Hiçbir yere sığmayan, yalnızca aşık kulunun gönlünde yeri olan ama onun dışında da bütün kalplerin maliki olan Allah’ın adıyla...

Sen, hiçbir fikir ve hayale sığmayan maşuksun. Nice akiller, nice dâhiler, nice yiğitler Sen’in cemalinle mest olup Mecnun’a döndüler. Nice cemali pazar meşhuru olanlar cemaline meftun olup kuyuları ve karanlık zindanları tercih ettiler, ancak Sen’den bir an vazgeçmediler, vazgeçemediler.

Sen böyle bir maşuk-i uşşak iken, uğrunda bunca yanmaya müştak pervane var iken, benim gibi zayıf bir kuluna Seninle aracısız konuşma izni verdin ve bu Sen’in ne kadar Mihriban olduğunu anlatmak için ne kadar da kısır bir anlatımdır.

Kibriya makamında olan Sensin, hakir olan ben,

Arş-ı âla’da Sen, zemin-i hakide ben,

Ölmeyen Hayy Sensin, fena içre olan fani ben,

Zatı mukaddes olan Sensin, varlığı taksir olan ben.

Buna rağmen gel konuşalım diye çağıran da Sensin ve üşenen zavallı olan ise benim.

Biliyorum, Sen benim düşünce ve hayallerimden çok öte ve yücesin. Seninle konuşabilmem öyle bir hikmet ki; acziyet içinde boğulan ben o hikmeti anlamaktan da acizim.

Peki, Rabbim! Yakın olmama izin vermeseydin kiminle konuşup gönlümü teskin edebilirdim? Rahmetine sığınmama izin vermeseydin, dünyanın bunca zorlukları ve sıkıntıları içinde umudumu kaybetseydim halim nice olurdu benim?

Tüm içimi ve dışımı bildiğin halde kimseye söylemiyorsun, kimseye bildirmiyorsun. Sen olmasaydın bunca sırrımı hangi mahrem-i esrar’a açabilirdim?

Ayağım kaydığı ve hata yaptığım zamanlar kimin eşiğine baş koyup ağlayarak özür dileyebilirdim ki?

Rabbim! Sen biliyorsun ki namaza durup Senin huzuruna çıktığımda aklım ve kalbimden binlerce şey geçiyor. Sanki binlerce Tanrıya inanıyor gibiyim. Oysa, Sen öyle dinliyorsun ki beni, sanki kainatta Senin kulun bir tek benimmişim gibi…

Senin rahmet ve lütfunun künhüne agah değilim. Ancak biliyorum ki ben yaratılmışım ve Sen tüm varlığımı bilen Yaratansın, Yaratanımsın.

Hikmet-i baliğanı anlamaktan ise büsbütün acizim.

Allah’ım Seninle konuştuğum zaman aklım bin bir yere kayıyor, dünya ve dünyeviliklere sürükleniyor isem böyle olsun istediğimden değil biliyorsun.

Senin azametini idrak edememenin getirdiği bir sonuçtur bu…

Bu öyle bir azamettir ki; Sana muhlas ve muhtaç kulların o azameti idrak ettiklerinde ayaklarındaki ok parçasının çıkarılmasını fark etmiyorlar. Onlar bu azamet şarabından öyle sarhoş olmuşlar ve cemalinle öyle mest olmuşlar ki celal ve kahrını dahi hoş bir lütuf sayıyorlar.

Öyle bir cezbeye kapılıyorlar ki hiçbir şeyin güçlü cazibesi onların dikkatini çekmiyor, çekemiyor.

Ve ben aslında demek istiyorum ki…

Tüm zaaf ve kusurlarıma rağmen her gün beş defa Seninle yüz yüze konuşma lütfunu bana bağışladığın için yine Sana şükürler olsun.

Her an beni bu nimetten uzaklaştıracak hatalara düşmekten çok korkuyorum. Ama bu korkudan da yine Sana dest-i niyaz açıyorum kapına ve bu nimeti kaybetmemek için yine Senden yardım dileniyorum.

Rabbim! Yakınlığın öyle ısıtıyor ki gönlümü bir an Sensizlik zemheri soğuklar gibi tüm baharımı hazan edecek sanki.

 Rabbim!

Ben Seni Senden dileniyorum, Senden uzak kalmamak için yine Senin dergahına geliyor ve yine sadece Sana yalvarıyorum.

Demek istiyorum ki: “la tuziğ kulubena” kalplerimizi saptırma hidayet yolunu ve cemal nimetini gösterdikten sonra.

Demek istiyorum ki: “ yevme yekumu'l hisab” günü gelip çattığında zerre kadar değerli olmayan ibadetlerimi, yalvarış ve yakarışlarımı kendi lütfunla değerlendir. Çünkü Senin rahmet ve lütfün olmazsa “Hasire'd dünya ve'l ahire” dünya ve ahirette zarar edenlerden olurum.

           

Rabbim!

Ancak Sen lütuf nazarınla bakarsan benim zerre kadar bile olmayan varlığıma, işte o zaman varır insan “dena fe tedella” makamına ve işte o zaman gözü Senden başka hiçbir şeyi görmez olur.

Gözümü cemalinle aydınlat Rabbim! Karanlıklar kör eylemesin kalbimi ve gözümü.

http://www.kadirakaras.com