, medeniyeti, hukuku götüreceğiz. Kabul edenler bizi ve Tanrı’yı hoşnut etmiş olurlar. Kabul etmeyenler, itiraz ve isyan edenler hem kılıçlarımızın darbelerini hem de Tanrının gazabını üzerlerinde görürler.” 

Batılıların bu denli açık ve aleni hedeflerle bölgemize çöreklenmesine bu coğrafya insanları ve onların yöneticileri ne kadar göz yumar? Bilen varsa beri gelsin. Batı istilasına karşı kale gibi set çeken bir Osmanlı İmparatorluğu’nun devamı olan Türk milletini yönetenler şu an Avrupa, NATO ve Batılı Emperyalizmin öncü ülkesi ABD ile nasıl bir ittifak dengesi içinde olduğunu içimiz kan ağlayarak görüyoruz.

İslam coğrafyasında Batılı Emperyalizmin Osmanlılardan koparıldığı iki önemli ülke, aynı zamanda iki kutsal belde var. Filistin ve Hicaz’ın Batılılar tarafından Siyonist Yahudilere ve Suudi Vehhabîlere takdim edilmesinin üzerinden bir asır bile geçmemiş. O günden sonra 80’li yıllara kadar sözde Batı medeniyetinin yayılması önünde hiçbir güç duramadı.

Seksenli yıllarda Batılılar İran’da önemli bir piyonunu kaybettiler. Şahlık rejimi İran’da Müslümanlar tarafından alaşağı edildiği gün vahşi Batının işgal ve yayılmacılık planlarına karşı bir direnişin temelleri de atılmış oldu. Kızıldeniz’den Akdeniz’e kadar uzanan füzeli ve silahlı direnişin bugünkü bereketi de o temelden kaynaklanmaktadır.

Batılıların fark ettiği en önemli şeylerden biri, işgalci koalisyonun artık Irak’ta ve Suriye’de bulunup İsrail’in güvenliğini sağlayamayacaklarını anlamalarıdır. Ne, uzun süre yıpratma savaşlarını kaldıracak durumdalar ne de topyekûn bir savaş ile sonuca gidebileceklerine inanıyorlar. Bu durumun bedel ve maliyetini ne Amerikalılar kaldırabilir ne de Batılı ülkelerin çökmüş ekonomileri. Artık Batılı destekçilere göre, eğer İsrail için alınacak bir güvenlik tedbiri ve stratejisi düşünülüyorsa O, İsrail’in bulunduğu dar bölgede yapılmalıdır. Arz-ı Mev’ud hayalini gerçekleşmesi, Filistin ve Gazze’yi yutma planı, Lübnan, Suriye, Irak, Yemen ve İran eksenli silahlı direniş engeli aşılmadıkça hayalden öteye geçilemez gerçeği görüldü ve anlaşıldı artık.

Batılı koalisyonun hava üstünlüğünü yakın zamanda etkisizleştirecek teknolojik silahların geliştirilmesi onlardaki kaygıları artırıp, geleceğe yönelik umutları tamamen yok ettiği açık bir gerçek. Siyonistlerin Nil’den Fırat’a büyük İsrail hayallerini savaşarak gerçekleştiremeyecekleri son 120 günlük savaş ile de tescillenmiş oldu.

Batı koalisyonu bu bölgede savaş cephelerinin genişlemesini asla istemez, cephe yayılırsa kayıpları ve maliyeti artırır. ABD tehditlerine rağmen Gazze’ye destek amaçlı, Kızıldeniz’den Akdeniz’e kadar İsrail ve ABD üslerini dört koldan hedef alan direnişçilerin bu yönde gerçekleştirdiği operasyonların sayısı 200’ü geçti. Bu operasyonlara karşı ABD ve destekçileri için savunma maliyeti düşünülenlerin çok ötesinde bir darbe olarak şer koalisyonuna faturalanıyor. Kendi halkının tepkilerinden çekinerek ABD de İsrail gibi kayıplarını gizliyor. Irak işgalinden beri izliyorum demiş İsmet Çelik; yaralanan hiçbir Amerikan askeri ölmüyor (!)

