AŞKIN ADIYLA

Dünya çok kötüdür diyorlar.

Bunca kötülük içinde yaşadıktan sonra bir de cehennemi mi yaşayacağız? Zaten cehennemi yaşıyoruz, diyorlar.

"Aklını, fikrini insan öldürmek için silah üreten ve sayısız insanları bu silahlarla vahşice öldüren insanlarla aynı dünyada yaşamak cehennem değil de nedir?" diyorlar.

Bir tarafta tokluktan geberip gidenler varken, diğer tarafta açlıktan ölenler cehennemde yaşamıyor da nerede yaşıyor peki?

"İnsanların alın teriyle altın ve güç devşirenlerin yetmezmiş gibi, bir de yokluk ve fakirlik çekenlerin emekleriyle dalga geçmeleri onlara cehennemi yaşatmak değil de nedir peki?" diyorlar.

Kin ve nefret duygularının alevlerinde yananlar, bir de cehennemde mi yanacaklar?

Kendisi gibi olmayanı ötekileştirmek, bununla yetinmeyip onun düşünce ve yaşam tarzını tekfir etmek cehennemin ta kendisi değil de nedir?

"Cehennemde yanmak mı daha kötü yoksa İdris elbiseli iblislerle bir arada yaşamak mı daha kötü?" diyorlar.

"Yaşamak için, güçlü olmak için ve inancı (!) kalkındırmak için, 'Acımayacaksın, acırsan acınacak duruma düşersin.' düşüncesi acaba cennet midir? Yoksa cehennemi cennet gösteren reklam mıdır?" diyorlar.

Dünya cehennem değilse o zaman elinde cennet (!) ve cennetlik edecek (!) malzemeler satan zebaniler ne arıyor bu dünyada?

"Daha fazla para, daha çok güç mantığı taşıyanların insanlığa cennet getiremeyeceği kesin olduğuna göre yaşanmakta olan cehennem değil mi?" diyorlar.

Ve en önemlisi, Allah'ı hayatın hiçbir yerine koymayan insanların dünyası cehennem değil mi?

Evet, "Hepimiz böyle bir cehennemde yaşıyoruz." dediğinizi duyuyor gibiyim. Haksız da değilsiniz.

Ancak cehennemi cennete dönüştürmek elimizde değil mi? Cehennem, kin ve nefret ise, sevgi cennet değil mi? Gözyaşı akıtmak cehennem ise, gözyaşı silmek cennet değil mi?

Altın putlara tapmak cehennemse, altın putları parçalamak tevhidin cenneti değil mi?

İnsanları öldürmek ve sömürmek cehennem ise, insanları yaşatmak ve özgürleştirmek cennet olmaz mı?

Bazıları, "Aklı kullanıp felsefeyle tüm bunları değiştirebiliriz." dediler. Aristolar, Platonlar, Sokratesler akıl ve felsefe okulları kurdular; ancak bir Mevlana, onların asırlar boyu ördükleri akılcılığın örümcek ağlarını bir ney üflemesiyle tarumar etti. "Akılcıların ayağı yapay ayaktır, salik-i müştakı menzile vardıramaz." dedi.

Bazıları fiziği parçaladı, atomu keşfetti ve bu, bomba olup yüzlerce masumu kül etti.

Bazıları yol, okul, köprü ve hastaneler yaptı, insanı kendi kurduğu cehennemden kurtarmak için. Ne var ki cehennemin bir şehrinden diğer şehrine giden yol ve köprüler oldu bunlar.

Kimisi din, mezhep ve tarikatla cehennemden kurtuluş yolu aradı ve gösterdi. Ne yazık ki sundukları din, Allah'ın dini değildi, mezhep yol değildi ve tarikatlar şeyhlerin pazarıydı, cennetin alınıp satıldığı.

Kimileri de sevmeyi seçti; aşk yolunu; Habil'den Halil'e akan cennet ırmaklarını.

"Dünyayı cennet olarak yaşamayanın sonu da cennet olamaz." dediler.

Mevlana'yı içinde bulunduğu cehennemden çekip çıkaran Şems, ona aşk yolunu göstermişti. "Dünyada cennet nasıl yaşanır”ın ışığını onun gönlüne yerleştirmişti.

Âdem'den Hatem'e ve günümüze söylenecek sözleri Mevlana'nın Şems'e lisan hâliyle okuyacak olursak eğer, (her) Mevlana (ruhlu) kendi Şemsine şöyle seslenir:

Ey gönlümün Şemsi ve ziyası! Ey gönül harmanımı bir bakışınla yakan gözlerden uzak yâr! Seni sevince Allah'ı tanıdım ben. Gazabıyla cezalandıran değil, rahmetiyle bağışlayan Allah'ı.

