Bilindiği üzere Peygamber-i Ekrem (s.a.a) İmam Ali’nin (a.s) velayet ve hilafetini Gadir Hum olarak bildiğimiz, Medine ve Mekke şehirleri arasında bulunan yerde tüm Müslümanlara duyurmuştu.
Bu olay velayetin en bariz şekilde Hz. Muhammed’in (s.a.a) bütün Müslümanlara beyan şekliydi ama Gadir-i Hum’dan önce de birçok yerde İmam Ali’nin hilafetini duyurmuştu. Vuku bulan en belirgin ve ilk hadise bu olaydan yıllar önce İslam’ın ilk yıllarında Resul-i Ekrem (s.a.a) Hz. Ali’nin (a.s) vilayetini yine en belirgin bir şekilde bildirmiş ve bu vesile ile insanlara kendinden sonra onun vasisi ve halifesi olduğunu bildirmişti.
Evet, bu hadise İslam’ın ilk yıllarında yakın akrabaya yapılan ilk davet günü olmuş ve Hz. Ali’nin (a.s) daha gençlik yıllarında İslam’a ve Peygambere olan vefa ve bağlılığının ilk görünümleriydi.
Akrabalara İlk Davet ve İlk Mucizeye Dair:
Resullullah (s.a.a) ameli tebliğ ve Müslüman sayısının artışı, aleni davetinin başlatması için zemin hazırlamış ve yüce Allah da peygamberinden önce yakın akrabalarını davet etmesini emretmişti.
Önce yakın akrabalarını davet etmesinin iki sebebi vardı; bunlardan ilki ‘eğer doğru diyorsa neden önce kendi akrabalarını Allah’ın azabından sakındırmıyor ve tevhit dinine çağırmıyordu?’ soru ve bahanesinin önünü tıkamak ve bir diğeri ise gelecek olumlu cevap ve destekleri ile İslam dinine daha rahat bir ortam hazırlamaktı.
Hazreti Muhammed (s.a.a) İmam Ali ‘ye (a.s), önce yemek hazırlamasını ve sonra da kırk kişilik yakın akrabalarını davet etmesini emretti.
Ali (a.s) yemeği hazırladıktan sonra akrabaları davet etti. Bütün akrabalar daveti kabul etmiş ve gelmişlerdi.
Önceden hazırlanan ve karınları dahi doyurmaya yetmeyecek yemek getiriliverdi. Kırk kişinin o yemekten yiyip doymasına rağmen ondan hiçbir şey eksilmemişti. Davetliler bu durum karşısında hayrete düşmüştü. Ebu Leheb her zaman olduğu gibi düşünmeksizin ortaya atılıp: ‘Bu bir büyü ve sihirdir!’ dedi. Oysaki büyünün insanı doyuramayacağından gaflet etmişti.
Hazreti Peygamber (s.a.a) belki de mucize ile büyünün farklı şeyler olduğunu anlamaları için o gün hiçbir şey söylememişti.
Bu davetten bir sonuç çıkmayınca, İslam Peygamberi (s.a.a) bir kez daha onları yemeğe çağırdı ve bu ağırlamada hazırlanan yemek de dünkü gibi az olmasına rağmen onların tümünü doyurdu.
Bunun ardından Hz. Nebi (s.a.a) konuşmasına şöyle başladı:
“Ey Abdulmüttalip Oğulları! Sizi uyarmak ve müjdelemek için Allah tarafından seçildim. Müslüman olun ve bana uyun ki saadete eresiniz. Andolsun Allah’a ki, Araplar içinde benim size getirdiğimden daha hayırlı bir şey kendi kavmine getiren kimseyi tanımıyorum. Ben size dünya için Allah tarafından görevlendirildim. Öyleyse kim bu işte bana yardımcı olmak ister? Aranızda bunu kabul edecek kişi benim kardeşim, vasiyim ve halifem olacaktır.”
İslam Peygamberinin (s.a.a) bu davetine yaşça herkesten küçük olan Ali (a.s) dışında kimse olumlu cevap vermedi. Ali ayağa kalkarak dedi ki: “Ey Allah’ın Peygamberi, ben sana yardımcı olacağım.” Hz. Resul onu yerine oturttu ve davetini bir kez daha tekrarladı. Yine Ali dışında kimse olumlu yanıt vermedi. Bunun üzerine Hz. Muhammed (s.a.a) Ali’ye (a.s) işaret ederek buyurdu:
“Bu, sizin aranızda benim kardeşim, vasiyim ve halifemdir; onun sözlerini dinleyin ve ona uyun!”
Peygamber akrabaları arasından bazıları aynı gün iman etmişti. Ama diğerlerinin iman etmemelerinin sebebi ise bilgisizlik ve bağnazlıkları idi. Bütün bunlara rağmen bu yemek daveti, İslam Peygamberine (s.a.a) destek ve yardım noktasında etkisiz de değildi.
Bu yemek davetinde, bir kişiyi dahi doyurmayacak olan yemeğin kırk kişiyi doyurması kadar dikkat çeken bir diğer husus da; Hazreti Muhammed’in (s.a.a), amcaoğlu Hazreti Ali’yi ilk imam olarak tanıtmasıdır.
Bu konuşmadan sonra Ebu Leheb’in, Ebu Talib’e: “Muhammed senden oğluna itaat etmeni istiyor” demesinden maksat sadece mal konusunda İmam Ali’yi kendisinden sonra vasi seçmediğinin bir neticesidir.