Diğer yandan Direniş Cephesi'nin İslam dünyası için verdiği bu savaşı perdelemeye çalışan, emeklerini tahkir eden, kendi kusur ve duyarsızlığını örtbas eden zavallı bir grup var. Akşamları ekran başına oturduğunuzda hemen hemen tüm haber kanallarında sopa ellerinde harita önlerinde onları görmektesiniz. Hele, içinde ki hasetle yanıp tutuşan sözüm ona eski İslamcıları demiyorum. Dünyevileşen, dolgun maaşlı ve şirket sahibi, lüks hayat konforu içindeki o taife nezdinde, açlıkla Batılılara karşı mücadele veren ümmetin yetimleri, Yemen ve Gazze yiğitlerinin savaşı ancak bu kadar takdir görür tabi ki.

Bir taraftan Amerika, İsrail ile İran öncülüğünde direniş güçleri arasında danışıklı dövüş ve tiyatrosu tanımlamaları yaparken diğer taraftan “bölgeyi saran savaş yangını”, “üçüncü dünya savaşı kapımıza dayandı” ifadeleri ile kendilerini TV ekranlarında komik duruma düşürdüklerinin farkında bile değiller.

İran’ı ve Şiiliği düşmanlaştırma projesinin tıkır tıkır işlediği bu günlerde Batılıların bölgemiz için planladığı istila projesi ekranlarda futbol maçı kritiği heyecanıyla anlatılmakta ve gafletin boyutlarını gözler önüne sermektedir maalesef.

GAZZE destekçisi direnişçilere ait üslerin ve komutanların hedef alınmasına kayıtsız kalanların, hatta sevinenlerin gün gelir aynı düşmanın hedefi olacaklarını tarih asla unutmayacaktır. 

10 yıl önce sokulduğu delikten tekrar sokulmayı göze alanların, mezhepçilik ve ırkçılık hırsı gözlerini o kadar bürümüş ki inanılır gibi değil.

Suriye’nin ABD ve Batılı koalisyon tarafından işgali hangi hatamız yüzünden meydana geldi hususuna hiç girmeyelim bile, çünkü tarihte benzeri fitnelerde yapılan tartışmaların hiçbirinin, tarafları sonuca götürmediğini hepimiz biliyoruz.

Kendi iç hesaplaşmalarımızla meşgul olup bölgemizin ve ümmetin ana sorunu Filistin ve Kudüs’ün işgali olduğunu unutursak hepimizin teker teker Batılı Emperyalizme yem olacağından kimsenin kuşkusu olmasın.

Irak’ın işgal bataklığında İran ve Şiileri tehdit gösteren Batılı işgalciler, Sünnilere IŞİD’i kurtarıcı olarak gösterip, DAEŞ terör örgütüne Musul’da sözde hilafet ve devlet kurdurmadılar mı?

Dikkatler Batının vekili İsrail ile direnişin arasındaki çatışmalara yoğunlaşırken Irak ve Suriye gibi yanı başımızdaki iki ülkenin kuzeyinde oluşturulmaya çalışılan İsrail’e müzahir iki devletçik projesinin ummalı biçimde hayata geçirilmesini gözden kaçırmayalım. Büyük İsrail’in uzantıları sayılan bu iki oluşumu engellemek 4 komşu ülke, Türkiye, İran, Irak ve Suriye yöneticilerinin bir araya gelmesinden geçer. Bunun dışındaki yolların tümü kolu tersinden kulağa götürmek ve zaman kaybı olur, Hatta daha da korkuncu, şu ana kadar kıramadıkları iki sağlam ve önemli ülke Türkiye ve İran’ı da kırılgan bir hale getirmeleri olur.