Öyle bir Allah ki, Allah diyen riyakârlara kanmıyor. Cenneti, sarık ve cüppeye, bir metre kumaşa, bir tutam sakala ve turistik ibadet gezilerine değil, yetimin bir damla gözyaşını silene, yoksulun elini tutana, mazlum olsa da zalim olmayana veriyor.

Seni sevince şahların ve kralların taç ve tahtlarını değil, yetimin başını okşamayı sevdim.

Seni sevince cennetten akan ırmakların yerine, sevinçten akan gözyaşlarını sevdim.

Seni sevince ey yâr, gülün dikenini de sevdim. Her insanı bir gül yerine koymayı öğrendim. Ben gül olan tarafını severken, dikeni elime batsa da incinmedim. 

Ben seni sevince anladım ki, yaratılan ne varsa hikmetsiz yaratılmamıştır ve her yaratılanın içinde (sonuç olan) hem cennet vardır hem cehennem.

Anladım ki, içimdeki cehennem kapısını hem kendime hem de başkalarına kapatmamalıyım ki, cenneti yaşama zevkine varabileyim.

Anladım ki, içimdeki cehennemi serbest bırakırsam hem beni yakacak hem dünyayı.

Seni sevince ey sevgili, biliyorum ki Yusuf misali kuyulara atılsam, dört duvar arasında mahpus edilsem de bir gün dest-i hikmet elimden tutacak ve nice Züleyhaları gamze-i Yusuf'a hapsedecektir.

Ben içimdeki kin, nefret, kıskançlık ve ötekileştirme cehenneminde yanarken, senin sevgin içimi cennet bahçesi yapıyor.

Seni sevince ey kutlu yar, tüm kutsalların bir işaret olduğunu anlıyorum, beni sana taşıyan.

Herkes içindeki cehennemi yaşarken ve kendi alevlendirdiği ateşte kavrulurken, ben senin yolunu gözlemenin yangınlarında cehennemleri yakıyorum.

Ağlamayı senin sevginle öğrendim. Ağlarken, akan gözyaşlarım cennetin akan ırmaklarını kıskandırıyor.

Gülmeyi senin sevgin öğretti bana. Önce gözlerim, sonra dudaklarım ve bilahare tebessüm ederken ses tonum birleşip, kelebeğin meleksi kanatları gibi sevgimi dosta armağan ediyorum. Çünkü sevenin hüznü kalbinde olur, yüzüne yansıyan ise neşesidir.

Seni sevince öğrendim, hüznümle kimseyi hüzünlendirmemem gerektiğini. Çünkü yük almalıyım, yük olmamalıyım.

Bazen seni unutup kendimi başka oyuncaklarla avuttuğum zamanlar cehennemi yaşamıyor değilim. Yaşıyorum; ama seni hatırlayınca ateşin İbrahim'e serin ve selam olduğu gibi bir dünyaya tekrar dönüyorum. İşte o zaman seni sevmenin ne kadar cennetimsi bir rayiha olduğunu anlıyorum.

Emin lakaplı Muhammed'in bazen Kâbe'yi bile terk edip doğaya sığındığının sırrını seni sevince anlıyorum. Çünkü doğa, doğal hâlini sunuyor bana, cenneti cehennemleriyle yakmak isteyen ikiyüzlü insanların yaptığını yapmıyor doğa. Ve sen tüm masumiyetinle, yani en doğal hâlinle beni çağırıyorsun ve ben sende doğanın her türlü doğallığını tadıyorum, senin aşkınla kaybolan benliğimi buluyorum.

Seni sevince ben, tüm dertlerin aslında bir derman olduğunu öğreniyorum. Çünkü her bir dertle bir adım daha kemale eriyor ve sana yakınlaşıyorum.

Seni sevince hayatta tek bir derdin olduğunu, ona çare bulamadığımı ve aciz kaldığımı anlıyorum. O dert ise senin olmadığın bir dünyadır ve bu derdi bin dermana değişmem.

Okuduğum her kitap hece hece seni anlatırken, gördüğüm her şey senin keman ebrularını yansıtıyor. Gönüllerden süzülen her şiirin şah beyti sen ve sana olan aşk dizeleri iken ben nasıl cehennem derim bu dünyaya.

Kimileri Kâbe'ye, kimileri puthaneye yönelişle aynı hakikati arıyorlar. Kimi yolu bulurken, kimisi yolsuzluğa düşüyor bu yönelişlerinde. Aşkı yazan ve aşk nağmelerini terennüm eden her âşık da aslında senin bulutlar arkasında kalan mah cemalini arzulamaktadır. Ne var ki kimi Leyla ile leylini heba eder ve Mecnun-i sahra olur, kimi Şirin ile hayatını şirin kılmaya çalışırken dağları delme zahmetine katlanır. Ve sonuçta Kâbe'de değil, puthanede kul olurken seherleri bir ahıyla züht libasını yakan âşıklar sana ulaşır ve aşkına pervane olur. Senin eşiğine baş koyar ve secde eder varlık mihrabında Yakup'un Yusuf'a secde edişi gibi.

Ey güneşe aydınlık veren cemaline hayran olduğum yâr! Benim hem yaşarken hem de ölümden sonra cennetim sensin.

Ne zaman canım sıkılsa ve zemheri soğuklar kalbimi sarsa, senin aydın ve sıcak güneşinle ısıtıyorum kalbimi.

Ne zaman kalabalıklar arasında yalnız hissedersem kendimi, senin muhabbet dolu ellerine bırakıyorum kendimi ve yeniden ahitleşiyorum senin aşkınla.

Rahmet ve bereket dolu bahar yağmurların söndürüyor içimde yanan cehennemleri.

Doyasıya ıslanıyorum senin bahar bulutlarından yağan yağmurlarda bazen bir secdede, bazen bir parkta, bazen de başıboş gezindiğim şehrin kaldırımlarında.

Aklımda sen, kalbimde sen, dilim de adın Mecnun misali dünya çölünde gezerken "Gelin bir de benim gözümle bakın Mecnun'un Leyla'sına, Zehra'nın Yusuf'una" diye hoyratça bağırmak geçiyor içimden.

Susuyorum, susuyorum; çünkü aşkın sırrı mahrem bir sırdır ve namahremlere açılmamalıdır.

Aşk, Mevlana'nın aşk hikâyesinde, şikâyetten yankılanan ah değildir o, ahların arkasında yatan gerçektir. Ve yaşlısını gencini yakıp ah ettiren ah nağmeleri sadece o aşkın dışa yansımasıdır, özü değildir. Öz sensin ve ah benim ahvalimdir, bu ikisi arasındaki fark ise arş ve ferş kadardır.

Ey sevgili, ey güllere rengini, bülbüllere sesini, Yusuf'a güzelliğini veren yâr! Bilirim sen Süleyman'sın ve ben karınca. Senin aşk saltanatın yanında benim Belkıs tahtına benzer tutkum sadece bir mum olur ancak ve kendisini yakıp yok eder.

Sen aşkın denizisin, ben ise küçük bir kâse. Bu hâlimle aşkını yaşamak istiyorum, zarf ve mazruf kapasitesine aldırış etmeden. Yine Mevlana'dan alıyorum denizi kâseye sığdırma cesaretini. Çünkü seni sevince öğrendim, seni sevmenin ilk şartının can pazarında köle olup Yusuf gibi satılmak olduğunu.

Seni sevince ey yâr, her günüm aşka selam ile başlar.

Aşkınla diriyim ve aşkının her gazeli bir nefes oluyor beni hayatta tutan.

Aşkınla ayet ayet okuyorum seni.

Senden ayrı kalmak ve uzak olmak, cehennem ayetleridir herkesi sakındıran. Seni sevmek ise, cenneti anlatan ayetlerdir nakış nakış işlenen tüm kâinata.

Seni sevince ey yâr, anladım ki cehennem diye bir şey yoktur; ne varsa senin cemalindeki cennettir her yere serilen. Ne var ki, içi cehennem olanın her yanı cehennem olur.

Seni sevince anladım ki, herkes seni sevseydi kimse içinde cehennemi yaşamazdı. Rahman ve Rahim olan da cehennemi yaratmazdı.

Herkes kendi cehenneminde yanarken, ben senin aşk cennetinde yanmak istiyorum. Ne var ki, hiç bilemedim ben sana bunca hayran ve esir olurken, karınca kadar bile olmayan benim aşkım senin Süleyman makamında makbul olur mu?

Sen ey yâr, naçiz aşkımı kabul etmesen bile, kapından kovsan bile ben divane gönlümü fakir ellerime alıp kapında gedalıktan vazgeçmeyeceğim.

Gece-gündüz varlığımı sana adayacağım; çünkü biliyorum ki, senin aşkınla var oldum ve senin aşkın ancak yaşatabilir beni ve senin aşkınla ben "ben" olabilirim.

Seni sevince... Ey eşsiz güzelliğin sultanı! Ey kalbimi saran, ancak dokunamadığım! Ey beni gören, ama benim göremediğim tertemiz kalplim! Biliyorum ki, az kaldı senin beni gördüğün gibi, benim de seni göreceğim günler.

… Ve seni sevince ölümün de sana kavuşmak olduğunu.

Seni sevince "Senin aşkını tadan senden başkasına nasıl yönelebilir ki?" cümlesi düşmez dilimden.

Seni sevince…